- 2500 Okunma
- 24 Yorum
- 0 Beğeni
HASTANE
Bir de teselliye kalkıyor bizi
her sabah kapımıza bıraktığı kara gün ile
utanmaz hayat.
Kaç saattir bu sandalyede oturduğumu hatırlamıyorum. Annem soba borularını temizlerken elini kesti. Bir iki sövdü babama. Sonra sardı eteğine kanayan elini, taşlıktan doğru taksici Sami’ye bir ıslık çaldı. Koştu geldi Sami. Yine her zamanki gibi, annemin çarşıdan bir şey ısmarlayacağını sanmış olacak, deri montunun cebinden küçük bir not defteri çıkarttı. Fakat annemin eteğine sarılmış elini görünce, defteri tekrar cebine sokup, durakta bekleyen arabasını aldı geldi.
İyi adamdır sağ olsun. Fakat arada içer, karısını döver. Karısı da dövülmeyecek gibi değildir ama. Mahallenin uydusu. Döner durur yörüngede. Her akşam izleriz onları annemle. Sade biz değil, bütün sokak izler. Sami arabayı evin önüne çekerken, karısı mahallenin öteki yakasından sökün eder. Tanır kocasının fren sesini. Nerede tünemişse fırlar kalkar yerinden. Kapıda kesişir yolları. Sami kızar. Hangisi çalışıyor belli değil. Adam evden çıkar, arkası kapanmadan düşer yollara Neziha. Beş çocuğunu okula bırakır sonra ver elini Solaklar Mahallesi. Yazı kışı yoktur onun. Üşenmez de onca yokuşu adımlarken. Yarım dünya gibi de bir şey. Yine de sever onu Sami. Her sene bir çocuk yaparlar.
***
Annem bağırıyor. Kolay değil, et deliniyor. Ta oturduğum yere geliyor hışırtısı. Havada hastalıklı bir koku. Başım dönüyor.
Burası Azrail’in hayatla pazarlığa durduğu yer. Keskin hamleler, hayati müdahaleler sessiz bir sır gibi dönüyor koridorlarda. Alt katta morg var. Bir üst katta doğumhane. Ölülerin morarmış dudakları soğurken, sımsıcak et parçaları dökülüyor dünyaya. Biri geliyor, biri köşeyi dönmek üzereyken…
Annem ağladıkça, içimden parça parça pıhtılar kopuyor. Azalıyorum. Ne zaman bir ağlayan görsem dilimde aynı tat. Hayat seni hiç sevmiyorum!
Bir kadın… Kucağında küçük bir kız çocuğu. Aceleyle giriyorlar kapıdan. Çocuk ağlıyor. Burnundan sızan kan, önce annesinin hırkasına çarpıyor, sonra acıyla dökülüyor yere. Yerde bilmem ne zamandan kalma işaretler. Birleştirsen bu işaretleri “Beni de kurtarın” diyecekler sanki. Öyle feveran içindeler. Öyle kararmış kalmışlar. Fakat bir kadın daha beliriyor koridorun başında. Pembe önlüklü. Gözleri önüne düşmüş, ölmüş de kütükten silinmemiş bir tip. Elinde leylak kokulu bir paspas. Adımlar havaya kalktıkça, taarruza geçiyor ve her yanı yalayıp temizliyor ölü kadın. Belki de morgda unuttular onu. Sıkıldı yatmaktan da kalktı diklendi. Üşüdü. Koridor sıcak. Kemikleri ısındıkça derisi büzüşüyor. Az sonra erir dökülür şuralara. Başka bir temizlikçi süpürür onu yerden. Bu seferki erkek olur ihtimal.
Kadın, danışmadaki ihtiyar bekçiye yalvarıyor. “Ne olur, sıra bekleyemem. Burnuna düğme kaçtı çocuğun.” Adamın umurunda mı? Önündeki gazeteden yükselen altın fiyatlarına bakıyor. Borcu var belli ki. Yüzünde matem havası. “Anasını satayım, erken bozdurduk karının çeyreklerini” diyor bekçinin yanında dikilen adam. Kadın kaşlarını çatıyor. Çocuk sustu. Kan dondu burnunun altında. Bekçi öfkeyle kapatıyor gazeteyi. Bir çift güzel bacak uzanıyor masaya doğru. Altında “Müjde size” diye yazıyor pembe harflerle. Bekçi bacaklara bakmıyor bile. Evet, illaki borcu var garibin.
“Neyi var çocuğun?”
“Sen doktor musun?”
“Bayan, sıra numarası verecem. Ondan soruyom.”
“Burnuna düğme kaçtı çocuğun.”
Kadın telaşlanmakta haklı. Burun çok önemlidir zira. Hayat kokulardan ibarettir çünkü. Hani kulağına kaçsa, ne diye telaş ediyor diyeceğim. Kulak önemli değildir. Duymazsın altı üstü. Duymadığın için ölmezsin. Aksine çok yaşarsın. Benim de beş yaşından beri ağrır kulağım da, demem kimseye. Bekliyorum, bir gün duymaz olacak. Annemin ağrıdan inleyişlerini duymayacağım. Babamın ağıt gibi türkülerini. İçim burulmayacak her gece, her gece. Çekeceğim yorganı başıma, kanaviçesine baka baka uyuyacağım. Güzel şeyler girecek rüyama. Pembe. Hoş kokulu. Acısız. Elinde elişi torbası, seke seke yürüyecek sokak başına annem. Yüzünde derin bir tebessüm. Hani söksen, yüzünün yarısını götürecek cinsten. Üzerinde mavi bir entari. Sırtında sıcak bir hırka. Sonra babam görünecek elinde poşetleriyle. Pırasa yere sarkacak torbanın birinden. Hiç beyaz olmayacak bıyıklarında babamın. Öksürmeyecek. Gülecek. Ne güzel yakışacak ona takım elbisesi. Ne güzel yatacak saçları bir yana. Ben ne güzel bakacağım onlara…
Bir ses.
Tanrım, birini öldürüyorlar. Bir kadın yırtıla yırtıla bağırıyor dışarıda. Gittikçe yaklaşıyor ses. Çoğalıyor, yuvarlanıyor, ses tellerinin tınısı yayılıyor koridorlara. Herkes o yana bakıyor. Burnunda düğme olan çocuk bile. Az sonra koca bir dünya giriyor kapıdan. Seni tıknaz dünya. Yine mi devrim yapıyorsun? Evet bir devrim bu ve her devrim gibi kanlı. Ve her devrim gibi ilk önce en sevdiğini ağlatıyor. Kadın doğuracak. Kan sızıyor bacakları arasından. Ölü temizlikçi uçarak gidiyor o yana. Kan yerde kalmıyor. Kadın feryat içinde. “Ömer Allah belanı versin. Ömer, boyun devrilsin. Senin yüzünden kaldım bu hallere.” Devrimin babası Ömer’e bakıyorum. Ceketinin içinde kaybolmuş bir adam. Yalnız bir bıyıktan ibaret yüzü. Kara gözleri kızarmış da küçülmüş. Bekçi heyecanla fırlıyor yerinden. Rüzgarı gazeteyi aralıyor. Gözüm alıyor habere. TS 3- Mersin İdman Yurdu 1.
“Yetişin ula, kadın doğuruyor.”
Kimden çıkıyor bu ses? Devrimci Ömer kadının altında kaldı. Kolay doğmuyor umutlar. Zavallı kadın kendinden geçiyor.
Annem nerede benim? Neden sustu. Anne bak, burada neler oluyor.
Kadın doğuruyor.
Sıkış ey insanlık! Biri daha geliyor.
Bir sedyeyle götürülüyor koridorun orta yerindeki bütün çığlıklar. Yalnız Devrimci Ömer kalıyor geride, kolunda hazırlıklarla dolu bebek çantası. İçinde patik vardır onun. Parlak yünden bir çift patik. Nenesi dokumuştur bebeğin. Ölmeden önce belki de. Bir yerde patikler varsa, o yerde mutluluk da vardır. Şu an görünmüyor fakat, pek yakında çalınacak gözümüze. Biliyorum ben.
Hamile kadının hemen ardından, iki adam iniyor merdivenlerden. Ellerinde üzeri çarşafla örtülü bir sedye. Sedyede bir tümsek. Nefessiz, rüzgarsız, gürültüsüz bir tümsek. Geçip gidiyorlarken önümden, bir kol sıyrılıp düşüyor çarşaftan. Tümsek biraz titriyor. Arkalarında ihtiyar bir kadın. Ağlamış da sesi kesilmiş. Yalnız dudaklarını açıp kapatıyor balık gibi. Havaya saydam ağıtlar bırakıyor. İhtiyar kadının kolunda bir genç kız. Tutuyor kemikten parmaklarını. Titriyor eller. İhtiyarın parmağında solmuş bir alyans. Ne zamandan kalma kim bilir. Erimiş etleri kadının. Yüzük düştü düşecek. Yeşil çilli parmağından.
Bekçi durduruyor onları. “Nene bura yasak.” Nene elini uzatıyor tümseğin ardından. Konuşabilse “Adamım” diyecek belli. Mükerrem olsun adı. Öldü ne de olsa. Başka isim gerek bu cisme. Mükerrem tümsek, çoktan kayboldu merdivenlerde. Her yan gülsuyu kokacak az sonra. İmam giriyor kapıdan.
Başımı kaldırıp bekçinin başının üzerindeki levhaya bakıyorum. Hastalar bile sınıflara ayrılmış. Gayri durulmaz artık bu dünyada. Kapısı olsa bir yerinde, billahi aralayıp gideceğim.
“En acil. Çok acil. Acil. Daha az acil. Acil olmayan.”
En acil olanlar, nefesi durmak üzere olanlar. Yani Azrail başında gezenler. Doktorlar onları masaya yatıracak, Azrail’le satranç oynayacaklar. Şah ve mat. Hangi hamleyi beğenirse mübarek gökyüzü, o alacak hastayı.
Acil olmayanlar, ölüler. Yani Azrail’in kazandıkları. Nefessiz tümsekler. Kurumuş nehir yatakları. Ahalisi bir tarafa göçmüş memleketler. Bu ne acıdır böyle. Kaderine terk edilmek. Üstelik kalabalığa en çok muhtaç olduğun bir anda. En üşüdüğün zamanda. Çırılçıplak. Alıp götürüyorlar seni. Ardından gelenlere dur diyorlar.
“Nene dur dedik ya. Yasak ora yasak.”
Bekçi, sen insan değilsin.
Nedir bu içimde köpüren. Sustukça konuşasım geliyor. Fakat sıkı sıkı büzüyorum dudaklarımı. Yine de kenarlardan sıyrılıyor kelimeler.
İhtiyarlar giriyor ve çıkıyor kapılardan. Kollarında evlatları. İhtiyarlar. Ve onların korkak bakışları. Tanrım, işte budur hüzün. Sürütmek bacağını ardın sıra. Engel olamamak ellerindeki titremeye. İnsanoğlu yalnızdır. Bazılarının çok iyi oyuncular vardır etraflarında, hepsi bu. Evlatlar saate bakar. İşleri var, gidecekler. Dünya işte, ne yapacaksın. Durup beklemiyor seni. Mazeret kabul etmiyor. Çok da umurundaymış zamanın, ağrıyan dizleri senin babanın.
İhtiyarlar. Tebessümle bakıyorlar gördükleri çocuklara. Gayri ihtiyari bir gülümsemedir onlarınki. Belki kendileri bile bilmiyordur güldüklerini. Ellerinin titremesi gibi bir şey. Öylesine doğal. Sulu gözlerinin içi gülüyor. Gidenle gelenin, bir tünelde karşılaşıp selamlaşmasıdır bu. Giden hüzünlüdür. Gitmek hep hüzündür zaten. Az kaldı karanlığa. Sonrası kesif bir unutulmuşluk. Yeşil mezar taşları. Eğrelti otlarıyla örtülmüş küflü mezarlar. Geride kalanlara son bir not : “Nerde mezar görsen ellerini aç. Elbet sen de olursun duaya muhtaç.”
Bebek sesi var üst katta. Bir grup çingene toplanıp gelmiş. Doğum odasında gırnata sesi. Göbek atıyorlar belki de. Alt katta büzülüp kaldı Mükerrem Tümsek Bey. Ah ne üşümüştür o şimdi. Biri girse şu an içeri. Bir sigara yakıp yerleştirse dudaklarına. Ciğerleri ısınsa. Erise ağzının kenarındaki donmuş kelimeler, koynuna aksa. Kim söndürüyor bu ışıkları? Hem soğuk, hem karanlık. Gırnata göğe çıkıyor, Mükerrem Tümsek Bey titriyor. Neneyi müşahedeye yatırdılar. O da gider birazdan. Yanındaki genç kıza kalır soluk alyansı. Kız hiç saklamaz, bozdurur onu. Kendisine son moda esvaplar alır. Ruj, oje, allık falan bir de.
“Altın fiyatları delirdi ula” diyor bekçi. Az önceki ölü temizlikçiyle vardiya değiştiren mavi önlüklü adama. Adam bıyığını kaşıyor.
Annem nerede benim?
Sesi de çıkmıyor artık. Nefes alamıyorum. Bebek pudrası ve gül suyu siniyor ciğerlerime. İçimde bariz bir taarruz var. Kelimeler köpürüyor hala dudaklarımdan. Bir şey söyleyeceğim, söyleyemiyorum. Fakat ağlamaklı bir gülüş var yüzümde. Kapının camından görüyorum suretimi.
Annem çıkıyor sonunda. Elini sarmış da top etmişler. Rengi atmış gül yüzünün. Kavrulmuş soğan kokusu geliyor burnuma etekleri titredikçe. İşte bu mutluluktur.
Kol kola girip uzaklaşıyoruz oradan. Kapıda Sami bekliyor bizi. Arabanın camına dayadığı loto kağıdını dolduruyor. Temiz hava. Tanıdık bir yüz. Aynı bulutlar, aynı çukurlu yol. Camı açıp artık arkamızda kalmış hastaneye bakıyorum. Dilimde hala söyleyemediğim sözler. Yalnız; mavi bir kurdela gibi uçuşuyor saçlarımda bir cümle:
Hayat, seni ne çok seviyorum.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Yoruma geç kaldığımı biliyorum ama daha önce belirttiğim gibi "Terbiyesizler"den sonra başladım külliyatınıza. Sıradan bir hastanede her gün yaşanan olaylar ve manzaraları anlatan kelimeler sizin yüreğinizden süzülürken, sihirli bir değneğin ucundan hedefe yayılan yıldızlara dönüşüyor ve hedefini büyülüyor. Yazınızı okurken aklıma geldi. Adam çocuğu acil'e getiriyor; Soruyorlar
- nesi var?
-para yuttu.
-kaç lira
-1
Doktorlar gerkli operasyonu yapıyor ve çocuğun boğazından 3 ad. para çıkarıyorlar: 1ad. 50, 2 ad. 25 kuruş...
O kadar güzel ve uzun yorumlar yazılmış ki yazıya uymuş.Bende boş durmamak için anazliz yapmak istedim. Yazının üstüne yorumlarıda okuduktan sonra eleştiriden anlamayan biri olarak şunları söylemek isterim. Ama önce kısa bir öykü :-) küçüklüğümü bile hatırlayamayacağım kadar ufak tefekken, o zamanı hatırlatan tek şey hala sağ kulağıma sıkışmış mavi misketti. Hep o çakal Ahmet in yüzünden olmuştu. Sözüm ona kulağıma sığıryor mu diye deneyacakti ben haklı çıkmıştım. Ben ona Ahmet bu misket bu kulağa sığar derken onun duyacağı şekilde söylemiştim ama sözüm ona duymamış. İşte o gün bugün bizim mahalledeki en güzel misket havalarını ben duymam. Her şeyin kötü tarafına bakmamak gerekirmiş. Hep ablama enişten küfrederken ben hep o sağ kulakla onları dinlemeyi seçtim. Tabi arada üzüldüğüm zamanlarda olmuştu ablamın sol gözünü morartığında keşke gözlerimin birinede misket kaçsaydı diye aklımdan geçirdim. İkinci üzüldüğümde lise ikinci sınıfta o benim kalbimi güm güm ettiren kız yok mu. İşte bu mavi misket yüzünden hep Ahmet e kızmışımdır. Kıza teklif ettiğimde kız bana evet demiş . Kızın sağ yanında Meryem diye çilli arkadaşı olunca bende onun sol yani benim sağ yanım yanı duymayan kulağım. Kızın bana evet dediğini duymadığımdan kızda onunla dalga geçtiğimi sanmış. İki yıl konuşmadı benimle taki iki yıl sonra babasının tayini çıkıp gidince benim sol tarafımda durup bana sevdiğini söyleyince ah Ahmet ah dedim.Kız güldü.Ahmet nereden çıktı diyince işte dedim sağ kulağımdaki o mavi misketi gösterdim.Neyse kız gitti ama o gün bugün o sol yanıma gelip bana seslenişi unutmam birde onu hep sol yanımda güm güm atan yanımdan....hala hastaneye gitmedim. Anı olarak saklarım nede olsa mavi misket nazar boncuğu gibidir. Gerçi nazar değecek bir yanımda yok ama.... :-) Ama ben sizin yazına nazar değmesin derim... Çok güzel doyurucuydu. Gelelim tahlilime yazım stiliniz çok güzel+Şiirsel+mizahi+ tarjik+..... hepsi var bu sizin çok fazla kelime dağarçığı olduğunu bu dağarçık hayal güçüyle birleşmiş içine zeka unsuruda girince güzel birşey çıkımış. Atasözü gibi kısa cümleler oluşturmanız sizin her zaman ki yol göstericilik ruhunuzu öne çıkartıyor. Benzetimler ise okuru fazla ayıntıya sokmamak için sizin kısalatma şekliniz olmuş belkide. yoksa o kadar ayrıntı anlatırsınız kı o şüphe götürmez.olay ve konu çokluğu sizin için önemli olduğundan diğer olayları kısa kesmişsiniz. zihniniz çok ama çok hızlı işliyor ve de çok yönlü hemde ayrıntılara kadar.. Ayrıca şunu keşfettim bu ayrıntılar insanları dahada çekiyor taksici sami ( yani çevremideki olağan tipler ve bunların hareketleri). Kendi öykümdeki ahmet çilli mehtab buna örnek... Bu biraz entellektüel-41 hocamın güzel yorumunu andırsada....zihin ve zekanız süper öyleki yorumlardan bile insanı çöze bilme yeteneğiniz var.....
Neyse beni ukala anlamadığınızı biliyorum. Yinede affınıza sığınarak bende böyle yorum yaptım.
NE KADAR SÖYLERSEM SÖYLEYEYİM TEK KALİMEYLE SİZ "SİHİRLİ KALEMSİNİZ"
SEVGİYLE KALIN........
DİLEK YILDIZI tarafından 1/28/2012 10:38:14 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Öncelikle öykünün başlığı dikkatimi çekti ilk anda! "HASTANE" yerine "Hastahane" yazılmalıydı. Sanıyorum yazarımız öykü mahallinde kullanılan yerel aksan ile başlık atmak istedi! Çünkü dili çok iyi bilen ve kullanan bir yazar, Sayın Aynur ENGİNDENİZ. Bu yüzden başlığı bilinçli olarak bu şekilde yazdığını düşünüyorum.
" Bir de teselliye kalkıyor bizi
her sabah kapımıza bıraktığı kara gün ile
utanmaz hayat."
Öyküye girişteki bu farkındalıklı sitemkâr girizgah, hayata savrulan bir küfür, bir meydan okuyuşu gibi.
Baştan sona büyük bir heyecanla, samimiyetle hazmederek öykünün içine girerek okudum. Her kahramanda ve olayda o ruhu hissederek, etkilendim öyküden.
.
Yazarın beni en çok etkileyen yanı akıcı ve duru dili, Türkçe' ye hakimiyeti, doğallığı ve yerel karakterlerle dilleri çok bilinçli ve sevecenlikle konuşturması.
Öykü içeriğindeki kahramanlar ve iç içe geçerek gelişen olayların bolluğu, çeşniliği öyküyü kıymetlendiren, ona olaganüstü bir güzellik, gerçeklik kazandıran özellikler. Zaptedilemez bir hızla dönen hayatın öğüten çarkları arasında öğütülen gerçek yaşamlar ve bunlara dair renkler, izler değil mi öyküyü farklı ve okunur kılan!
Girişte, anne, baba ve kızından teşekkül aile ile mahallenin taksicisi Sami' den ibaret kahramanlarımız ve,
Elini bıçak kesen anne ile başlayan vaka sarmalında birbirine bağlı iç içe gelişen olaylar çerçevesinde;
İnsan ve insanın çevresinde dönen hayatlar irdeleniyor. Yaşamın insandan, insanın da yaşamdan soyutlanamayacağının; devinim halindeki yaşamın kendisinin buna izin vermeyeceğinin altı çiziliyor.
Yaşam tek başına "BEN" in etrafında dönmüyor! "BİZ" olgusunu göz ardı eden her bir şeyi yutuyor bu gerçek! Çünkü yaşam tekil değil, çoğul bir kavram! Tek tek her yaşam, farklı farklı "YAŞAMLARI" oluşturmakta.
Annenin kesilen eli ve hastahaneye götürülme süreciyle başlayan bu devinim, her bir görev alanının diğeriyle ilişkisi bağlamında öyküden öyküler çoğaltarak hayatın çokluğu ve çeşitliliğine, insanların birbirlerine gereksinimleriyle vazgeçilmezliklerine, günlük yaşamda önemsemediğimiz ya da küçümsediğimiz nice meslek ve/veya kişilerin aslında hayatın merkezinde yine hayata / hayatlara azımsanmayacak katkılarla, anlamlarla ve; hayatın merkezinde ayrımsız her rengin, her ses ve nakışın kendi hacimleri ölçüsünde hayata değer kattıklarını, vazgeçilmezliklerini gözler önüne seriyor. Günlük yaşamda sıradan gördüğümüz / anlamlandırdığımız kişi ya da hizmetlerin ve o hizmete vakıf olanların bizim hayatımızda (istese de istemese de) bir şekilde yer kapladığını, -olumlu ya da olumsuz- katkı
sağladığını, böylece kendiliğinden oluşan bir zincirin ( yaşam zinciri) vazgeçilmez halkaları olarak yaşama devinim kazandırdığını, anlam kattığını vurgulamakta.
Toplumsal yaşamda sosyal, ekonomik, kültürel, tarihi motiflerden oluşmuş bir yapı, bir düzen bulunmaktadır. Bu yapının düzeni için her meslekte, her cinste, her eğitim ve olanakta farklı insanlarla yaşam çarkı döner / döndürülür. Bu çark dönerken her birinin farklı yaşamları, farklı olayları çıkar karşımıza. Biz bunları çokça görmeyiz, duymayız, bilmeyiz...Yaşamın akışı içinde nefes alan ve birbirine bir şekilde muhtaç her insanın/mesleğin kendi içindeki kapalı kutusu olan yaşamı hayata açılan pencerelerdir. Bir zincir ve onlarca halka ile hayata açılan onlarca pencere; çapıyla, boyutuyla, niteliğiyle, rengiyle, cinsiyle, cismiyle, gerekçeleriyle farklı farklı...
Öyküyü sonderece anlayarak, özümseyerek, etkilenerek ve hissederek, farkındalığıyla. okudum. Çünkü, öykü dili, betimlemeleri, konudan konuya ve kahramandan kahramana geçişleri muhteşem! Ve bunlar arasında zerre kadar bir kopukluk, bir zaafiyet görmedim, hissetmedim! Bunun nedeni, yazarın öykü kurgusunu sağlam ve bilinçli bir temel üzerine konumlandırması. Dilin yalınlığı ve akıcılığı kadar yerel motiflerle renklendirilmesi, bu motifleri iyi biliyor ve kullanıyor olması. Kendi yaratıcılığının sınırsızlığı içinde özgün söylemler oluşturması ve öykünün giriş-gelişme sürecinden sonraki final bölümünde (karmaşık gibi görünen) ancak aslında tane tane anlatılan temanın ana fikrini çıkaran etkili / vurgulu söylemiyle, yazarın okura verdiği mesaj çok güzel!
Aynur Engindeniz öykülerinin gerçek tadına varmak, içeriğindeki derinliği, içtenliği ve yaşam izlerini görebilmek, dokunabilmek, hissedebilmek için yazının uzunluğuna kısalığına bakmaksızın; önyargısız ve samimiyetle okuma isteğiyle yaklaşmalı... Bunu yapabildiğimiz oranda öykünün ruhunu hissetmek ve anlamak mümkün olur.
Şunu mübalağasız, çok açık ve net söylüyorum: Değerli yazın dostu Aynur Engindeniz' in kalemi göz ardı edilecek bir kalem değil! İnanılmaz bir tat, apayrı bir özgünlük var O' nun kaleminde! Gönül ister ki, bu değerli kalemden çıkan öyküler ilk ve ortaöğretim okullarımızda ders kitaplarına girsin, Türk Halk Edebiyatı' mızın özgün ürünleri olarak yeni nesile unutturmasın muazzam dilimizle değerlerimizi. Ve hayatın görünen yanı kadar görünmeyen yanındaki insanımızı, yaşamlarımızı, geleneklerimizi...
Muhteşem hayal gücüyle kurgulanan ve bende tiryakilik yaratan... her biri farklı kaynaklardan aynı ana pınara dökülen bu muhteşem kaleme ; edebiyatımıza, hayata , kültürel değerlerimize kattığı artılar dolayısıyla teşekkür ediyor; göz nuru ve emekle yoğrulu soylu çalışmaların hak ettiği yerde taçlanmasını diliyorum; bitimsiz saygı ve dostlukla...
RefikaDoğan/GülceEdebîAkı tarafından 12/3/2011 4:07:53 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
"Hastane" tabelalarda yazıldığı gibi girdi öyküme. Ben de "Hastahane" yazılmasından yanayım. Daha dilimize uygun ve şık duruyor. Ama günümüzde bu şekilde kullanılmıyor malesef.
Olaylar arasında kopukluk olmadığını söylemeniz içime su serpti. Endişelerim vardı.
Size emek dolu, eleştirinizden dolayı ne kafar teşekkür etsem az. Bana o kadar yardımcı oluyorsunuz ki...Sizden pekçok şey alıyorum. Motivasyonun yanında son derece önem verdiğim edebi ve sosyal bilgiler. Ufkumu açıyorsunuz.
İnşallah bu beğeniye layık olmayı devam ettirebilirim.
Güzel yüreğinizden öpüyorum.
Sevgiler saygılar sonsuzca...
Saygıdeğer Aynur Hanım,
Bu muhteşem paylaşımınıza öncelikle teşekkür etmek ve oldukça özen gösterilmiş bu emeğe hak ettiği ölçüde yorum yazmak istiyorum. Şimdi çok kısa bir süreliğine net.e girip çıktım. Akşam muhakkak yazmalıyım! Özel mesaj sayfanız okura kapalı olduğundan burada bilgilendirme gereğini duydum! Çok affedersiniz!
Sevgiyle, dostça...
Aynur Engindeniz
Rahatsızlığımdan dolayı uzun süredir deftere girip, iyi bir okuyucu olamadım. Hani hep derim ya Engindeniz bazen yorumlar yazı ve şiirlerden geçer.
" Nedir bu içimde köpüren. Sustukça konuşasım geliyor. Fakat sıkı sıkı büzüyorum dudaklarımı."
İşte öyle bir şey...
Aynur Engindeniz
İŞTE ÖYLE BİR ŞEY...
Bu bekleme salonları belki de bunun için var. "Ellerde ne dertler var, bugünümüze şükür " diyebilmek için.
Hastaneye derdini de çareni de bilerek gelmek güzeldir, dönüşte baban çukulata da alacaksa eğer. Ama çok ağır imtihanlar da tam o noktadan başlayabilir, noktaları birleştirmek için defalarca oralardan geçersin ama şekli bulamazsın. Nafiledir herşey.
Vel hasıl Allah dermansız dert vermesin.
Yine güzel bir yazı ve ben yine geç kaldım siteye girmekte. Ellerinize sağlık.
Bu arada ben de "sıkış insanlık biri daha geliyor" cümlesini çok tatlı bulduğumu söylemeliyim. Oturduğum yerde az öte gittim yani.
Aynur Engindeniz
Okumak ve değerlendirmekle mutlu ettiniz yine. Sozsuz teşekkürler, saygılar sevgiler.
"Bak bir kadın girdi kapıdan, kafasında olmayan saçları yüzüne tebessüm olmuş yerleşmiş...
Gözlerini feri gitmiş ama hala gülme derdinde, iyi olduğu için durmuyor ayakta Aynur, ayakta durmak için iyi olmaya uğraşıyor... :( "
Böyle bir hikayenin kahramanıydım bende...
O marazi koridorları hatırladım yazının başında ve hala ordayım ben...
Her birisi birbirine benzeyen kemoterpi hastalarındayım...
Ama sıyrılıyorum bu anı'dan...
Yazın güzeldi ve bak sürükledi işte...
Sevgimle...
Aynur Engindeniz
Herşey geçiyor...
Sevgiler güzelcik yüreğine.
İmgelerin yoğun olmadığı bu öyküyü neden daha çok sevdim diye soruyorum kendime .
İmge fukarası biri olduğum için mi, yoksa gerçekten böylesi sade yazılanlar daha kolay anlaşılıp, daha çok zevk verdikleri için mi ?
Son zamanlarda okuduğum en güzel öykülerden biriydi.
Aynur Engindeniz
neti açıp sayfanın uyarı yazısını gördükten sonra sayfana giriyor bir türlü çıkamıyorum....benim internet kotamı hep sen aşıyorsun.....yazından sonra başka yazı okumak içimden gelmiyor bilesin...saygılarımla can....
Aynur Engindeniz
Her mısralardaki anlatım bizi aldı götürdü. Söylemlerinizde büyük dünyalar var. Hastanenin hüzünlü ve neşeli dünyasını ne de güzel anlatmışsınız. Kaleminize,yüreğinize sağlık.
Saygılarımla
Aynur Engindeniz
Merhaba, öncelikle kaliteli bir yazıyı paylaşmanın dinlendirici havasını teneffüs ettiğimi belirtmeliyim…Bir kaç cümle ile bazı detayları görmezden gelerek sayfanızdan ayrılmayı doğru bulmadım:
Yazınız ironik bir olayı betimlemesine rağmen aralardaki farklı gözlemler abartılarak güldürü seanslarına dönüştürülmüş.Paylaşımlarda zihnimiz hüzün moduna girdiğinde, bu kez şaşırtıcı bir biçimde gülmeye adapte olmaya çalışmakta. Bu durum psikolojik adaptasyon sıkıntısı vermekte okuyucuya. Bu yüzden yazının ana fikri hüzün olmasına rağmen zaman zaman komedi türü anlatımlarla yazının konuya odaklanması elden kaçırılmıştır.
Zihnimiz dışarıdan gelen binlerce uyarıcıdan sadece ilgi alanına girenleri algılayarak diğer uyarıcıları duyduğu halde algılayamaz. Böylelikle sadece dikkatini çeken sesleri, objeleri, olguları kodlayarak kısa süreli belleğe kaydeder…Prof.Dr.Nuray Senemoğlu, öğrenmenin anatomisini anlatırken zihnin, kendi kapasitesi dahilinde algı kontenjanını kullanabildiğini, kalanını otomatik olarak filtrelediğini, bunları anlamlaştırarak kısa süreli belleğe kaydettiğini, hemen ardından da pekiştirerek uzun süreli belleğe gönderdiğini ifade etmektedir.Bu işlem süresinde de yine bir kısım algılamalar sönerek unutulmaktadır. Dolayısı ile öğrenmelerde zihin, ilgi ve dikkatini çok miktarda uyarıcıya odaklayamamaktadır. Zaten böyle olmasa zihnimiz kapasitesinin üzerinde zorlanacağından kısa sürede dumura uğrar. Hikayenizde anlattığınız olaylar bir anda ve çok sarmal bir biçimde ifade edilmekte ise de, bu şekilde zihnin dikkatini dağıtmadan bir andabir çok olaayı detaylı bir biçimde hafızada tutması gerçekçi gözükmemektedir. O nedenle anlatımlar biraz gerçeklerden uzaklaşmış gözükmekte.
Metni oluşturan tümceler kısa tutulduğunda ifadeler daha duru ve kolay olmakla beraber, bazıları haddinden fazla kıs tutulmuştur.Bu yaklaşım, sanki bir yazıyı özetlemişiz intibası uyandırarak, bu kez metnin yapısında dikkat çekmeye başlamıştır.
Diğer bir husus da esprilere, inançlardaki dogmaların kendi algılamalarımıza göre anlatılmasıdır. Meleklerle ilgili ifadeler biraz daha kendine özgü anlatılabilirdi. “Azrail’le satranç oynayacaklar.” Tümcesinde olduğu gibi.
Bazı bölümlerde “realizm” adına okuyucuya yanlış mesajlar verildiği kanısı uyanmakta. Örneğin: “İyi adamdır sağ olsun. Arada içer karısını döver. Karısı da dövülmeyecek gibi değildir ama.”
Burada bazı kadınların dövülebileceği, karısını döven ve içenlerin iyi adam kategorisinde değerlendirilebileceği algılanabilir.
Kaleminizin gücü ve düz yazıdaki yüksek çıtanızın, hoşgörü ile de taçlandırılmış olduğu kanaatimle saygılarımı sunuyorum efendim…
Aynur Engindeniz
Azrail ile ilgili düşüncenize fikir olarak katılıyorum. Dini hiç bir inanışla oynanmamalı.Benim çalışmalarımın özü daima inancım ve öz kültürümdür. Rabbim rızasına ters tek bir kelime yazmayı nasip etmesin bana. Fakat benim öykümde Azrail'le oynanan satranç kurgusunda herhangi bir kişisellik yok. Bu bir benzetmedir. Ölüm kalım mücadelesi ve satranç arasındaki bağ. Kendimce tabi. Başarılı olmamış da olabilir. Herhangi bir alaya alma durumu söz konusu değil, olamaz da.
İyi adamların da içki içebileceğine inancım sonsuzdur. Bunu alkolden nefret eden, hayatında bira kutusu dahi görmeyen bir insan olarak söylüyorum. Alkol belki iradelerindeki ve inanç sistemlerindeki zayıflıktan hayatlarında. Fakat içlerinden çok iyi insanlar da çıkıyor. İyi kul mudurlar, orasını Allah bilir.
Dövülmeye layık adamlar da vardır kadınlar da. Pozitif ayrımcılığı kesinlikle red ediyorum. Genel olarak, insan dövülmez inancındayım. Ama istisnalarım her zaman olabilir. Çünkü biz insanız. Artılmış ve damıtılmış da değiliz. Edebiyatımız da bizler kadar gerçekçi olmalı, diye düşünüyorum hocam. Fakat o kısımda daha farklı bağlamalar da yaparak ifademi netleştirebilirdim. Böylece maksadımın her karısını döven ve içen adam iyidir, olmadığını daha net anlatabiliridm.
Kısa cümlelerime gelince, haklı olabilirsiniz. Bu beğeni meselesi. Ben çok uzun cümleleri sevmem. Okuyucuyu cümlenin bir kenarında kaybetme riski taşırlar. Kısa cümleleri de vurgu amaçlı kullanırım ve okumayı da yazmayı da severim. Belki bu yazımda fazla kullanmış olabilirim, dikkat etmedim; bakacağım.
Şimdi dönüp öykümü okuyacağım ve eleştirdiğiniz noktaları daha dikaetle inceleyeceğim.
Tekrar zaman ayırdığınız, eleştiriye layık gördüğünüz için teşekkür ediyorum.
Sonsuz saygılar.
Entellektüel-41
Aynur Engindeniz
Yanımda olup destek olduğunuz için teşekkürler tekrar. Hiç de kırılmam. Yeterki gerçekten böyle güzel bir diyalog olsun. Asıl ben verdiğim cevapla sizi kırabileceğimi düşünüp üzülmüştüm. Ukala demenizden korkmuştum:))
Ama hatalarımı kabul etmenin yanında, inandığım şeyin sonuna kadar arkasında durmak da erdemdir benim için. Ben de hoşgörünüz için teşekkür ederim.
Saygılar.
Bir fotoğrafın çok daha fazlasını büynesinde taşıyan bir öykü.
Bu Aynur tarzı bir fotoğraftır, hani fotoğraf karesindekilere bakınca onları şeffaf görürsünüz.
İçlerini dışlarını, ruh alemlerini hepsini, hepsini görebilirsiniz.
Hatta fotoğraftakinin telaşıyla telaşlanır, mutluluğuna sevinir, hüznüne kederlenirsiniz.
İşte bu "Edebiyat" tır.
Açıkcası itiraf etmek gerekirse ben yazmadan önce etrafıma çok dikkatli bakmadığımı fark ettim.
Bu yazıyla da tekrar şunu gördüm, yazmak isteyen kişi gerçekten iyi bir gözlemci olmalı.
Sadece bakmamalı, görmeli hisleri...
Ne diyebilirim ki:)
Çok tebrikler Canım Yazarım...Seni okumak onur.
Ha bu arada bana kalırsa gitmek gibi, gelmek de hüzünlü bakma gelişimize sevinenlere, terk ettiğimiz yer daha emindi,daha huzurluydu bizde onun daimi hüznü var:)
Sevgimle!
Aynur Engindeniz
Gelmek hüzünden ziyade endişedir bana görekuzucuğum. Aslına bakarsan gitmekle aynı bile sayılabilir. Ama yazıda geçen gitmek ölüm olunca, konu ayrılıyor. Hayat herşeye rağmen güzel bir çile. Fakat ölüm muamma. Korkunç. Çünkü heybemizdeki azıktan bihaberiz. Ne götürürsek onunla muamele göreceğiz. Ya azap var ya huzur. Biz hangisini hak ettik. Canımız yanacak mı? Utanacak mıyız? Bilemiyoruz ve korkuyoruz...
Rabim hepimizi korktunlarımızdan emin eylesin.
Teşekkür ederim güzel sözlerin için. Sonsuz sevgilerimle küçük devim.
O qué
Bu arada inan çoook içimden, severek söylüyorum, o canım yazarımı :)
İnanıyorum ki hissediyosundur.
Sevgim daim...
"Sıkış ey insanlık biri daha geliyor" süpersin ne diyeyim sana. Hastanelerden ne öyküler çıkar ama seninki kadar canlısı çıkmaz. Kutlarım canım. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkürler.
Böyle bir şeyi; izlenim olarak yaşadığım için, çok tanıdık geldi satırlar...
Rabbim derdinde iyisini, güzelini versin...
Hastahanelerde bulunmak zordur...zor..
Hürmetle...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum kıymetli okumaların için.
Selamlar.
"Burası Azrail’in hayatla pazarlığa durduğu yer. Keskin hamleler, hayati müdahaleler sessiz bir sır gibi dönüyor koridorlarda." ifadeye bayıldım
"Gözleri önüne düşmüş, ölmüş de kütükten silinmemiş bir tip. Elinde leylak kokulu bir paspas." cümle harika kurulmuş...
"Yalnız; mavi bir kurdela gibi uçuşuyor saçlarımda bir cümle:
Hayat, seni ne çok seviyorum."
okuyana zevk veren ne menem şeydir şu harika kullanılmış cümleler...
hastane koridorlarını, alışa gelmiş insanları, umutsuz insanların arasında kendin için de olsa bir umuda kavuşmak ne kadar güzel işlemişsiniz sayın yazar...
kutluyorum...
sevgi ve saygılarımla...
Aynur Engindeniz
Değerlendirmeniz için teşekkür ederim.
Saygılar.
hastane fobim var ,okurken gıcık kaptım, kokusu ta oradan burnuma geldi
-yine hayatları iyi yakalamışsın
bir tarafta yaşam ,diğerinde ölümler,
sevgiler
Aynur Engindeniz
Teşekkürler varlığın için.
Sevgiler çokça.
Burnuma keskin bir Amonyak kokusunun geldiğine yemin edebilirim...
Sevgili Aynur sen okutmuyorsun ki! Belki sayısız kere tekerrür olacak ama bıkmadım, bıkmayacağım bunları söylemekten. Okumuyor her bir harfi bile yaşıyorum senin öykülerinde.
Hayal gücümüzü zorlamaya bile gerek duymayacak kadar net bir anlatım. Mükemmel bir tasvir yeteneği. Kutlarım çok pek çok.
Her daim hayran olduğum kalemine bereket can dostum.
Kalben sevgimle...
Aynur Engindeniz
Biliyorum ki hata bulduğunuz yeri de söyleyeceksiniz. İşte bu yüzden içim rahat.
İyi ki varsın.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Ben de seni seviyorum. Dua et bizler için.
Sevgiler.
AYSE 09
rabbim şafi isminle şifalar versin
seni seviyor annen
meleğim
Aynur Engindeniz
Sen dua et yeterki.
Sevgiler.
Uzun olmakla birlikte bir solukta okudum yazınızı. Bir tarafta ölümün hüznü, öte tarafta doğumun mutluluğu, O kadar mükemmel bir gözlem yapmışsınız ki en ufak ayrıntı bile gözden kaçmamış. Bir hastanenin sadece görüntüsü değil aynı zamanda ruhunu da yansıtmışsınız sarırlarınıza. Ama hepsinden önemlisi şu: Bu yazıyı eğer ben yazmış olsaydım sonunu kesinlikle '' Hayat senden nefret ediyorum '' diye bitirirdim. Siz ise annenizin o hastaneden üszeri çarşafla örtülü olarak çıkmamasızı, adaşım taksicinin orada sizi bekliyor oluşunu bir mutluluk vesilesi olarak anlatabiliyorsunuz. Sanırım önemli olan da bu. Yani mutsuzluk için sebep aramak yerine mutlu olmak için sebep aramak.
Kutlarım. Çok güzeldi yazınız.
Selam ve sevgilerimle...
Aynur Engindeniz
Öykü hastanede yazıldı fakat tamamıyla kurgu. Aslında böyle şeyler hep var. O yüzden ne derece kurgu ve bana ait bilemiyorum. Sadece fotoğrafı çekip sözcüklere döküyorum. Kurgu hayatın ta kendisi.
Çok teşekkür ediyorum.
Saygılar sonsuzca.
Sevgili Aynur,
Sağlam giden, hasta olarak çıkar zaten hastaneden... Hani hem deriz ya, allah oraya düşürmesin ama eksik de etmesin. Çok doğru. Nelere şahit oluyor insan bazen kısacık sürede. Kurguysa bu hikaye eline sağlık. Ama yaşanmış bir hikaye ise Annene geçmiş olsun. Öptüm ellerinden :)
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ederim okuyup değerlendirdiğin için. Küçük rahatsızlığımı atlatabilirsem inşallah aranızda olacağım yeniden. Öykün ben yokken almış başını gitmiş. Son bölümü kaçırdım yine. Toparlanma vakti.
Sevgiler çokça.
Çok etkilendim.
Kısa ve dingin cümlelerin ardında yatan telaşlı ve koşuşturmacalı resim kareleri. Ve aynı kararlılıkta tasvirler.
Ve yine tüm bunların arasına serpiştirilmiş o kulakların duymamasının iyi olacağı, patiklere biçilmiş mutluluklar ve insanların yalnızlığına dair o keskin söylemler...
Cidden güzel bir yazı. Açıkcası uzun olduğunu görünce yarım kalma endişesi taşımıştım okumaya başlarken ve hatta bir de sıkıcı bir yazıysa zor biter diyordum ki bir soluk gibi ve sürükleyiciydi. Finale doğru giderken içime dolan o yaşama hüznü... İnsan manzaraları... İzleyişler...
Güzel ve temiz bir anlatım.
Kutluyorum Aynur Hanım.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim güzel sözleriniz ve beğeniniz için.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum. Saygılar.