Hafızasız Yaşam
Uzaklarda duyumsanır ya en saf duygular, özlemin etkisiyle büyülenmiş gibi oraların her şeyi bir başka tatlı gelir ya insana, tam da bu duruma benzer bir hâletiruhiye ile ıslandığımı fark etmeden yürüdüğüm dar sokaklarda buldum kendimi.
Ayvalık sokaklarını andıran, kedilerin bile terk ettiği bu dar geçitlerin büyüsüne bel bağlamış kendime gülümseyen yirmi yıl önceki halimle süzüyordum olanları. Yaşlanmak bu olsa gerek…
Yangın bombaları yüzünden yıkılmış, çökmese de duvarları kararmış, yas tutan bir mahalledeyim. Binlerce masum insanın katledildiği, koca bir dram nasıl oldu da unutulup gitmişti. Buranın bir Açıkhava müzesi kıvamındaki halleri bile umursanmıyor, her şey oluruna bırakılıyordu. Hafızasını yitirmiş bir toplum halini alıyorduk. Balık hafızalı olmamızdan yakınırken bugünleri öngörmek zormuş demek. Üç günde unutulur oldu en acıklı yaşam öyküleri, savaşlar, katliamlar.
Bir spikerin katliamda beş yüz civarı ölü olduğunu duyurmasının hemen ardından, bir zayıflama hapının reklamı amaçlı habere geçiyor olabilmesi sadece profesyonellikle açıklanamaz sanırım.
Hiçbir hayat emaresinin olmadığı sokağın başındaki, nar ağaçları ile gelin gibi süslenmiş evin avlusunda sapasağlam duran üç tekerlekli bisiklet yaşamın batan köşelerine inat yumuşatıyordu içimi.
Zeytin, turunç, nar çocukluğumun renkleri…
Zakkum, Japon gülü, gelin duvağı ile çevrelenmiş bahçelerde içilmiş çaylar, yeni asfaltlandığı için Wembley sandığımız sokaklarda kovalanmış lastik toplar, candan gülümseyen insanların kucaklaştığı üç dinin bayramlarında yenen kahkeler, patlıcan-ceviz reçelleri geldi gözlerimin önüne.
Burada Ortodoks kadınlar eşleri öldüğünde siyahlara bürünürler. Bu mahallenin de eşi ölmüştü işte, simsiyahtı her yanı, örtünmüştü karanlıkla. Bakıp göremeyenler yummuş yüreklerini sadece izliyorlardı.
Nice fotoğraf gördüm binlerce kilometre öteden, haberler izledim, gazete köşeleri okudum ama anlamamışım. Üzüldüm içim ezildi ağladım ama bilememişim. Burada yaşananların içine girememişim. Bir kez olsun gelmek gerekiyormuş demek; yaşanan dramı algılayabilmek, insanlığımdan utanmak için…
Dar sokakların taş yollarında yürüdükçe sorguluyor, etrafa bakındıkça çaresizliğimi kavrıyordum. Kapısı sıkıca kapanmış bir kilisenin hemen arkasındaki cami, başlı başına umutken oysa…
Bir logo geliyor gözümün önüne, üç dinin beraber dostça ve şık bir biçimde yaşadığına dem vuran hoş bir çalışma bu. Başka şehirlerdeki benzer kaynaşmayı da yok etmek isteyen zihniyetlerin burada yaptıklarını oralarda da uygulamak isteyeceklerini düşünmek ürpertiyor beni.
Yıllar önce bir Amerikalı profesörün tez çalışması amacıyla geldiği bu topraklar için söylediklerini aktarayım size.
‘’3 Semavi din ve 6 mezhebe mensup insanların barış ve hoşgörü içinde yaşadığı ender kentlerden biri olan Hatay’da dinler ve kültürler arasındaki farklı diyaloglarla ilgili araştırma yapmak için Antakya’da olduğunu belirten Dr Jens Kreinath, 3 aylık bir çalışma sonrası insanlar arasındaki farklılıklara rağmen, çok kültürlü yaşamı araştıracağını kaydetti
Hatay’la ilgili ilk izlenimlerini de aktaran Dr Kreinath, "Burada insanlar birlikte yaşıyor Birlikte bayramlarını kutluyor Birlikte dua ediyorlar Bu çok farklı bir şey, Antakya sokaklarını dolaştım evlerin kapıları devamlı açık insanların güvende yaşadıklarını benimsemeleri dikkatimi çekti " dedi
Dr Jens Kreinath, "Burada sadece sohbet yok; cenazelerde de birlikteler Kilisede iki cenazeye katıldım Cenazeye alevi sunini Hıristiyan hep birlikte katıldılar Hep birlikte üzüldüler Üzüntüleri birlikte paylaştılar Bu muhteşem bir şey, birde gençlerin cenazelerinde fotoğrafları oluyor Avrupa’dan çok farklı, bu da Arap kültüründen olsa gerek " diye konuştu Dünyada farklı kültürlerin bir arada yaşayabileceğini araştırmak ve araştırmalarını dünya ile paylaşmak için burada olduğunu kaydeden Dr Jens Kreinath, "Burada insanlar için din önemli ama en önemli şey insanlar arasındaki hoşgörü.’’ Diyor ve ekliyor;amacım bu proje sonunda buradaki halkın gen haritasını çıkarmak.
Bugün ne düşünüyordur acaba?
2 yıl önce ülkenin başka bir köşesi:
Sıddık ele avuca sığmayan bir çocuk…
Ev ödevleriyle ilgilenmediği gibi, hasta annesine ev işlerinde yardım etmek konusunda da acımasızlaşıyor, ergenliğin yuvarlanmış bakış açılarına güvenerek, etrafını kırıp döküyordu. Haylazlığın zekâyla birleşip bu denli kötü yönlendiği başka bir çocuk olduğunu sanmıyorum. Ne yapıp eder birilerini sinir etmeyi başarır, bundan da büyük bir keyif aldığı belli olacak bir ağız gevşemesiyle kahkahalar atardı. Arada tıkandığı için komik bir hal alan bu gülmeleri ile ünlenmiş yaramaz çocuğun adından çok lakabını bilirdi herkes.
Şanzıman…
Mahallenin zıpır ağabeyleri komiklik olsun diye göğsünde koca bir Ş harfi olan turuncu bir tişört bile yaptırmışlardı ona. Şanz Man diye seslenir olmuşlardı. Gel zaman git zaman Sıddık adı unutulmuş Şanzıman, Şanzman, hatta Şazo diye çağrılmaya başlanmıştı.
Okuldan kaçıp gittiği bilardo kahvesinde sigaraya başlatmışlar, doğuştan esmerliğine ek olarak çabuk büyümesi için gerekli olan aksesuarına da böylece kavuşturmuşlardı.
Şazo artık Red Kit gibi elinden eksik etmediği sigara için de ayrıca dayak yediğinden, yüzü gözü yara bereden kurtulmuyordu.
Okula hiç uğramaz olmuş iyiden iyiye serseri hayatına dalmıştı. Bazı geceler eve gitmiyor tinerci çocuklarla dışarıda yatmayı yeğliyordu. İşte böyle gecelerden birinde tanıştı partili adamla. Hayatın anlamı ile ilgili dediklerine hayran olmamak elde değildi bu amcanın. Okumak konusunda Şazo kadar tembel olan birini bile gazete okur hale getirmişti birkaç günde. Küçük öyküler getiriyor sonra da onlarla bu kitapların özetini geçiyordu. Hep ne hissettirdi diye soruyordu onlara. Size bu hikâye ne hissettirdi?
Âşık olmak istedim dedi biri, yollara düşmek, uyumak istedi bir diğeri başka bir öyküden sonra ama bir daha uyanmamak üzere uyumak…
Küçük bir grup olmaktan çıkmış nerdeyse on kişi oluvermişlerdi. Boyacısı, simitçisi, dilencisi, bıçkını, sessizi, efesi, ayyaşı, tinercisi aklınıza gelecek ne kadar uçuk ergen çocuk varsa onun etrafında toplanmaya başlamıştı. Çocukların bilinçlendiğini fark eden büyük ağa bağırdı ağzından salyalar saçarak ‘’ şu entel dantele boyunun ölçüsünü bildirin bıraksın çocukların peşini’’.
Dövdüler, hastanelik ettiler, bacağından bıçakladılar…
Yıllar sonra gizlice Samandağ’a getirtilen, bir hücre evinde görevi için eğitilen Sıddık’ın kod adı Reşo’ydu artık. Gündüzleri kimse şüphelenmesin diye maydanoz toplamakta çalışan bu gencin üstüne ölü toprağı serpilmiş gibiydi. O eski kıpırtılı çocuktan eser kalmamış, yetmişlik bir dede gibi yürüyen, yüzünde kendine ait olmayan ifade ile korkutucu bakan, kapkara biri oluvermişti.
Reşo boş vakitlerinde örgütün ona verdiği makaleleri okuyor, o mutlu güne hazırlanıyordu. Davası için çok önemli bir eylemde başkahraman olmak büyük bir onurdu. Görevini en iyi şekilde ve bilinçli yapabilmek için ona verilen direktifleri de harfiyen yerine getiriyordu.
Gülmeyeli asırlar olmuş gibiydi. Bir gün ‘ne lan karı gibi gülüp duruyorsun biraz ciddi ol’ diyen eğitimciden yediği tokatla yeni bir dünyaya girdiğini anlamış, o gün bugündür de etrafında birileri varken gülmemiştir. Yatakta yorganın altında, tuvalette sessizce attığı kahkahalar da ona değil Şazo’ya ait saçmalıklardır.
21 Ekim 2020 gazete manşetleri
Nasıl Kıydılar, İnsanlık Dramı, Vahşet…
Bir süredir tehditler alan, aşırı milliyetçi gizli örgütün hedef seçtiği, medeniyetlerin kucaklaştığı özel yerlerden biri olan Hatay’ın eski yerleşim biriminde aynı anda onlarca patlama meydana geldi. Yüzlerce kişinin öldüğü bine yakın yaralının olduğu mahallede mahşer yerini aratmayan görüntüler için diyecek kelime bulamıyoruz.
Canlı bombalardan birinin daha kimliği belirlendi diyor haberler.
Reşo kod adlı Sıddık Şahin vücuduna sardığı bombaları kilise yakınlarında patlatırken onlarca kişinin katili olmakla kalmayıp, etraftaki ahşap binaların alev almasına yol açtığından birçok kişin de yanarak ölmesine neden olmuştu.
Akşam haberlerinde onun bedeninden kopan bir kolu duvarları yıkılmış bir avlunun bahçesinde görüntülemişlerdi. Yanında parçalanmış bir çocuk cesedi ve onun başında yere çömelmiş bir yaralı anne duruyordu. Genç annenin gözleri kola bakıyordu.
Dikkatli baktığınızda avucunda sıkıca tuttuğu bir siyah beyaz fotoğrafı görebilirdiniz. Annesinin kucağında doyasıya gülen bir bebektir belki bu ya da olay yeri inceleme ekibinin dediği gibi sadece bir delil parçası…
24.11.11
Nadir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.