Sadece Öptüm...
“Sadece öptüm onu.” dedi. “Sadece öptüm!”
Onunki sadece yalnızlık değil, içgüdüsel bir aymazlığın taşmasıydı belki de. Civa gibi hareketli olmakla kalmayıp, tatlı bir cilveye de sahipti. Bakışları bazen herhangi bir geceye gözlerini açan gri bir baykuşunki kadar ürkütücüydü. Teni eski yunan tanrılarından herhangi birinin heykeli gibi soğuktu. Geçmişi büyük ateşlere tanık olsa da.
Işık dolu iki elle ona dokunmaya çalıştım. Buzdan bile daha kaygandı düşünceleri. O vakit en sevdiğim otacıları düşünmeye başladım. Ona da yardımcı olabilirlerdi. Ona ve sanrılarına…
O, bana kusursuz cümleler arayan herkesten farklıydı. Beni sırtına alan herkesten…
Her geçen gün yüzeyden merkeze doğru daha da yaklaştığımı düşünürken birden ayaklarımın altından şaşkın bir toprak parçasının hızla akıp gittiğini hissettim. O an, bir karınca ile bir gergedanı çiftleştirdim. Bu öyle onarıcı, öyle dinginleştirici bir şeydi ki iç organlarım bile şaşırmıştı bu halime.
Bedenimin her yanını lavaboda yıkadım. Bazı iç çamaşırlarını çöpe attım. Birlikte içtiğimiz son sigara paketinin içine ciğerlerime yapışan en koyu balgamı bıraktım. Vaz geçtim diyetten. Kendime koca bir kase keşkül ısmarladım. Garip bir huşu içindeydim şimdi. Kalbimi daha da hissediyorum. Uygun adım insan ritmi…
Dedim ki kendi kendime; tenimin tüm ağırlığıyla özümü hissedebilmek için gereksiz bir kalabalığın içine girmeme hiç gerek yokmuş. Günlerce aynı şarkıyı dinlememe...
Kalbime bir bıçak girdi evet ama baktım aynaya tenimde hiç iz yok. Evde ne kadar iğne varsa batırdım memelerime. Ne kadar jilet varsa doğradım kollarımı. Hiç iz yok, hiç kan yok. Hiç acı yok… Kabamdan kalma Canik 55 marka fabrika yapımı tabancayı tam şakağıma dayamıştım ki; telefon çaldı…
“Sadece öptüm onu!”
“Sadece öptüm”
jir-fhrn