Öğretmenliğe Giriş
Tesadüfen öğretmen olanlardanım. Özel sektörde başlayan öğretmenliğime halen devam ediyorum. Ben İstanbul’da sahaflar çarşısında kitaplarla iç içe olmak istiyordum. Bir o kadar da İstanbul’ u istiyordum. Ama hayatın gerçekleri ve zorunlulukları hayallerimin üstüne çıkmıştı. Öğretmen yetersizliği sebebiyle çalışabilme ihtimalimin doğduğu bir kurumda paraya ihtiyacım olduğu için çalışmaya başladım. Bir hafta sonu ziyareti önlüğü üstüme giymemle sonuçlanmıştı. Hayallerimin peşinden gitmek gibi bir şansım yoktu. Çünkü memleketten gelen parayla hayal kurulmuyordu. Artık okul bitiyor (her zaman gurur duyduğum Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi) ve benimde kendi ayaklarımın üstünde durmam gerekiyordu. Öğretmenliğim böyle başladı. Maaşımın ne olduğunu ilk ayımın sonunda öğrenmiştim. Çalıştığım ilk bir ay boyunca utandığım için maaşım ne olacak diye soramadım.
Yıllar önce başladım öğretmenliğe diyebilmem için aslında daha zamanımın olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar on beşinci yılda olsam da… İlk günlerim bu gün ki gibi aklımda. Üzerimdeki kıyafetlerim, (takıntılı olmamla da alakası olsa gerek) ilk sorulan soru, sınıf, öğrenciler hepsi… Sınıfa ilk girdiğimde çok heyecanlanmıştım. Aklıma ilk gelen tahtaya adımı yazmaktı. Alışkanlık oldu her yıl ilk derse böyle başlıyorum. Sorulan ilk soru ‘kar yağarken gök gürler mi?’ Üstümde kot pantolon, siyah bir kazak, ayaklarımda botlar vardı. Saçlarım upuzundu ama günün sonunda kurum müdürü bir hafta sonrasına saçlarımı kısaltılmış olarak görmek istediğini söyledi. Bu kısaltma işlemi iki hafta daha sürmüştü. Hocam ya da öğretmenim diye seslenen olduğunda hiç üstüme alınmıyordum. Dönüp etrafıma bakıyordum hangi öğretmene sesleniyorlar diye.
Öğrencilikten öğretmenliğe geçmekle sanki ezbere bildiğim bir hayattan hiç bilmediğim bambaşka bir hayat geçiş yapmıştım. Sudan çıkmış balığa, damdan düşmüşe, şaşkın ördeğe dönmüştüm. Önüme sorular geliyordu beş seçenekli. İlla birinin yanlış olması gerektiği yazılsa da ısrarla hepside doğru geliyordu bana. Ya da doğruyu seçmem gerektiğini söylüyordu oysa birden çok doğru çıkıyordu karşıma. En doğru yorum isteniyordu hal bu ki şıklarda bence doğru olan yoruma yer verilmemişti. Olanlar içinde en doğruyu seçmek canımı sıkıyordu. Çok sürmedi sorularda, yanlışlar içinden doğruyu, doğrular içinden yanlışı, yorumlar içerisinden en uygun olanı seçmek.
Nasıl ki babalığımı çocuklarımdan öğreniyorsam öğretmenliğimi de öğrencilerimden öğrenerek geldim bugünlere.
Başladığım ilk yıllar en büyük hatamın öğretmenliği sadece bir meslek olarak algılamam olduğunu düşünüyorum. Çünkü o zaman sadece dersin öğretmeni (hatta buna anlatmanda diyebiliriz) olmaktan öteye gidilemiyor. Oysa öğretmenliğin en güzel ve olması gereken yanı öğrencinin öğretmeni olabilmektir. Bunun için sahip olunması gereken en önemli düşünce ‘her insan bir dünyadır’ gerçeği. Bu gerçeği anladığım ve bu gerçeğe inandığım günden beri öğretmenliğimi vazgeçmeyecek kadar büyük bir zevkle yapıyorum.
Yıllar geçtikçe anladım, anlattığını anlayan öğrencilerin bakışlarının nasıl olduğunu. Ve anlaması için önce anlaşılması gerektiğini.
Sınıf bir paylaşım yeridir. Her zaman konuşması gereken öğretmen, dinlemesi gereken de öğrenci değildir. Konuşamayan öğrenci dinlemesini de bilemez. Dinlemeyen öğretmen kendini dinlettiremez. Anlaşılmak isteyen önce anlamasını bilmeli.
Sınıf hayatın paylaşım yeridir. Evet her insan bir dünyadır. Her sabah karşınızda duran öğrencilerin her biri başka başka dünyalarda yaşayarak karşımıza çıkıyor. Bunca zenginliğin içerisinde standart bir öğretmen olarak kalmak bizi ancak anlaşılmazlığın sıkıntılarıyla baş başa bırakacaktır. Birbirine kağıt atan öğrencileri bazen yaramazlıkla ithaf etsek bile aslında bu durumun bize veya dersimize değer vermediklerinden kaynaklanmadığını ben yıllar sonra anladım. Ya da bu durumda aslında bir öğrencinin saygısızlık yapmak amacıyla bir başkasına kağıt atmadığını da yıllar sonra anladım. Uzunca bir zamandır onlar değil ben kaynatıyorum sınıfı. Onların yapmasına fırsat bile kalmıyor. Ödevleri artık ben vermiyorum onlar alıyorlar. Kendi kontrollerini kendileri yapmaya başlayanlar bile var.
Öğrencileriyle hayatı paylaşmayan bir öğretmenin bir sınıfa konuyu anlattıktan sonra giderayak, yapmazsanız ben size neler edeceğimi biliyorum dercesine kaşlarını çatarak, arkadaşlar, gelecek haftaya herkes yüz soru çözerek gelsin demenin çok fazla bir anlamı yok. İşte o zaman her öğrenciyi standartlaştırmış yani her birinin ayrı birer dünyaları olduğu gerçeğini göz ardı etmiş oluruz.
Bir öğretmen olarak en büyük hedefim öğrencilerimin yaşam boyu mutlu ve başarılı olması. Bencil olmadan, başkalarının görüşlerini hiçe saymadan, kırmadan, dökmeden, incitmeden, beyinlerini ve yüreklerini hiç kimseye kiralamadan, özgürce düşünerek, vatanını severek, mutlu olmalarını istediğim için onların dünyalarına saygılı ve ölçülü davranmayı seçtim. Bazen girdiğiniz dersi öğretmekten çokta daha büyük önceliklerimiz var. Başarılı olmalarını istiyorum. Ancak başarılı olma bile o kadar göreceli bir kavram ki… Öğretmen bu kavramın sınırlarını çizmekle bile yükümlüdür. Başkalarının hakları göz ardı edilerek elde edilmiş geçici zaferler başarı olarak nitelendirilemez. Toplumun menfaatlerine hizmet etmeyen, bulunduğu ortama pozitif bir değer kazandırmayan, adaletten yoksun, neme lazımcı bir zihniyette hangi konumda olursa olsun başarılı sayılamaz.
devam edecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.