- 667 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
' LÜTFEN SADECE KAĞIT PARA GİRİŞİ YAPINIZ...'
‘ Lütfen sadece kağıt para girişi yapınız... ’ Nereden bulduysa bulmuş eline boş bir akbil geçirmişti. İnsanların ondan kaçan gözlerini gördükçe başını öne eğe eğe ama kararlı bir şekilde hafifte yalpalayarak vapur iskelesine doğru yürüyordu. ‘Deli çavuş’ derdi herkes ona. 20’li yaşlarda ülkesinin gizlice körfez savaşına gönderdiği özel harekat askerlerinden biriydi. Söylentiye göre de bir çok düşman askerini alt etmiş, başarılı bir savaşçıymış (!) Pek nihayetinde bu başarısı döndüğünde üstün hizmet madalyası olarak boynuna asılmıştı. Ama o madalya ne bozulan psikolojisi yüzünden sürekli dövdüğü karısının kaçmasını önledi ne de deli çavuşa yiyecek ekmek bulabildi. Madalyası ona giyecek kıyafette bulmadı. Haciz gelen evine giren memurlara derdini de anlatamadı. Zaman içinde bir gün, üç otuz paraya bir antikacıya da satıldı gitti. Deli çavuşun en mutlu anlarından biriydi o gün. Nereden bakarsanız ucuzundan bir kasa şarabı, aylık nevalesini dizmişti o parayla. Her biten tüketim ürünü gibi tabiki şaraplar da bitmişti. Deli çavuş da son kullanma tarihi geçen bir tüketim ürünüydü. O da bitmişti artık haliyle. Ne şarabı ne de malı vardı. Para desen zaten nanay. Yırtık ceketi, uzamış kirli sakalı ve pislik içindeki tırnakları, giden madalyasının ardından yas tutan kadim dostlarıydı.
İşte o soğuk kış günü cebinde akibeti belli olmayan boş bir akbil ve 1 lira parası ile iskeleden içeri girmişti. Çıplak ayakları soğuktan mosmor olmuştu. Tek istediği şey vapura binip kayalıklarda duran ve ayağı sakat olan, ismini de ’Tomurcuk’ koyduğu kızılbaşlı bir martıyı beslemekti. Eh! aynı zamanda az da olsa ısınabilecekti. 2 gündür de birşey yememişti. Hala, cebindeki yarım simiti inatla yemiyordu.Yemeyecekti de... -Ben bu haldeysem tomurcuk kimbilir ne haldedir- diye düşünüp durmuştu dünden beri. Hayvancağızın sakat olduğu için avlanamayacağını da biliyordu. Akbilini doldurup vapura binecek, tomurcuğu besleyip sonra bulursa da kendine yiyecek birşeyler bulacaktı.
Akbil dolum makinası ‘Lütfen sadece kağıt para girişi yapınız’ dedikçe deli çavuş çıldıryor, makinayı yumrukluyordu. Sigaradan katranlaşmış ses tellerinden çıkan boğuk, küfürlü
ve hırıldayan sesler ona yardım etmek isteyen insanları iğrendiriyor ve ondan uzaklaştırıyordu. Jeton almaya bile yetmeyen parasına ek yapmak için bir kaç insanın yanına yaklaşıp sinyale çıkınca görevliler tarafından tartaklanan ve bu soğukta dışarı atılan deli çavuş artık yürüyemiyordu ayaklarından dolayı. İskelenin duvarına sırtını dayadı. Uzaktan gelen akbil makinası hala ‘Lütfen sadece kağıt para girişi yapınız’ diye bağırıyordu. Milletin refahı ve huzuru için Irakta geçen koskoca dört senenin sonunda ve daha nice hizmetlerinden sonra bu büyük savaşçı (!), deli çavuş, kağıt para girişini yapamıyordu. Çünkü devleti ona kağıt para vermiyordu. Ama olsun kocaman bir madalya vermişlerdi ya. Madalyasını düşündü. Onu sattığını hatırladı. Gururu yerle bir olmuştu. Yaslandığı duvarın, üzerindeki kıyafet demeye bin şahit lazım olan yırtık bez parçasını sıyırmasına izin vere vere yere çömeldi. Gülücükleri ve kendi kendine konuşmasıyla uykuya daldı. Tomurcuğa simitini de yedirememişti.
Deli çavuş rüyasında fiyakalı bir takım elbise içinde gıcır potinleriyle tiril tiril gördü kendini. Yakasının arasında da güneş gibi parlak madalyası göz kamaştırıyordu. Saçları afilli, suratı da sinek kaydıydı. Cüzdanından çıkardığı 20’lik banknotu ‘Lütfen sadece kağıt para girişi yapınız’ makinasına ‘al sana ‘ dercesine atmıştı. İşlemin sonucunda, yüzünde ki sırıtmayı ve bond çantasını da alıp ağır adımlarla yürüdü vapura. Kimse bilmezdi ki o bond çantada onlarca simit olduğunu. Ve yine kimse bilmez ki o gün, o soğukta deli çavuşun öldüğünü.