SEVGİLİYE MEKTUP
SEVGİLİYE MEKTUP
Seni sevmek bazen hüzün veriyor bana, bazen garip bir haz. Bazen söylediğim bir şarkının hiç unutulmayan bir yerinde buluyorum seni. Geri kalanını hatırlamasan da şarkının orası öyle kalıyor aklında. Bazen de gözlerimden süzülen yaşlardasın, akıp giden ve tekrar akacağını bildiğim. Sen uzak olsan da gözümden, bir türlü uzaklaşmıyorsun gönlümden. Bir gün sana ulaşır umuduyla yazıyorum bunları. Ulaşmayacağını adım gibi bilsem de.
Hayalinle yaşamayı bile seviyorum biliyor musun? Seni hep gülen yüzünle hatırlıyorum. Güldüğünde daha bir güzel oluyorsun. Ne güzel bakıyorsun öyle gülerken.
Sen varsın diye orada yağmurlar yağıyor çöllerine yüreğimin. Yeşermeye duruyor bozkırlarım yeniden. Kışlarımın ortasında bir kardelen oluyorsun titrek ama tek…
Dertli, kırılmış, hüzünlü bir melodide seviyorum seni. Nasıl da dökülüyorlar öyle. İçimde biriken acı meydana çıkıyor o anda. Seni özlüyorum işte özlüyorum. Gülüyor; gülerken hıçkırıklara boğuluyorum. Asi bir çocuk oluyorum kendinden başkasını üzmeyen, üzemeyen.
Bir tutsağın özgürlüğü hiçbir şeye değişmeyeceği gibi hiçbir şeye değişmiyorum seni sevmeyi. Babamın “sevmeyi hak ettiğini düşünüyorsan ve sevdiğinin de senin sevgini hak ettiğini biliyorsan seviyorum de” deyişindeki gibi seviyorum seni. Şairin “sevdiğin kadar sevileceksin” mısrasına güvenerek…
Hiçbir zaman arabesk bir aşkla sevmiyorum seni. Hep utangaç, biraz çocuksu, eli ayağına dolaşır bir edayla seviyorum seni. Adını hiçbir duvara yazmıyorum. Hiçbir yerde gösteriş yaparcasına haykırmıyorum seni sevdiğimi. İçime söylüyorum seni sevdiğimi, artık gücüm kalmayıncaya kadar. Dışarı bir fısıltı bile çıkarmıyorum ama!
Acı çekiyorum ve bu belki hiç bitmeyecek. Ama acının aşığı ve aşkı yücelttiğini biliyorum ben.
Hala gülmeye çalışıyorum etrafımdakilere. Hiçbir şey olmamış gibi yapmaya çalışıyorum. Bunu beceremediğimde alıp başımı gidiyorum bir yerlere; bildiğim bilmediğim… Kimseye bir şey anlatmıyorum. Zaten kimse de anlamasın istiyorum beni.
Sana beni unutma bile diyemiyorum şimdi. Çoktan unutmuşsundur belki, belki de hiç aklında olmamışımdır zaten kim bilir. Hiç olmamışımdır. Bunu asla senin suçun olarak da görmüyorum.
Galileo’ dan Dünyanın döndüğünü inkar etmesi istendiğinde “tamam dünya dönmüyor” deyişindeki gibi yalancıktan küsüp kızıyorum bazen sana; “Sevmiyorum,çocukluk bu” diyorum “geçer aldırma zaman ver kendine…” ve Galileo’nin “Dünya ‘ben’ dönmüyor derken de dönüyor” deyişindeki gerçeklikle seviyorum seni.
Sabretmeyi öğreniyorum seni severken. Hep bir umut biriktiriyorum içimde. Geleceğini umutla beklediğim gün ne zaman gelir bilmiyorum. Belki de hiç…
Ben yüreğine benim için kalkacak vapuru bekleyeceğim gün batımına kadar. Vapur gelmeden gün batarsa anlayacağım ki artık sen gelmeyeceksin hiçbir zaman. Gün batımı benim de batışım olacak mı kim bilir? Ne kadar daha dayanabilirim bilmiyorum buna. Bir gün başımı alıp temelli giderim belki buralardan hiç bilmediğim bir yere.
Arada bir aklına gelir miyim bilmem. Belki olmadık bir yerde hatırlarsın beni hiç sebepsiz. Ne düşünürsün bilmiyorum, kim bilir. Belki de hiç hatırlamıyorsun ve hatırlamazsın da belki.
Gelmezsin, gelmeyeceksin biliyorum ama bir gün olur da gelecek olursan eğer bir ümit; bunları sana okumak, anlatmak isterim. Gözlerimi gözlerine dikip, başım dizlerinde öylece kalakalmak isterim sonsuzlukta bir ömür boyu…