- 345 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kur’an Ahlakı Ara-Sıra Yaşanmaz
İnsanın belirli zamanlarda ibadet ederek, ara sıra da Kur’an ahlakını yaşayarak din ahlakını yaşadığını zannetmesi yalnızca kendini aldatmasıdır. Bu, ayetteki gibi nefsinin bencil tutkularını gözeterek dini bir ucundan yaşamaktır:
İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)
İnsanın, yukarıdaki ayeti gereği gibi düşünmesi ve böyle kendince bir ‘mantık dini’ arayışının yanlışlığını anlaması önemlidir. İnsan kendi dinini değil, Allah’ın dinini yaşamakla sorumludur.
Cahiliye bireyinin yaşadığı ‘mantık dini’nin en önemli özelliklerinden biri, Kur’an ahlakının kişisel çıkarlarla uyumlu olduğunda yaşanmasıdır. Bu kişi kulluk görevlerini, ibadetlerini, ancak çıkarlarıyla çatışmadığında uygulayabilir. İnsanlar arasında takdir görecekse güzel ahlak özellikleri sergiler, tepki alacağını düşünürse, sorumluluklardan hiç haberi yokmuş gibi davranır.
İnsanın yaşamı, ölümü, ibadetleri ve kulluğu yalnızca Allah içindir. Ancak söz konusu insanlar günün neredeyse 23 saatini Kur’an ahlakından uzak geçirirken, dinİ yaşamaya ise neredeyse bir saatlerini ayırırlar.
Dünyaya yönelik yaşayan bu kişiler belli dönemlerde, belli miktarda infak etmeyi ve yoksullara yardım etmeyi yeterli görürler. Ancak yardımlarındaki asıl amaç, Allah’ın rızası değil, toplumda ‘ hayırsever’ sıfatı kazanabilmek ve saygın bir yer edinebilmektir.
Kendilerince bir mantık dini yaşayanların en büyük yanılgılarından biri ise tüm bu Kur’an dışı inanışlara rağmen, din ahlakını yaşadıklarını iddia etmeleridir. Oysa gerçek İslam ahlakının, bu kişilerin çarpık mantık örgüleri üzerine kurdukları sapkın yaşamlarıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Kur’an’da, müminlerin tüm yaşamlarının Allah’ın hoşnutluğu üzerine kurulduğu bildirilir. Salih müminler, her ne iş yapıyor ve her nerede bulunuyor olurlarsa olsunlar, hasta da olsalar yalnızca Allah rızası için yaşarlar. Hayatlarında “biraz Allah rızası için, biraz nefsi için” gibi bir ayırım asla olmaz. Yaptıkları her işte yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanma çabası vardır:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
Davranışlarımızı ve sözlerimizi ‘mantık süzgecinden’ değil, mümin ahlakına uygun olup olmadığı konusunda süzgeçten geçirelim. Attığımız adımda ”cennette böyle bir tavır içinde olabilir miyim?” diye düşünelim ki Kur’an ahlakını gereği gibi yaşayabilelim.
Allah huzurunda yapayalnız hesap vereceğimizin bilinciyle, yaptığımız tüm ibadetleri samimiyetle yerine getirmeye çaba gösterelim. Nefsimize uygun olanı seçerek gaflet içerisinde değil, Allah’ın sınırları içerisinde yaşayalım.