- 621 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SALYANGOZ
Yine gördüm onu… Aradan geçen onca zaman, onca yitip giden boşluk ve harcanmış yaşanmışlıklara rağmen unutmamış beni. Bu sefer de maçka parkında karşılaştık. Üzerinde giymekten eskittiği siyah deri montu vardı. Hani o giydikleriyle bütünleşen adamlar varya, işte öyle biriydi o. Ve yine o aynı yırtık kot… Serseri havasından hiç bir şey kaybetmediği belliydi ve bu beni çıldırtıyordu. Rüyalarımdan çıkmasını birtürlü kabul ettiremediğim adam, gerçekten şaşılacak kadar hiç değişmemiş.
Her sabaha onunla uyandım. Yediğim her lokmada onu hissettim. Bu kadar zaman geçmesine rağmen, içimdeki acı hissini ise bir türlü geçiremedim. Sebepleri pek açıktı; peki ya beni bir gün unutursa, ya beni hatırlamazsa. Kabuğuma çekildiğimde bunları düşünmekten sıkılmıştım artık. O zaman da aynısı olmuştu; konuşamıyordum onu görünce, sanki dilim tutuluyor, boğazım düğümleniyor, vücudum katranlanmışçasına ağırlaşıyordu. Nefes alamıyordum… Aslında onun bana olan saf duygularının, habersizliğinin karşısında benim bu pekte saf olmayan düşüncelerim bazı geceler kendimi midemde yumru varmışçasına kötü hissettiriyordu. Ama olsun! Onsuz yapamayacağımı biliyorum, son çırpınışlarım belki de. Elimde değil bu ve önüne geçebilecek bir gücüm de açıkçası yok.
İlk karşılaştığımız günü daha dün yaşanmış gibi hatırlıyorum. Aklım zaten unutmama pek izin vermiyor ozamandan beri. Tamı tamına dört yıl önceydi. Acaba bu da mı bir işaret? Tamı tamına dört yıl önce tam da bugün görmüştüm ilk defa onu . Yoksa ben yine o küçük beynimin bana oynadığı oyunlar içinde miyim? Bilemedim. Her neyse o günler içinde olduğum gençlik buhranlarımdan sıyrılmak için fazlaca gezmekteydim olağandan farklı olarak. Uzun mesafeler bizler için çokta kolay değil bildiğiniz üzere. Ve halihazırda epeyce yorgun hissediyordum kendimi. Bu kadar gelmişken bu bölgeye, daha önceleri birkaç kez takıldığım bir toprak birikintisinin orada, bir süredir görüşmediğim bir iki arkadaşın yanına uğradım. Beni nazikçe bişiler içmeye davet etmişlerdi, çok net hatırlıyorum o günü. Güzel sohbet, yuvarlanan alkoller ve eski günleri yad ettikten sonra yola koyulmak için izin istedim ve kalktım yanlarından. Normalden biraz fazla içmiştim evet! Normalde pek içmem böylesine. Aslında güvenli bir yerde kabuğumun içine çekilip o geceyi orda geçirmeliydim ama şeytan bana kendi bölgeme gitmemi söylüyordu. Ailemden bu konuda bıkkınlık derecesine kadar öğüt almıştım. Sorun şu ki; iç güdülerime pek engel olabilen bir canlı değilim. O günlerde hayat üzerine olan -nedensel- buhranım da alkolle birleşince kafamın dağınıklığını toparlayamaz duruma gelmiştim. İşte o anlardan birini yaşarken hatırladığım son şey; birinin tok, hafif gıcırtılı ama yürek titreten bir sesle ‘limon limon’ diye bağırdığıydı. Limon da ne ola ki? Limonun ne olduğunu düşünerek ne aptallık etmişim. İşte bu O’nun sesiydi. Şimdi ki aklım olsa onu düşünmeden geçirdiğim herbir an için, o an için kendimi ölü sayabilirdim.
Kafamı gayri ihtiyari bir şekilde sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Sesi duymadan önce hayvansal içgüdülerimin devreye girip olayı çoktan fark etmiş olması gerekirdi. Tehlikenin farkına varamamış olmam, bence dedim ya işte alkol olmalı… Başka bir açıdan bakınca, eğer her şey normal olsaydı hayatımın aşkı ile nasıl tanışabilirdim ki bu da ayrı bir mesele. Kafamı çevirdiğim yönde ki korkunç manzarayı tasavvur edemezsiniz. İşte limonla da o gün tanıştım. Insan azmanı olarak adlandırmaktan çekinmeyeceğim Limon, uzun mu uzun sarı-kahverengi tüylü, kısa kuyruklu, uzun pençeli tekir cinsi bir kediydi. Yüzü eskilerden kalma bir kavgadan olduğu belli olan, derin ve bakıldığında içinizin yağlarını korkuyla eriten ürkünç bir yara içindeydi. Limon, üzerime doğru inanılmaz bir hamle yapmak üzereydi. Onu gördüğüm anda zaten bedenen kaçma ihtimalim yoktu. Bakmayın aslında benim de reflekslerim fena değildir. Çok hızlı bir şekilde kendimi kabuğuma çekme yeteneğim var. Hatta eski zamanlar da babam beni bu konularda uzman bir akrabamızın yanına, tehlikelerden kurtulmam için göndermişti. Hızlı kabuğa çekilme konusunda epey bilgiliyim diyebilirim. Ama o anda her şey o kadar ani olmuştu ki, düşünceler beynimden cımbızla alınır gibi çekilmiş, bedenim kalmamıştı sanki. Kabuktan ibaret kaldığımı hissettim ve sadece gözlerimi kapatabildim. Gerçekten yapabileceğim bir şey yoktu. Hoş! o günlerde ölümden korkum da yoktu ya neyse. Peki ya şimdi? Sadece onun için yaşıyorum. Evet belki de ölümümü beklerken, yüzüme iyice yaklaşan bir kedi nefesinin aniden kaybolduğunu hissettim. Onun çevik bir hareketle Limon’u yakaladığını gözlerimi yavaşça aralamamla eşzamanlı olarak gördüm. O eşzaman ruhumun içindeydi. Beraber akıyordu. Kalbimle görmeye başlamıştım. Beni kurtarmıştı. Zaten o dakikadan sonra müstakbel katilime bakan gözlerim, daha yukarıya O’nun yüzüne çevrilmiştİ. Hani hissedersin ya içinden bir parça oyulmuşçasına gözlerine bakmak, belki tenine dokunmak istersin ya işte öyle bir çekimdi. Öyle bir aşk… Öyle bir mecnunluktu. Sırtımda ki ıslaklıktan, kabuğumdan yere süzülen sulara yapışan toprak bile dikkatimi dağıtmamıştı. Çok iğrenç bulurum bu hissi, pek bir bakımlıyımdır hani.
Siz, hüznü, sevinci, yaşamı, ölümü, gözyaşını, kahkahayı, sıcağı ve soğuğu bir saniyede yaşadınız mı hiç? Ben onun sayesinde yaşadım. Onu bulmuştum ama belki de bulduğum anda kaybetmiştim. Çünkü herksin dilinde olan klasik, ‘ biz ayrı dünyaların insanıydık’ lafını benliğime almıştım. Şaka gibi ama hiç bu kadar gerçek olmamıştı. Usul usul geldi yanıma. Eğildi gözlerime baktı ve billur sesiyle -iyi misin- dedi. Ne diyeceğimi nasıl karşılayacağımı bilemedim. Konuşmalı mıydım yoksa içeri kaçıp olayın akıbetinin, adrenalininin geçmesini mi beklemeliydim. Ne de olsa o bir insandı, basbayağı eli, kolu, yüzü olan bir insan... kalbim korkudan -güp güp- atıyordu. Bana bakıp konuşmaya başlayacağını görünce, iyice yerinden fırlayacakmışçasına atma eğilimine girmişti. Derin nefes aldım. Bu kibarlığa, kaçmak gibi bir kabalıkla cevap veremezdim. Cılız bir sesle, titreyerek -i..iyiyim- diyebildim. Gülümsedi, dişleri öyle beyazdı ki günün yeniden doğduğu hissine kapıldım. Acaba öldüm de cennete mi düştüm diye düşünmekten kendimi alamadım. İlk gülüş... Heralde sesimin titremesinden ve onunla konuşmamdan cesaret almış olacak ki elini uzattı bana doğru ve beni kavradı, avucuna aldı aheste aheste. Bana zarar vermeyecek şekilde yüz hizasına kadar usul usul kollarını kaldırdı. Kaslarının şişmesini bile görebiliyordum. O anda nasıl görmüştüm bunu inanın bilmiyorum. Artık bir nefes kadar yakındım ona. Sıcak nefesi bütün bedenimi kaplamış, hatta öyle ki bu serin sonbahar gününde yaz gelmişçesine terletmişti beni. Kalbim çıktı çıkacak yerinden. Düşünüyorum da, inanın hala utanıyorum anlamıştır diye. -Ben Pontevin- dedi. Bu adam resmen benimle tanışmaya çalışıyordu. Evet! Bu bir resmi tanışmaydı, inanamıyordum hala. Sadece bir dakika önce ölmek üzereyken şuan sıcacık bir avucun üzerindeydim, hayatımın aşkının elindeydim. Üstüne üstlük benimle tanışmak istiyordu, daha ne olabilir ki? Tarifini anlatmaya yetmeyecek kelimlerde ki duygularımda yüzmeye çalışıyordum. Duygular yeni, boğulma halindeydim sevinçten o ayrı... Yaşamak bu olsa gerek dedim içimden ve sırıttım sinsice. Hiç düşünmemiştim bu küçük nüansı ama gördü. –Neden gülümsedin- dedi bana. Bir anda rüya alemimden çıktım, çıkmak zorunda kaldım. Kendi gerçekliğime döndüm. Edalı edalı, aptal sırıtışımı bozmadan –hiç- diyebildim, sade bir –hiç- sadece. Şimdi düşünüyorum da ne şapşalmışım gerçekten. Sürekli konuşmaya çalışan hali yine sessizliğimizi bozdu ve -heralde bir adın vardır- dedi. Sürekli öğrenmek istiyordu. Hoşuma gidiyordu ama korkyordum işte. –Salyangoz- dedim. Bir anda gözleri çakmak çakmak oldu nedense. Heyecan içinde -ne kadar kabayım özür dilerim seni evime bile davet etmedim, o kadar korkunun üzerine seni ağırlamak, dinlenmeni sağlamak isterim- dedi. Ağzımı açıp bir şey söylememe fırsat vermeden evine doğru yürümeye başladı. Evine geldiğimizde beni baş köşeye koydu. Artık üzerimde ki o ilk tutukluğu atmıştım. Neredeyse bütün gece sohbet ettik. Herşey hakkında onunla çok kolay konuşmaya başlamıştım. Çok çabuk kaynaşmıştık. Zaten dedim ya o çekimi hissettim diye. Dinliyordum.... Sadece dinliyordum, hayranca ve içten...
Her geçen bir saniye, beni kendine daha cok çekiyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Geç vakitler çoktan olmuştu. Ağzında ki damlayan balların bitmesini bekleyemeden –gitmeliyim- dedim. Bunu nasıl diyebildim? Söylediğime bende inanamadım. Üzüldü mü biraz? Ama gerçekten gitmeliydim. Bu rüya gibi günün ruhunu bozmak istemiyordum. Lanet olsun! Gitmeliyim demiştim. Ah! salak ben. Hiçbir şey demedi, belki de ben öyle diyince diyemedi. Gitmemi istememiş olacak ki bunu söylediğime bozulmuş ve dili tutulmuş bile olabilirdi. Sustuk. Yüzünde beliren bir ekşimeyle eline aldı beni ve en yakın toprağa götürdü. Öptü. Öldüm... Gidebildim.
Ve gitti o da. Kaldım öylece; sessiz ve durgun... hiç bir zaman söyleyemedim onu nasıl sevdiğimi, hiçbir zaman söyleyemedim kahramanıma, hayatımı borçlu olduğum adama, onun uğrunda, bir lafında, bir gülüşünde ölebileceğimi. Bir daha da göremedim. Aradım durdum yıllardır. Ne bir izine, ne bir kokusuna rastlayabildim. Kalan tek şey anılardı. Hayatım o günden beri eskisi gibi olmadı hiç. Belki ozamanlar gençtim, aklım pek başımda değildi ama ya şimdi? Şimdi olgun bir salyangozum ama yine de geçmedi. Günlerce ağladığım zamanları bile seviyorum. Çünkü onun için ağlıyordum ve bu bana yeterdi. Geçen bayramda acı haber pekte iyi işlemeyen kulaklarıma çalındı. Çalınmaz olaydı! Orda burda bu hikayeyi anlattığımı duyan ve onu tanıdığını söyleyen bir toprak solucanı arkadaşımdan geldi haber. E
Evlenmiş...
Evet evlenmiş…. Yıkıldım. Ne yapabilirim? Mutlu olduğunu öğrendim ya bu bana yeter. Tek bir gözyaşı bile dökmedim. Ben istesem bile gözyaşlarım bunu Kabul etmezdi. Mutlu ol arkadaşım, mutlu ol sevgilim, mutlu ol... Seni hep seveceğim bunu sende biliyorsun. Içinde biryerlerde bunu bildiğini biliyorum. birşeyi itiraf etmem gerekiyor; aslında tesadüfen karşılaşmıyoruz şu günlerde. İzini buldum ve birdaha o bulduğum yerden ayrılmadım. Onu evlense bile tekrar kaybetmeyi, görememeyi göze alamazdım. eski sohbetlerimiz kadar olmasa da hayatlarımızdan bahsedebiliriz umudunu hala taşıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.