- 695 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
13 NUMARALI ADAM
Elimdeki kartvizitte yazan adres ile burasını epeyce kolay bir şekilde buldum. Etraf küçük küçük heykellerle döşenmişti. Sayamadım ama elliden fazla olduğunu tahmin edebilirim. Herbiri üçer kişilik dört adet deri koltuk, birkaç sandalye, üzerinde anlamsız dergilerin olduğu iki adet cam sehpa, işlemeli halılar ve bir adet sebil ile sade ama zevkli döşenmiş bir yer. Dikkati çeken ise duvarların adını bile bilmediğim bir tonda, pembe demeye utanılan ama pembemsi bir renkte olması. Heralde hastaların içine güzel duyguları aşılamak için, onları sakinleştirmek için bilerek seçilmiş olmalı. Yoksa hangi insan evladı duvarlarını pembeye boyar ki, yorar yahu!
Üçlü deri koltuklardan birinde yer boş. Hah! Kendimi oraya iliştireyim ve hiç ses çıkarmadan oturayım bence. Fazla dikkat çekmeyi sevmiyorum. Hep usul usul, kendimi hissettirmeden insanların arasına karıştım. Evet şimdi de içeriye girdiğimi hissetmediler. Hepsi de gencecik insanlar acaba onların dertleri ne ki? Kendi hallerindeler. Hepi topu, sayabildiğim on küsür insan ve bir de ne idüğü belirsiz ben varım burada.
Kapıdaki sekreterin gözleri ne kadar güzeldi? O rengin de tam olarak ne olduğunu bilmiyorum aslında. Şöyle açıkça bal rengi ama araya serpiştirilmiş yeşil noktacıklar var. Bal ve yeşil birbirine tam karışmamış. Ama dikkatli bakınca nokta nokta yeşiller araya serpiştirilmiş gibiydi. Keşke karışsaymışta çok dikkatli bakmak zorunda kalmasaymışım. Bakışlarımdan bence rahatsız olmuştur. Yok canım! ben hastayım ne de olsa, hastalara alışkın olmalı.
-Siz yedi numara mısınız?
- Size diyorum beyefendi yedi numara mısınız?
Bana diyordu. Cevaplamasam susarmıydı ki. Bence susmazdı. Ağzıyla değil gözleriyle konuşuyordu. Gözleri ile konuşan insanlar hiç susmazdı. Deri koltuğa gömülmüş, ayakları yere değmeyen, bu yüzden de kısa boylu olduğunu düşündüğüm, yumuk elli, yuvarlak suratına hiç yakışmayan elmacık kemiklere ,çeneye ve dudaklara sahip olan bu kadın da susmazdı. Memeleri ne de büyük! Bakmamalıyım, bakmamalıyım. Kazağının rengini de şeklini de hiç beğenmedim. Babannesinden kalma bir havası var.
-Hayır hanımefendi. Ben daha az önce geldim ve buraya, yanınıza oturdum. On üç numarayım.
-Yedi kim ki acaba? Siz biliyor musunuz?
- Hayır, yeni geldim dedimya size. Hem neden ki? Siz sekiz misiniz?
-Yok ben dört numarayım. Sadece merak ettim yedinin kim olduğunu. Of! yedi kim acaba?
Benimle olan sohbetini tamamlayan kadın benden ve cevaplarımdan pek memnun kalmamış olacak ki, etrafa bakıp insanların yüzlerinden yedinin kim olduğunu bulmaya çalışır bir halde suratını ekşitti. Şaka gibi, bu kadın gerçekten yedi numaranın kim olduğunu merak ediyordu. Sapkın! Bulsa ne yapacak ki, hoş içini rahatlatmaktan başka. Sekiz bile değilmiş hem.
-Aranızda yedi numara olan varmı?
Etrafta ki hiçkimseden ses yok. Kadını duymadılar bile. Herkes kendi kafasında ki işlerle pek bir meşgul gözüküyor. Ama bana sorarsanız şurda dergileri karıştıran, saçları tarafından terkedilmiş, takım elbiseli adam yedi numara. Bunu kadına söylemem. Takım elbiseli adamlar da buraya gelebiliyormuş, hiç tahmin etmezdim.
Üzerinde doktor önlüğü bulunan ama doktor olmayan bir adam geliyor ve üç numaranın kim olduğunu soruyor. Üç numara, görünüşüyle yirmi yaşında bile olmayan bir kız çocuğu. Ne kadar da güzelmiş körpe. Sağ gözü seyiren bu kız, kollarını göğsünün üzerinde birbirlerine kavuşturmuş ve biri onu izliyormuş endişesi ile sabahtan beri orada oturuyordu. Tedirgin halleri yüzüne yansıyan kız, heyecanlı bir şekilde kalktı ve kekeleyerek –benim- dedi. Adamın ona kızışından utandı ama neden kızdığını anlayamadı. Adam dördüncü defa -üç numara kim- diye sormuştu. Kız içinde yaşadıklarını birtürlü kenara atamadığı için bunu duymamış olmalıydı. Adam bu yüzden –sağır mısın sen be?- demeye çalışan ama diyemeyen dudakları ile kibarca, - hanımefendi neden duymuyorsunuz beni?- demişti. Okumuş, pek kibar bir adam bu, belli.
Yedi numarayı arayan ama aslında dört numara olan kadının sıra ona gelmek üzere olduğu için heyecanlanacağını düşünmüştüm. Ama hiç oralı bile olmamıştı. Hatta kadın yanımda bile değildi. Ne zaman kalkmıştı ki? Nerede bu kadın? Kaçtı mı? Evet şurada! Sebilden su içiyor. O kadın kendi kendine de konuşuyormuş. Ne yazık! Ne diyor ki acaba. Kesin yedi numaraya olan merakını kendine telkin ediyordur. Suyunu içti ama hala heyecanlı değil.
Üç numarayı içeriye doğru götüren adamı biranda gözlüklü, genç bir delikanlı kolundan yakaladı. Bu çocuğu görmemiştim. Herhalde şu kolonun arkasında duran sandalyelerde oturuyordu. Bu kadar kısa sürede adamın yanında bitmiş olması da bunun kanıtıydı. Emindim orada oturuyor olmalıydı. Gözümden kaçmış olmasının tek açıklaması buydu. Şimdi adamın kolunu tutuşunu bende dahil herkes gördü. Mekanda soğuk rüzgarlar esti. Herkes çok gergin bir şekilde kafalarını bu iki adama çevirdi. Kolundan yakalanan adam kendinden daha kısa boylu olan adama yine içinden -ne var lan!- Dedi. Ama o adam kibardı. Dışarıya -buyurun beyefendi- olarak çıkmalıydı sesler.
-Benim sıram ne zaman gelecek?
-Beyefendi kaç numarasınız?
-Yedi. Benim sıram ne zaman gelecek?
Hemen yanımda ki kadına baktım. Gözleri iri iri açılmış,içi parlıyordu. Şöyle bir toparlanıp gövdesini ileriye doğru uzatmıştı. Onları daha iyi duymaya çalışır bir hal aldı. Bende kendimi kadına doğru yaklaştırdım. Mırıldanıyordu. Bunu duymalıydım. -Demek yedi buymuş, demek yedi buymuş, keşke gözlüklü olmasaymış- Kadın makine gibi sürekli bunları söylüyordu.
-Beyefendi görüyorsunuz ki üç numarayı alıyorum. Sizin sıranızın gelmesine daha çok var.
-Yok biliyorum biliyorum da benim sıram ne zaman gelecek onu soruyorum.
Adamın suratında keskin olmayan ama iğreti bir gülümseme oluştu. Bu okadar küçüktü ki bunu sadece ben farkedebilirdim. Ama öyle uzun boylu sürmedi. Adam okumuştu. Hemen bunu samimi bir gülümsemeye çevirdi. Ve o gülümsemeyi genç gözlüklünün omzuna eli aracılığıyla dokundurdu.
-Anladım. Bir saat kadar daha sürer beyefendi. Siz oturunuz. Ben sizin sıranız geldiğinde sizi çağıracağım.
Adam hiçbir sözcüğün kendisine ulaşmasına fırsat vermeden hemen üç numaralı tedirgin kızın önüne geçerek, artık gidilmesi gerektiğini belirten bir işaretle onu oradan aldı ve götürdü. Gözlüklü çocuk çaresiz kalmış gibi öylece ayakta durdu ve elini başına götürdü. -Benim sıram ne zaman gelecek- diyordu içinden biliyorum. Bunu sadece ben bilirim. Yine gözden kayboldu. O kolonun arkasında kaç sandalye, kaç kişi var acaba?
Buraya gelmeden önce hiç tanımadığım bir çiftin evine gittim. Pencereleri açıktı. Daha önceleri de aklımın her estiğini yapmakta ve istediğim heryere girip çıkmakta özgürdüm. Boş olduğum zamanlarda bunu birçok defa daha yapmışlığım vardı. Sokakta kavgalarına tanık olduğum birbirine uyumsuz bu çifti evlerine kadar takip edip sonrada kendimi salonlarına attım. Bahçede ki köpeği de amma kolay atlatmıştım. Çok sevmem köpekleri. Böylesine gurursuz hayvanları görmeyi pek kolay hazmedemem. Boyun eğmeleri, salyaları, koşulsuz itaatleri... Kedi öyle mi? Canı birşeyi İstemezse geçirir tırnaklarını, tepkisini koyar. Daha insandır. Kedi candır can.
Dublex evin alt katında kimse yoktu. Etrafta ilk dikkatimi çeken tuğla bir şömine ve duvarlarda asılı duran kocaman, iğrenç tablolardı. Mutfağı ve salonu birleşikti. Evdeki eşyalar gıcır gıcırdı. Ama gerçekten gereğinden fazla, yorucu çok fazla eşya vardı. Bence daha sade döşemelilerdi. Kesin o kadın doldurmuştur burasını. Onu da alalım kocacım, bunu da alalım kocacım, aa! bu bizim salonda ne hoş durur, karışma bana!... adam öyle pek bu alışverişleri yapacak birine benzemiyordu. Ama hani iyi giyinmesini de bilmişti. Kıyafet konusunda bence epey titiz, kadının karışmasına izin vermeden kendi tarzını yaratmasını bilmiş biri. Sokakta gördüm, lacileri çekmiş, ruganları da ışıl ışıldı. Güzel bir işi olmalı.
Üst katta olmalılar. Sesleri de çıkmıyor. Onlar değilmiydi etrafta geçenlerin izlemelerine, bakışlarına aldırış etmeden seviyesizce tartışan, birbirlerine bağıran. Kadın çirkef belli. Ama adamdan beklemezdim doğrusu böyle çıkışları. Kadına küfürleri ardı arkasına savurdu. Yalnız pişman olmuş olmalı ki yanından kalkıp giden kadını kolundan yakalayıp buraya kadar konuşmadan getirdi. İkisinin de parmağında yüzük vardı.
Yatak odasının kapısı ardına kadar açıktı. Evde ses olmamasının nedeni belli oldu. Sevişmeye başlamışlar bile. Ne zaman barıştınız, ne zaman üstünüzü çıkardınız da, ne zaman sevişmeye başladınız diye sormazlar mı adama? Soramam ya. Geçtim bir köşeye kondum. Bir süre izledim ama o sırada aklımda çok çok başka şeyler vardı. Yoksa memeleri severim. Adamın ve kadının beni gördüğünü bile farketmedim. Adam benden çok korkmuştu. Onun gözlerini gördüğümde anlamıştım bunu. İkisi de bana bakıyordu ama hiçbirşey dememişlerdi. Onların bana baktığını görünce doğruldum. Bana baktıklarından öte, beni nasıl görebilmişlerdi bunu düşünüyordum. Baktım ki onlar bana hiçbirşey demiyor, ben neden onlara birşeyler demeliyim ki? Umursamaz bir şekilde arkamı döndüm ve merdivenlere doğru gittim.
-Ne! kocan değil mi?
-Hayır tabi ki tanımıyorum bile bu adamı. Sakın hırsız olmasın.
- Ohh be! Hırsız mı? Hiç öyle bir hali yoktu.
-Biraz önce tanımadığımız bir adam evime girmiş ve bizi izliyordu ve sen adamın hiç öyle bir hali yoktu diyorsun. Pes doğrusu. Çok korkuyorum ya cani bir manyaksa, ya kocamın gönderdiği biriyse, ya bir sapıksa, ya fotoğraflarımızı çektiyse. Adam öylece aşşağıya indi Vedat deli misin sen?
-hay allah! Ne yapsak polisi mi arasak?
-Sakın! Hayır tabiki.
-E ben gideyim bakayım ozaman.
-Hayır onu da istemiyorum.
-Eh saçmaladın iyice. Şu donumu ver.
Ben bunları dinlerken merdivenlerin yarısında, aşşağıya inme eğilimime ara vermiştim. Gülüyordum. Adamla kadın meğerse evli değillermiş. O yüzden adam böylesine korktu. Heh! demiştim işte burası kadının evi olmalıydı. Zaten o çok eşyalı salondan ve iğrenç tablolardan başka ne beklenebilirdi ki.
Evden çıkmak üzereyken acıktığımı farkettim. Hazır buradayken yiyecek bulmakla neden bir daha uğraşayım ki. Buzdolabında bu kadının kesin şekerli birşeyleri vardır. But, reçel, yarısı yenmiş peynir kalıbı, yumurtalar, yeşillik, ve evet pasta... Biliyordum. Elimde biçimsiz bir tabak pasta ile buzdolabının kapısını kapattığımda karşımda elinde sopa tutan bir adam ile karşılaşmıştım. Vücudunun aldığı şekilden ve sopayı sıkı sıkı tutuşundan benden çekindiği hatta hala korktuğu belliydi. Umursamadan yanından geçip salonda ki üçlü beyaz koltuklardan birine oturdum. Adamın ifadesi ve elinde tuttuğu sopa biranda yere indi. Şaşkındı. Ama neden şaşırıyordu ki? Kadında üzerinde bir gecelik ile gelmişti. Gece olmamıştı ki. Neden gecelik giymişti? Beni böyle oturmuş pasta yer bir halde koltukta görünce – sen manyak mısın be adam? Diyebildiler. Galiba beyaz koltuğuna pasta dökecek olmamdan korktmuştu kadın. Dökmezdim ki. Tek istediğim uslu uslu şunları yemek ve buradan toz olup gitmek. Onlarla konuşmak istemiyordum. Sadece onları merak etmiştim.
O gün, o adam ve o kadın ile uzunca sohbet ettik. Başta istememiştim ama beni buna zorladılar. Tatlıymışlar. Evli değillermiş. Ev kadınınmış. Beni öyle görünce, evet gerçekten adam beni kadının kocası zannetmiş. Ama evin asıl erkeği iki haftadır yurtdışındaymış ve bir süre daha gelmeyecekmiş. Dışarıda ettikleri kavga da boşanma üzerine yaşadıkları bir tartışmadan ibaretmiş. Bu iki yasak çift neredeyse iki yıldır beraber olduğunu söyledi bana. Aman allahım ne büyük giz! Adam kadına yaptığı kabalığı kabul etti. Kadın da salonunda çok fazla eşya olduğunu. Hatta tabloların iğrençliğinde bile mutabık olduk. Yanlış tahmin etmişim kadın değil kocası almış onları. Bana hasta olduğumu söylediler. Yaptığımın yanlış olduğunu. Neden dedim? Öyle her istediğin eve elini kolunu sallayarak giremezsin dediler. Yasa varmış; özel mülkiyetmiymiş neymiş. Herkes onlar gibi olmazmış. Döverlermiş, polise bile verebilirlermiş, hatta –ölebilirsin- bile dedi adam bana. Ama neden ki? -Ben bunu hep yapıyorum- dedim. Gerçekten tatlı insanlarmış, kendime insanları uzaktan değerlendirmemem konusunda telkinde bulundum o gün. Herkes göründüğünden farklı olabiliyor gerçekten. Uzun uzun bunun bir problem olduğundan bahsettiler. Bende biraz kendime geldiğimde onlara zaman zaman kendimi bir sivrisinek zannettiğimden bahsettim. Önce espri yaptığımı zannedip bana gülümsediler. Ben ısrarcı olup yaşadıklarımı ve hissettiklerimi anlatınca -işte problemin bu- dediler. Bir süre daha bu konu üzerine konuştuktan sonra. Adam bana bir kart verdi. -Erken git ve önlerden bir sıra numarası al, orası epey kalabalık olur- dedi. İşte sonra kendimi sade ama zevkli döşenmiş bu bekleme salonunda, burada buldum.
İçeriden üç numara çıktı. Doktorun yanına girmeden önce düz bir şekilde omuzlarına dökülen saçları şimdi elektriklenmişti ve ona komik bir görüntü veriyordu. Muhtemelen farkında değildi ama kız görünümüne önem veren birine benziyordu. Şık ama sade olan kıyafeti, bakımlı elleri, hafif yapılmış, suratını ve saf güzelliğini öne çıkaran makyajı, buraya gelmeden önce çektirdiği belli olan fönü ile bu açıktı. Adeta kız buraya yakışmıyordu ama bir sorunu olduğu belliydi. Hızlı adımlarla arkasını kontrol ederek önümüzden geçti ve yine sert bir hareketle açtığı kapıdan bedenini bizim göremeyeceğimiz bir yere taşıdı. Yok yok bu kız kesin takip ediliyordu. Sorunu bu muydu acaba? Bu kadar tedirginlik... Başına bir iş gelmese bari.
Burada ki insanları numaralarıyla çağıran adam da kapıda belirmişti. Ama bağırmamıştı. Çünkü yanımda oturan yedi numaraya meraklı dört numaralı kadın, çoktan adamın geleceği yeri tayin etmiş ve orada beklemeye gitmişti bile. Hatta üç numara önümüzden geçtiğinde dört numaralı kadın yerinden kalkmıştı. Şimdi de adamla dört numara içeriye girdiler.
Çapraz tarafımızda ki koltukta oturan ve ara ara beni izleyen şişman bir adamla yine göz göze geliyoruz. Beni izlediğini geldiğim dakikadan beri farkediyorum. Kendimi ona bakmamaya ne kadar zorlarsam zorlayayayım gözlerimiz illa ki bir yerde buluşuyor. Bu sapkın tesadüften kurtulmak bazen çıldırtıcı derecede zor. Siz ne kadar kaçarsanız kaçın kurtulması imkansız bir hal alıyor. Bu sefer gözlerimizin birbirine değmesi ve yanımda ki yerin boşalması adama bir davet oluyor sanki. Yerinden kalkıyor ve yanıma doğru yürüyor. Adam öyle irice birşey ki; oturduğu üçlü koltukta ufak tefek, şöyle incece bir kadın daha olmasına rağmen bir üçüncü kişinin daha oturmasına izin vermeyecek kabalıkta bir irilik. Giymiş olduğu taşlanmış kot pantolonun beli , göbek deliğine kadar çekili. Bu onu olması gerektiğinden daha şişman gösteriyor. Daha ne kadar şişman olabilir? Bir insan ne kadar şişman olabilir? Olur, evet olur ama bu kadar şişman olur mu? Biri bunu ona söylemeli. Belki ben söylerim. Benim yanıma geldiği çok açık. Gülümsüyor. Bir de eğer bu havada bu kadar ince giyindiyse hasta olması içten bile değil. Şişmanların daha çok üşüdüğünü söylemişlerdi. Doğru değil galiba.
Bir bacağı ile beni diğer bir bacağı ile de boşluğun diğer tarafında duran adamı sıkıştırarak, kıçını biraz kaykıltarak, biraz da sallanarak oraya yerleşti. Dikkatimi dört numaralı kadına verdiğim için şu diğer yanımızda oturan adama hiç dikkat etmemişim. Çok hasta gözüküyor. Hasta olmasa burada ne işi var ki zaten. Şişman adam ağzını şapırdatarak lafa girmeye uğraştı. İlgimin dağılmasını istemez bir hali vardı. Dikkatlerin üzerinde olmasını seviyor olmalı. Dikkatler heryerde bu adamın üzerinde olur zaten. Şanslı pezevenk! Ama ben sevmiyorum ki dikkat çekmeyi.
-Merhaba kaç numarasınız?
-On üç.
-Muhtemelen size sıra gelmez bugün.
-Gerçekten mi? Neden?
-Ben geçen hafta on birdim ve daha sıra dokuza gelmeden gün bitti. Eğer gün biterse ertesi gün gelmek zorundasın. Ama ben ertesi gün gelememiştim. Ondan sonra ki gün de.
-Biraz önce adam –yedi- için bir saate gelir demişti.
-Dalga geçmiş.
-Sen duymadın mı? Yok canım niye dalga geçsin. Pek bir okumuş, mürekkep yalamış birine benziyordu.
-Öyledir o. Ben onu uzun zamandır tanırım. Burada ki hastalarla içinden oynamayı çok sever. Ama biz onu pek sevmeyiz.
-Siz ?
-Biz canım. Buradaki hastalar. Biz herhafta buradayız. Kim önce gelirse sırayı o kapar. Sen ilk defa geliyorsun. Hepimiz bunun farkındayız.
Orada, karşıda otururken sırf benim sayabildiğim altı tane çikolatayı afiyetle mideye indiren adam, yanıma gelmeden önce ayaktayken bir tane daha çikolatayı kabından özenle soymuş ve hassas bir kadını sevişme öncesinde kırmadan öper gibi onu küçük küçük yemeye başlamıştı. Son ısırığı da cümlesinin sonuna denk getiren şişman, kotunun cebinden ikiye kırıldığı çok belli olan bir çikolata daha çıkarıp onu da yemeye başlamıştı. Ara vermekten hoşlanmıyor olmalı.
-Çok fazla değil mi?
-Ne? hastalar mı?
-Hayır. Şu elinizde tuttuğunuz çikolata. Çok fazla yemiyor musunuz sizce? Sayabildiğim sekizinci çikolatayı yiyorsunuz.
-Çok dikkatlisiniz. Seviyorum.
- önemli olan benim dikkatim değil, siz dikkat etmelisiniz.
-Neden, şişman olduğum için mi? Farkında değil miyim sanıyorsunuz?
-Hayır hayır! beni yanlış anladınız. Niyetim sizi kırmak değildi ama fazlası zararlıdır derler.
-İçimden -e madem farkındasın be adam ama bunu idrak etmekte niye kendine güçlük çıkartıyosun- demiştim. Bunu adama söyleyemezdim. Hassas olduğu çok belliydi. Kırılabilirdi. Galiba kırmıştım bile çoktan. Konuşmaya devam etmedi benimle. Hatta ince bir hareketle,kıçına bana doğru bir eğim verdi bile diyebilirim. Ben onun şişmanlığına değil sağlığına takılmıştım. Kendi bilir.
Dört numaralı kadın dışarıya çıktı. Kapının önünde biraz yavaşladı. Bakışları kolonun arkasına gitmişti. Muhtemelen yedi numaraya bakmıştı. Bu kadın neden yedi numarayı bu kadar merak ediyordu? Yedi numara ile işini bitirdikten sonra, doktorun kapısının önünden çıkış kapısına değil de yine sebilin oraya yöneldi. Bir bardak soğuk su ile sıcak suyu karıştırarak içti. Demek ki ne sıcak ne soğuk içebiliyordu. Pek bir ihtiyatlı kadınmış, doğrusu sağlığına dikkat ediyor. Keşke bu şişman adam da dikkat etseymiş.
Şu kolonun arkasında oturanları görmek istiyorum. Ama kalkamam ki. Dikkat çekmeyi sevmiyorum dedimya. Sıra bana gelirse, içeriye girmeden önce kafamı arkaya çevirerek bakabilirim. Ya da girmeden değil de çıktığımda mı daha geniş bir bakış açısıyla baksam?
-Bu biraz önce çıkan kadın, bana sürekli yedi numarayı sordu. Üstelik sırası ondan sonra ya da önce de değilmiş. Onu tanıyor musunuz? Neden merak ediyor, bunu çok merak ediyorum.
Şişman adam bana hiç cevap vermedi. Gerçekten onu kırmış olmalıyım. Beni cevapsız bir şekilde burada bir başıma bırakarak ve diğer tarafında ki adamı da kalkarken hafif ezerek yanımızdan ayrıldı. Çünkü şişman adam beş numaraymış. Geçen hafta ki hayal kırıklığından sonra bugün akıllanıp erken gelmiş ve beş numarayı kapmış olmalı.
Şimdi şişman adam da aramızdan ayrılmıştı. Sevdiğim insanlar teker teker gidiyordu. Yeniden sevecek birini bulmalıyım. Buradan kalkmak istemediğime göre şu yanımda ki adamı sevebilir miyim? Sevmeyi denemek için önce konuşmak gerek anladım. Allah kahretsin! konuşmayı da hiç sevmiyorum.
-Merhaba?
Devam etmesem mi? Çok korkmuş bir hali var. Baksanıza tırnaklarını yemeye başladı. Adam ne kadar da zayıfmış dikkat etmemişim. Hep o dört numaranın yüzünden, öyle dikkatimi dağıtmış ki bu zavallı adamı hiç göremedim. Elli kilodan fazla olmaz bu adam. Kollarında ki kemikleri biraz zorlasam orta yerinden ikiye kırılabilir. Pörsümüş mü onun derisi? Aslında çok yaşlı da değil ama pörsütmüşler adamı demek ki.
-Merhaba?
Yok bu iş böyle olmayacak. Gözleri çok ifadesiz. Muhtemelen ben bu adamı sevemem. Aslında konuşmayı sevmemesi benim onu sevmem için bir işaret ama gözleri çok ifadesiz. Gözlerinde bir ifade olsaydı cesaretlenebilirdim. Çenesi ne kadar da uzun. Elmacık kemikleri içeriye göçmüş. Eskiden memur muydu acaba? Belki de emekli olmamıştır hala. Evli ve üç çocuklu olmalı. Parmağındaki yüzük, dökülmüş dağınık, yanlardan ve arkadan uzamış saçlar, evliliğin gereklikleri bunlar. Çökmüş gözler ve yırtık papuçlar ise çocuklardan kalan hediye olmalı. Paraların nereye aktığı belli. Sakalında da sakalkıran var. Uzayınca pek çirkin gözükür bu meret. Dünya haritasındaki karalar ve denizler gibi. Memuriyeti zorunlulukla birleştirip, hiç sakal bırakmıyor olmalı. Bırakmasın da.
-Merhaba?
Adam yavaşça kafasını bana çevirdi. Deri koltuğa öyle gömülmüş ki resmen tepeden bakıyorum ona. Şimdi o da kaşlarını çatmış, soluksuz bana bakıyor. -Beni mi tahlil ediyorsun lan sen- dersem kavga çıkarır mıyım? Vallahi bir kaşık suda boğarım onu, elimde kalır. Yok yok pek kavga çıkaracak bir tipe benzemiyor. Ama yine de bu sözcükleri zavallı adamın yüzüne çarpmayacağım. Hem ederse etsin pek bir muntazam biriyim ben. İçi açılır. Hoş olur. Belki gülümser bile beni anlamaya çalışırsa.
-Merhaba?
-Ne var?
-Sadece merhaba?
-E tamam merhaba?
-Sakalkıranınız uzayınca çirkin oluyor değil mi?
-Evet?
Bu muydu yani adamla merhabalaşıp sonra sakalkıranının ne kadar çirkin olduğunu mu söyledim adama. Yani bravo bana! Başka hiçbirşey demiyorum. Tamam konuşmayı sevmiyorum ama bu kadar da yeteneksiz olamam doğrusu. Utandı mı adam acaba? Ben utandım yahu adam utansa ne olacak. Gülümsüyor bana.
-Sen çok komik birisin.
- Ben mi?
Adam bana komik dedi.
-Evet sen. Yüzünün aldığı şekillerin farkında mısın?
Benim yüzüm şekil almaz. Adama acıdım, zavallı dedim sonra çirkin dedim. Altta kalmamak için benimle dalga geçiyor olmalı. Vay hin vay! Pek bir yamanmış.
-Benim yüzüm şekil almaz.
-Sen şuan yüzünü göremiyorsun ki.
-Doğru. Ama ben biliyorum almaz. Sizin sıranız ne?
-Altı.
-Biraz önce içeri giren şişman adam bana sıramın gelmeyeceğini söyledi.
-Ona şişman dememelisin.
-Kızar mı?
-Hayır bozulur.
-Anlıyorum evet öyle yaptı.
-Sen ona aldırış etme. Buraya yeni gelenlere hep öle der. Kalabalıktan hoşlanmaz. Sıran ne?
-On üç.
-Bence gelir.
-Teşekkür ederim.
-Neden?
-Umut zerk ettiniz bana.
-Zerk?
-Aşılalamak.
-Anladım.
-Siz neden buradasınız? Beni yanlış anlamazsanız sizi pek bir çökmüş görüyorum. neredeyse kemikleriniz çıkmış. Kürdan gibisiniz dişimi karıştırabilirim sizinle.
Neler diyorum ben. Az önce adamla dişimi karıştırmak istediğimi söyledim. Bunlar benim mi sözcüklerim. Ben bu kadar konuşmam ki. Adamı sevdim galiba.
-Karımı bıçakladım.
-Neden?
-Öyle olması gerekti.
-Gereken herkes bıçaklanabilir mi?
-Hayır sadece karını bıçaklayabilirsin.
-Ben karımı bıçaklamam.
-Ben bıçaklarım.
-Peki öldü mü?
- Hayır.
- Oh! Pekala.
-Neden ala?
-Ölmemiş işte.
-Ölmediği için bu haldeyim ben.
-Nasıl yani? Ölseydi hapislerde çürürdünüz ama?
-Burada yaşayan ölülerin arasında çürümekten iyidir biliyor musun. Karımı bıçakladıktan sonra çocuklarım beni terkett, –Evvet! işte biliyordum çocukları olduğunu- komşularım, akrabalarım yüzüme bakmaz oldu, hiçkimse bana iş vermez oldu. Günden güne erimeye başladım. Aç kaldım. Ama karım bunu haketmişti. Gerekmişti. Ve en önemlisi ben karımı bıçakladıktan sonra ki hergün onu bıçaklamaya devam ettim. İşte bu yüzden buradayım. Onu bıçaklamaktan kurtulamıyorum.
-Anlıyorum size iyi bıçaklamalar ozaman.
Bu adam deli. Hemde zır deli. Birazda utanmaz biri. İnsan hiç eşini bıçaklar mı? Çok ayıp!
-Altı numara değil miydiniz?
-Evet.
-Sizi çağırıyor bakın.
Adam kendi numarsını duyunca, gömüldüğü deri koltuktan, sanki günlerdir oraya yapıştırılmış gibi önce kalkamadı. Sonra debelene debelene kalkmayı başardı. Yürürken bacakları titriyordu. Güçten kuvvetten de düşmüş. Pek bir aciz. Karşıdan karşıya geçmeye çalışan yaşlı bir teyze gibi. Gidip koluna giresi geliyor insanın. Ama buradan kalkamamki. Bence kendi de başarabilir. Of! altı numara da gitti. Adam karısını bıçaklamıştı ama sevmiştim doğrusu onu. Çok uzun konuşmuştuk onunla ne güzel. Ben bu kadar konuşmam. Konuşmayı ve dikkat çekmeyi sevmiyorum.
Altı numara içeriden çıktığında gerçekten şok oldum. O, yürümekten bile aciz, çökmüş adam gitmiş yerine genç bir delikanlı gelmişti sanki. Bacakları titremiyordu. Kambur bedeni olabildiğince dikti. Şaşırırsınız ama sanki kilo bile almıştı. Artık onunla dişlerimi karıştıramazdım. Ve suratında ki o neşe. Doğrusu anlam bile veremedim. Yanımdan geçerken bana iyigünler delikanlı dedi. Sesi bile değişmiş. Ne kadar kendinden emin bir ses tonu bu. Doktor hanımın mucisezi mi bu?
Esrarengiz yedi beyin sırası geldi. Neydi bu adamdaki giz. Neden dört numara bu adamı merak ediyordu ki? Çok merak ediyorum doğrusu. Dört numara, bu çocuk için -keşke gözlük takmasaymış- demişti. Ama bence bu çocuk gözlük takmasaymış insan olduğu için utanırmış. O pörtlek gözlerini saklayabileceği başka hiçbir aksesuar yok şu dünyada. Bir nebze olsun onları kamufle edebildiği için kendini şanslı saymalı.
Kapıda ki herkesi çağıran adam, –Bak! bir saate kadar sıran gelir demiştim, geldi- diye takıldı yedi numaralı çocuğa. Çocukta ona, sanki bunu adam halletmiş gibi teşekkür etti. Olsun kibar çocukmuş doğrusu bunu ondan beklemezdim. Pek bir canı tez birine benziyordu. Teşekkür etmek için zaman bulamaz sanmıştım.
Keşke geçen gün bu kartı veren adamı dinleseydim de erken gelseydim. O zaman sekiz numaranın sahibi ben olabilirdim. Şuan heyecanla yedi numaranın çıkmasını beklerdim. Şimdi hem yanımda kimse kalmadı hem de daha bana çok var. Hem belki sıra bile gelmeyebilir. Gelmezse gelmesin. Ben konuşmayı sevmiyorum ki.
Ne kadar çabuk çıktı yedi numara içeriden. Yine aynı hareketi yapıyor. Kapının önünde durdu ve birşeyleri anlamaya çalışır gibi kafasını kaşıyor. Acaba doktor ne dedi ki ona? Bu kadar erken çıktığına göre çok esaslı bir laf etmiş olmalı. Hem çocuk için yararlı hemde kafasını karıştıracak birşey. Doğrusu bu doktor hanımı da çok merak etmeye başladım.
Yedi numara tam yanımdan geçerken, kendimden hiç beklemeyeceğim birşekilde çocuğu kolundan yakaladım. Yahu ne yapıyorum böyle? Huyum suyum değişti burada. Yedi numa çok korktu. Korkmaktanda öte şaşkına döndü aslında. Keşke böyle yapmasaydım. Pörtlek gözleri herzamankinden daha çok açıldı ve çok çirkin oldu. eski hali bile kabul edilebilirdi.
-Gözlüklerin sana çok yakışmış
Kolunu hala bırakmamıştım. Galiba bu yüzden o eblek, şaşkın hali geçmiyordu. Bırakınca, hava kaçıran bir balon gibi yavaş yavaş sönmeye başladı.
-Teşekkür ederim.
Kibar bu çocuk doğrusu. Bana bile teşekkür ettiğine göre gerçekten çok kibar.
-Sana birşey sormak istiyorum?
-Buyurun.
-Ben buraya yeni geldim.
Araya -biliyorum- diye girdi. gerçekten de şişman adam doğru söylemiş. Benim burada yeni olduğumu herkes biliyor. Ben dikkat çekmeyi hiç sevmem ki. Bu insanların nasıl dikkatini çektim acaba?
-Ya demek biliyorsun. Peki ozaman burada benim yanımda oturan, kısa boylu, yumuk elli bir kadın vardı. Aramızda kalsın hani bir de kocaman memeleri vardı.
Bunu sessizce kulağına yaklaşıp fısıldayarak söylemiştim. İğrenç bir sırıtış gösterdim. İçimde ki sapıklığı başka bir insan oğluna yansıtmıştım. Doğrusu şuan buradan arkama bile bakmadan kaçmalıydım. Yedi numaradan önce burayı terketsem kimse -neden?- diye sormazdı. Ben utanmaz biriyim.
-Evet o kadını biliyorum ama memeleri hiçte öyle büyük değil.
Seni yaramaz şerefsiz. Demek sende o kadının memelerine baktın. Herkes mi o kadının memelerine bakmıştı? Öyleyse memelere bakmak doğal birşeydi. Doktor hanımı merak ediyorum. O halde kaçmak için bir nedenim kalmadı. Biryerde herkes utanmazsa ozaman utanmazlık kavramından bahsedemeyiz. Utanmaz olmadığıma göre burada oturabilirim evet.
-Konumuz memeler değil delikanlı, konuyu memelere çekmekte üstüne yok doğrusu.
Bunu çocuk utanacak mı diye yapmıştım. Bunu birisi bana deseydi ben utanırdım. Birkere kibar diye yaftaladım çocuğu, bundan utanması gerekirdi. Hemde tanıdığı biri hakkında yapılmıştı bu sohbet. Hakikatten kibarmış. Kafasını öne eğip özür diledi. Hem teşekkür ediyor, hem özür diliyor. Bir insan evladının bünyesinde bu ikisinin birlikte bulunması etkileyici birşey.
-Tamam tamam. O kadın varya o kadın. Sürekli yedi numaranın kim olduğunu soruyordu. Neden soruyordu sen biliyor musun?
Çocuk bu sorumu duyunca hemen biraz çömeldi. Kendisini birinin dinlemediğine emin olabilmek için sağa sola bakıp, kafasını bana doğru uzattı.
-Aman! sakın ona bulaşmayın. O kadın delidir. Ve sakın!, sakın yedi numarayı almayın. Olay çıkarır.
-Ama neden?
-Hiçbirimiz bilmiyoruz. Sadece kimse yedi numarayı almaya cesaret edemez burada.
-Ama sen almışsın.
-Ben ilk defa bugün aldım. Almak zorundaydım.
-Nedir bu yedi numaranın esrarı?
-Vuslat.
-Ne?
-Üç ve dördün toplamı.
-Ne?
-Yeryüzü ile gökyüzünün birleştiği yer. Vuslat.
-Hiçbirşey anlamıyorum.
-Şey.. kusura bakmayın gitmem gerek. İyi günler.
Sen ne yaptın yedi numara bana? Ben şimdi nereye gitmeliyim? Hangi dağa, hangi taşa başımı vurmalıyım? Lanet olası bu yedi numaranın sırrı ne? Vuslatmış peh! O demek lan o nedemek. Şimdi karınıma ağrılar giriyor. Bedenimin içinde çekirge sürüsü varmış gibi. Beni tüketiyorlar. Beni yavaş yavaş değil, ani, acısız birşekilde tüketiyorlar. Çıldırıyorum bu deri koltuktan kalkmak için. Ayağa kalkıp haykırmak istiyorum herkese, seviyesizce -nedir lan bu yedi numaranın esrarı eşşoğlueşşekler- demek istiyorum. evet biliyorum çok ayıp ama bunu hakettiler. Haketmemiş olsalar asla söylemezdim. Sakin olmalıyım. Ben dikkat çekmeyi sevmem. Bu çok dikkat çekici bir hareket olurdu. Bundan hoşlanmazdım. Bu durumdan da hoşlanmıyorum. Birşeyi merak ediyorsam omerakımı gidermek isterim. Gideremezsem, geberirim.
Aklımda artık çözülmemiş bir yedi esrarı vardı. Bunu yedi numaradan başka birisi bilebilir miydi? Burada ki diğer hastalar bunun ne demek olduğunun farkında mıydılar acaba? Dilim damağım kurudu. Keşke yanıma su alsaymışım. Neden bunları önceden düşünemiyorum. Ne de olsa bir canlıyım. Susamam kadar normal birşey olabilir mi? Kimbilir aklımda neler vardı da yanıma su almayı unuttum. Sebil... Şu kadının su içtiği sebilden su içsem? Ama kalkamam ki dikkat çekerim. Tüm bakışlar üzerime dönerse çakılır kalırım olduğum yerde. Hareket bile edememekten korkuyorum. Sessizce halletmeliyim işlerimi. E benim yanım artık boş; dört, beş, altı gitti. Öbür taraftanda yedi gitti. Karşı koltukta o zayıf kadın var sadece. Diğer hastalarda şu ileride ki koltukta beni seçmeleri bile oldukça zor. Bence şu lanet olası sebile gidebilir ve dikkat çekmeden susuzluğumu dindirecek kadar su içebilirim.
Karşı koltuktaki zayıf kadının bakışlarının başka tarafta olduğu biranda doğruldum. Kaç saattir burada oturmuşsam, ayağa kalktığımda sağ bacağımda ki kan akışı öyle rahatlamış olacak ki hazdan uyuşmaya başladı. Başparmağımın her hareketinde hissizlik daha da artıyordu. Topal biriymiş gibi sebile doğru yaklaşmaya çalıştım. Sekiyordum ama amacıma da ulaşıyordum hani. Kimseyi umursayamazdım artık yarı yol geri de kaldı. ve sebil. ondokuz litrelik heybetli haznesiyle karşımda duruyor. sarılsam ayıp olur mu? yarısını içmişler. Gerçekten çok susadım. Ben öyle soğuk ile sıcağı karıştırarark içenlerden değilim ama soğuk, cidden çok soğuksa ihtiyatlı davranabilirim. Şişman adam gibi sorumsuz biri değilim.
Mantar şeklindeki kabarcıklar damacananın içinde yükselirken o suyun ağzımdan ve boğazımdan geçerek mideme inişini hissettim. Keşke daha hassas biri olsaydım da onun emilişini, kanıma karışmasını, hücrelerime alınmasını da hissedebilseydim. Daha zamanım var demekki. Su çok soğuk. Aşırı... Birazcık sıcak karıştırsam kimse kusuruma bakmaz galiba. Ama birazcık karıştırmak istiyorum. Çok susuzken serinlemeye ihityacım olur hep. O yüzden suyumun soğuk olmasını isterim. Soğuk değilse kızabilirim. Daha önce kızmadım ama kızabilme potansiyelim var.
Sebilin yan tarafında kalan boşluktan, kapının yarı aralık olduğunu gördüm. Sekreter ordaydı biliyorum. Acaba ne yapıyor ki? Hazır ayağa kalkmayı başarabilmişken neden gizlice yanına gidip onun ne yaptığına bakmayayım. Arkama baktım. Tam düşündüğüm gibi beni kimse izlemiyordum. Evet herkes farkımdaydı ama kimse beni izlemiyordu. Pek iyi insanlar bunlar.
-Biliyorum sevgilim ama doktor hanım işte sen de biliyorsun... Saat yediden önce çıkmama izin vermiyor.
-Sen kaçta çıkıcaksın
-E tamam işte bir saat oyalanırsın. Hatta gelip beni alırsın beraber gideriz. Hem sana bir sürprizim var.
-Hayır söylemem.
-Aa! söylemem diyorum. Evde...
-Çok ayıp! Serseri. Öyle deme utanıyorum. Ben sana yapıcam asıl.
O güzel ama soğuk bakışlı sekreterin yüzünde olan ifadeyi görmenizi isterdim. Hangi babayiğit olsa ağzının suyu akardı. Saçlarını atışını ve gözbebeklerinin içinin büyüyüşünü izledim. Gözlerinin içinde olan yeşil noktacıklar da kaybolmuştu artık. Kadının gözleri tamamen bal rengiydi, kestane saçları ile böylesi çok daha güzel. Demek ki kadının güzelleşebilmesi için içselleşebilmesi lazımmış. Kızaran yanaklarını, gamzeli dudak kenarlarını, ellerini bir virtüöz gibi kullanışını, telefonu kavrayışını, muhtemelen beyaz gömleğinin içinde dikleşen meme uçlarını da izlemeyi ihmal etmedim. Utanç verici! Hayır değil, kim olsa izlerdi.
-Bir saniye hayatım
-Beyefendi ne yapıyorsunuz siz. Terbiyesiz herif!
Kapıyı öyle bir suratıma çarptı ki bütün herkes duymuştur bunu. O zayıf kadın hafif uykulu halinden uyanmıştır, üçlü koltukta oturan diğer hastalar başlarını buraya çevirmişlerdir, kolonun arkasındakiler bile -ne oluyor yahu- diyip, ayaklanıp boyunlarını buraya uzatmışlardı. Ne yaptın sen sekreter hanım! Benim başımı mı yakmak istiyorsun.
Neyseki kurgularım başarılı olmamıştı. Kimsenin umurunda olmamıştı bu. Cereyan yapmıştır da kapı çarmıştır diye geçiştirmiş olmalılar.
-Delinin teki işte.
-Ya nelerle uğraşıyorum
-Evet ya adam resmen bizi dinliyordu.
-Hayatım sapığı da var sapkını da burda.
-Başka iş bulsam direk bırakıcam. Çıldırtıcak beni bu insanlar, burası..
-Evet yedi de... Hadi konuşuruz.
Azıcık dinleseydim ne olurdu ha, hain kadın ne olurdu. Sana ne zararım var. Hele hele o yüzünü bile görmediğim telefonun karşısındaki adama ne zararım var sorarım sana alçak sekreter. Hiçte güzel bir kadın değilsin sen. Hiç beğenmedim seni. Oldukça ruküş ve çirkinsin. Bal rengi göz mü olur hem? Ben o adamın yerinde olsan akşam bu kadınla görüşmem bile. Azgın, sapık,pislik!
Deri koltuğumla mutluyum arkadaş. Dertsiz tasasız burda ne güzel oturuyordum. Hem bi kamyon laf, hem de suratımda patlayan bir kapı ile döndüm. Ne gerek var. Şu susuzluk bana nelere mal oldu.
İçim geçmiş. Aslında pek içim geçmez ama bugün pek bir beyin aktivitesi gösterdim, yorulmuş olmalıyım. -Dokuz numara- sesiyle irkildim. Demek ki içeriden sekiz numara çıkmış olmalıydı. Ne kadar süre uyudum acaba? Etraf neden karanlık. Aman allahım gözlerim açık değil benim. Ama uyandım. Peki neden gözlerimi açamıyorum. Uyanmamış olsam düşünme işini kontrolümde gerçekleştiremezdim heralde. Gözlerimi de hareket ettirebiliyorum. Sorun ne?
-On üç numaraymış.
-Bugün geldi değil mi?
-Evet evet hiç yerinden de kalkmadı. Orda sürekli yanına oturan birileriyle konuştu.
-Yok ben gördüm birkere su içmeye gitti bizim sebilin yanına.
-Yaa demek su da içebiliyor.
-Saçmalama. Heralde içebiliyor. O da bir insan.
-Ne yalan söyleyeyim bana öyle gelmedi.
-Ne demek o?
Eyvah! Benim sivrisinek olduğumu farketmiş olmalılar. Ama nasıl, bu halimle insanların ortasında oturmam ben. Gizlendiğim zaman ortaya çıkar o. Doğru ya! su içerken olmalı. Farkında olmadan kendimi kaybetmiş olmalıyım. Ah susuzluk bak bana daha nelere malolacaksın kimbilir? Kim bu adamlar? Benim hakkımda konuşuyorlar peki ama onları nasıl duyuyorum. Neden uyanamıyorum.
-Bilmiyorum bana tuhaf geldi.
-Yedi numarayı sorup duruyormuş.
-Gerçekten mi?
-Nerden duymuş ki?
-O deli karının başından çıktı hep. Gözlüklü de yumurtlamış olmalı.
-Sana söyledim bunlar bizim başımızı yakacak.
-Nerden bilebilirdim.
- Ne dersin aramıza almalımıyız.
- Hayır alamayız tabiki. Çok kalabalığız. Ama oylamaya sunabiliriz.
- Kimsenin isteyeceğini sanmam. Hele şişman.
- Ne olmuş şişmana?
- Hatırlasana bir önceki on üç numaranın başına neler geldiğini.
- Korkunç!
- Korkunç ya... şişmanla uğraşmak istemiyorum.
-Ne yapmalıyız teklifin ne?
- Bu gece sessizce bitirmeliyiz işini. Ne dersin?
-Sen öyle diyorsan?
-Endişelerin mi var?
-Ne bileyim farklı gelmişti bu adam bana. Baksana ne kadar masum duruyor. İşimize yarayabilirdi.
-Hayır hayır. Dış görünüşün seni kandırmasına izin verme.
-Bu akşam işini bitiriyoruz.
-Peki.
Lanet olsun sizlere diğer numaralar. Benim gibi bir melek hakkında ki düşüncelerinizden iğreniyorum. Ama en önemlisi, çıldırıcağım artık nedir bu yedi allahım! Bunlar kim? Neden beni öldürmek istesinler ki? Onlarla konuşmadım bile. Ben dikkat çekmeyi sevmem ki, hele konuşmayı hiç sevmem. Burada deri koltuğumda mutluyum ben.
Gözlerimi açtığımda içimde tepinen filler vardı. Büyük bir çarpışmadan çıkmış gibi hissediyordum kendimi. Cephede cengaverce çarpışmış, milletim için gerekli olan hertüğrlü fedakarlığı yapmıştım. Yurduma döndüğümde ise bir kahraman değil de bir vatan haini ilan ediliyordum. Sebepsiz... Karşıdan geldiğini düşündüğüm, bu sohbete vakıf iki erkek ortada yoktu. Hatta ve hatta herşey öyle durağan ve öyle aynıydı ki. Orada oturan zayıf kadın uyuklar vaziyette kafasını hafif öne düşürüyor ve ardından irkilerek uyanıyordu. Üçlü koltuktakiler de kendi işleriyle meşguldüler. Demek ki kilit kolonun arkasındaydı. Bu kolonun arkasında kim vardı?
On, onbir ve oniki numara yoktu. O kadar çok isimleri tekrar edildi ki, ama ortaya çıkmadılar. Hatta çağıran adam gelip bana bile sordu. Görmediğimi söyledim ona. Yeni geldiğimi de söyledim. –Biliyorum- dedi bana.
Neredeydi bu asi üç numara? Sıralarını alıp nereye kaybolmuş olabilirlerdi ki? Üstelik ben hep burada kapı tarafında oturuyordum. Gelen giden kimseyi görmediğime yemin edebilirim
-On üç
Sonunda doktor kıyafetli ama doktor olmayan insanları çağıran adam beni çağırmıştı. Kabus gibi geçen saatler bitmişti. Bu tımarhaneye nasıl geldim ben. Takip edilen tedirgin üç numara, takıntılı dört numara, ekip başı şişman adam, gizemli yedi, kaybolan on,onbir, oniki ve katiller. En önemlisi ise katiller. Burada katillerin işi ne beni neden öldürmek istiyorlar. Doktor hanıma bunu sormalımıyım acaba?
Kendimle ve başka şeylerle kafamı öylesine kurcalamıştım ki, en merak ettiğim şeyi atladım. Kolonun arkasında neler dönmüştü, bir türlü çözememiştim. Ama kolonun arkasına baktığımda ise başka bir şoka uğramıştım. Sürekli bir kulis yapıldığını düşündüğüm bu gizli yerin arkasında sadece bir adet sandalye vardı. Düşününce, buradan da sadece yedi numara çıkmıştı. Yani sabahtan beri burada kimse yok muydu? Bu olamaz... En azından burada iki kişi daha olmalıydı. Katiller?, Ya da kaybolan üç numaradan birileri?, Kaçtılar mı?, Pusuya mı yattılar?, Yoksa? Yoksa bu iki grup aynı kişiler mi? Kaybolan numaraların katillerle bir ilişkisi mi var?
Of of! Biraz ara vermeliyim bu işlere. Şu düşünme işine. Sonunda içeriye girmeyi başardım. Doktor hanım önümde oturuyor ve elinde tuttuğu dosyalara bakıyordu.
-Allah belanı versin senin?
-Ne? Ne diyorsun sen?
-İşe yaramaz bir andavalın tekisin onu diyorum anlıyor musun beni. Hiçbir işe yaramadan bütün gün evde oturan ve hiçbir işe yaramayan birisin. Seninle neden birlikte olmaya devam ediyorum ki? Acıyorum sana.
-Bana mı diyorsun bunları
-Evet sana diyorum. Senden başka işe yaramayan biri mi var burada.
-Sana ne oldu böyle?
-Bana birşey olduğu yok paşam! Asıl sana ne oldu onu sormak lazım. Kıçını kaldırıp markete gitmekten bile acizisin görmüyor musun? Ne kadar zamandır aynı yatakta yatmadığımızın farkındamısın? Böyle devam edemem anlıyor musun?
-Nasıl
-İşte böyle, umursamaz ve işe yaramaz. İki gündür eve bile gelmiyorum hiç merak ettin mi?
-Aa beyim kusura bakma, sen eve gelmediğimin bile farkında değilsin? Aldatıyorum seni hemde kaç zamandır biliyormusun? Kaç kere. Kaç adamla. Kaç farklı kişiyle. Bunu bile göremeyecek kadar körsün sen. Bir sivrisinek gibi hayatı böyle boş yaşıyorsun. Amacın dahi yok! Neden bir kadına sahip olasın ki. Sana neden izin vereyim ki.
Bana bunları söylerken ona karşılık vermek için inanın mecalim bile yoktu. Aldatılma hissini ise yaşamaktan çok uzaktım. Galiba haklıydı umurumda bile değildi. Nasıl o hala gelmiştim bilmiyorum. Hiçbirşeyi merak etmiyor, hiçbirşeyi umursamıyordum. Hayat benim için olabildiğince önemsizdi. O kadın da. Ama ona işe yaradığımı kanıtlamak için o an ağzımı bile açmadan evden çıkmıştım. Arkamdan deliler gibi küfürler ediyor ve bana bağırıyordu. Tepki vermemem onu daha fazla çıldırtmış olmalıydı. Dışarıda kanıtlayacak birşey bulamayıp eve geldiğimde bütün eşyaların yerlerde paramparça olduğunu, camların kırıldığını gördüm. Kendi kıyafetlerini toplayıp beni terketmişti. Hiçbirşey umurumda değilmiş gibi davramsam da sonrasında yaşadıklarım aslında umursamaz davranma davranışımın bir seçenek olduğunu, benim öyle davranıyor olmamın seçilmiş bir durum olduğunu kanıtladı. Tam dört gün oturduğum koltuktan kalkmamıştım. Ne bir şey yedim ne birşey içtim. Birşeyler yemeye ve içmeye başladıktan iki ay sonra ise evden ilk defa çıkmayı başarmıştım. Oturarak dönüşüm geçirdim. Artık bir sivrisinektim. Sivrisineklerin ne kadar işe yaradığını o kadına kanıtlamalıydım. Öğrenemeyeceğim, öğretemeyeceğim hiçbirşey yoktu. Canım neyi isterse onu yapabilirdim ben. İşe yaramaz biri değilim. Anlıyormusun işe yaramaz biri değilim. Doktor hanım işe yaramaz biri değilim ben.
Merak ettiğim için intihar etmeyi bile düşündüm doktor hanım. Herşeyi merak ediyorum. Uçabilmeyi, nefessiz kalmayı, sevmeyi, kadınları, insanları ve sorunlarını, neler yaşadıklarını, hırslarını da merak ediyorum, ağlamalarını, gülmelerini, mimiklerini, mesela memelerinin ne kadar büyük olduğunu, göz renklerinde ki değişiklik bile ilgimi çekmiştir. Hepsi o kadından sonra oldu. Hiçbir işe yaramadığımı söyleyen o kadın. Bir gün geldi ve bana -işe yaramaz bir domuzun tekisin sen- dedi ve gitti işte. O güne kadar hiçbir şeyi merak etmezdim. Şimdi ise merak etmediğim birşey kalmadı. Herşeyi öğrenebileceğim her yere girip kolayca çıkabileceğim bir hayvana dönüştüm. Açıkçası sivrisinek olmak öyle kolay geldi ki, bir süre sonra gerçekten sivrisinek oldum işte ben. Peki doktor hanım sorarım size kaybedince mi merak etmek zorundayız. Ben hasta mıyım? Bence değilim. İnsan gibi yaşamaktan değil de sivrisinek gibi olmaktan mutluyum ozaman size ne?
Şimdi faik bey, şöyle bir gerçekliğimiz var öncelikle siz bir sivrisinek değilsiniz. Bakın elleriniz ayaklarınız, kafanız, onun içinde bir dimağınız, nefes alan bir ciğer, atan bir kalbiniz var. Basbayağı karşımda oturan bir insan görüyorum. Yalnız şöyle ki, bir sivrisinek gibi hissetmek en doğal hakkınız. Başkalarına zarar vermediğiniz sürece bunda ben bile sakınca görmem, yalnız anlattıklarınız, başkarının evine girmek işte bu benim, devletin ve toplumun kabul edebileceği türden bir davranış değil. Bence bunu siz de kabul edemediğiniz için burdasınız. Yoksa neden burda olasınız ki, sivrisinekliğinizle yaşamaya devam edebilirdiniz. Kadın meselesine gelince. Unutun onu. Bakın unutun, göreceksiniz herşey ne kadar kolay olacak. Belki yavaş yavaş tekrar kafanızda ki sivrisinek halinden, insan haline geçebilirsiniz. Hem unutmayın ki bir kere insan oldunuz, o duyguların ne demek olduğunu pekala biliyorsunuz. Sizin için zor olmasa gerek.
-Merak ettim doktor hanım.
-Neyi?
-Sizi. Burasını. Buradaki insanları.
Hem içeriye gizlice girmek zorunda da kalmadım. Bence ben hasta değilim. Sadece çok meraklıyım. Teşekkür ederim.
Doktor hanım arkamdan Faik bey, Faik bey! diye bağırıyordu. Benim adım Faik değil ki. Bağırsın. Umurumda olur mu sandı o aptal şey. Hem onu çokta beğenmedim açıkçası. Güzeldi güzeldi de kızıl saçlıydı işte. Benden giden kadın da kızıl saçlıydı. Kızıl saçlı kadınları sevmiyorum. Onları merak etmiyorum. Hele bir de yeşil gözlülerse umurumda olmazlar onlar. Üstelik bir konuda yanılmıştı. Ben çoktan unutmuştum o kadını. O kadın için sivrisineğe dönüşmedim ki ben. Hem kim ki o beni sivrisineğe dönüştürecek. -Kevaşe‑
Dışarıya çıktığımda kimsenin kalmamış olmasına tekrar, gerçekten çok üzüldüm. Yedi numara da gitmişti. Üç, dört, beş, altı bile gitmişti. Onları otururken bir daha göremeyecek olmak beni gerçekten derinden yaraladı. Kolonun arkasına tekrar baktım. Gerçekten tek sandalye var. Halbu ki neler düşündüm orada ki insanlar için acaba kendi araların da konuştularmı diye. Neden kalkmadım ki? En başta kalksaydım, herşeyi çok erken birşekilde çözebilirdim. Belki katilleri bile yakalayabilirdim. Dikkat çekmeyi sevmiyorum dedim ya. Biraz dikkat çeksem fena olmaz ama... bu gece dikkatli olmalıyım. Peşimde ki insanları yakalamak zorundayım. Yapacak daha çok işim var, ölemem.
Çok yorgunum yürüyecek halim kalmadı. Bu kızıl saçlı doktoru da hiç sevmedim. Gözümde büyütmüşüm, pek matah birşey değilmiş! Keşke doktor kapıda ki sekreter olsaymış. Uçarak mı gitsem? Yoksa sekreteri mi izlesem? Evet sekreteri izleyeyim. Orada dinlenirim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.