- 634 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bizim Takım
CÜMBÜŞ TAKIMI
Rakibini küçümseyen aslında kendini küçümsemiştir. Bunun farkına vardığı zaman kendi küçüklüğünü de kabullenmiş olur. Başkasını küçümseyenler, bunun bedelini farkına varamadan ağır bir şekilde ödeyebilir.
Ülkelerden birinde, yönetim değişmişti. Halkın değişme arzusu ile yönetime genç sayılacak, senelerce yurtdışında yaşamış, aydın, yenilikçi aynı zamanda da halkın dini, milli, ahlaki değerlerine saygılı ve onları anlamış bir devlet başkanı seçilmişti. Bu o ülkede o güne kadar alışılmamış şeydi…
Eski siyasiler, eskiden ülkeyi yönetenlerin yeniden yönetime gelmesi yasaklanmış, ülke kendisine yeni liderler, yeni parlamenterler, yeni belediye başkanları ile yeni bir sayfa açmıştı. Artık ülke aydınlanacak, genç insanlarla ülke kalkınacaktı. O kadar kalkınacaktı ki dünyanın en gelişmiş ülkesi olacaktı. Ülkenin o güne kadar kalkınamamasının sebebi hep o eski siyasilerin dar kafalı olmasıydı…Onları yasakladığın zaman yeni siyasetçilerle ülke çok güzel yönetilirdi.
Bu yenilenme sürecinde, Küçük kasabalara genç, ama Üniversite tahsili olmayan, ancak havasından geçilmeyen insanlar belediye başkanı seçilmişti. Onlara, çok önceleri kullanılan prens, şehzade gibi ünvanların olduğu dönemleri çağrıştıran prensler denmişti. Devlet başkanına sultan denmiyordu ama belediye başkanlarına prens denmekteydi. Onlarda kendilerini hakikaten prens sandıklarından, ülkeyi ileriye götüreceklerini unutarak, o ünvanları taşımaktan onur duymaktaydılar.
Ülkeyi yöneten başbakan ülkesini hep ileri götürmek isterken, medyanın ısrarla kendisine kral, çevresindekilere prens diyerek ülkeyi geriye götürdüğünü ima etmesine de gerçekten bozulmaktaydı ama basınla savaşmak demek kendini tehlikeye atmak demek olduğunu anladığı için sesini çıkaramıyordu.
Zaten konuşacak konu arayan, dedikodusunu yapacak malzeme arayan küçük kasabalarının kadınları da o güne kadar alışılmamış olan bu prenslerin yakışıklılığına bayılmışlar ve onları övmeye başlamışlardı. Yok şöyle yakışıklılarmış, yok böyle..
Gazeteler Devlet Başkanının bir imparator gibi ülkeyi yönettiğini iddia etmekte, köşe yazarları da bunu alaya alan yazılar yazmaktaydılar .Ülke hakikaten gelişmekte mi yoksa geriye mi gelişmekteydi? Onu zaman gösterecekti …
Ülkeyi ileriye götürmeyi herkes isterdi. Ama bunu başarmak sadece gelişmiş ve bir elin parmaklarını geçmeyen dünya ülkeleri başarmıştı. Nasıl başarmışlardı? Neden böyle gelişmişlerdi? Ülkeyi yeni yönetmeye başlayanlara göre, yakışıklı belediye başkanlarının, genç milletvekillerinin, iş başına gelmesi ile olmuştu. Yalnız ülkeyi yönetenler şunu unutmuşlardı ki, gelişmiş ülkelerdeki yakışıklı milletvekilleri, belediye başkanları sadece yakışıklı değil, aynı zamanda da bilgi ve genel kültürü yüksek, kiminle ne zaman nasıl konuşulacağını iyi bilen ve birikimli olan , sosyal sorumluluk duygusu ile dolu olan insanlardı. Yönettikleri kasabaların insanını hakiki manada seven, insanlara ayırım yapmadan bakan insanlardı. Milletvekilleri de temsil ettikleri insanlardan mutlak olarak çok daha bilgili olan, onların sorunların bilen ve çözüm yollarlı ararken hiçbir zaman ayrıcalık yapmayan insanlardı.
Gelişmişlikle, gelişmekte olan ülke arasında farkı anlamayan ve her şeyi bildiğini sanan yaşlı ve eğitimsiz kesimlerin gözlerini boyamak için yakışıklı başkanları seçmek, onlara kasaba yönetme görevi vermek ilk başta ülkeyi yöneten siyasilerin işlerine gelmesine rağmen zamanla mum gibi eridiklerini göremeyecek kadar da dar ve kısa görüşlü insanlardı.
İşte bu ortamda, ülkenin birkaç bin nüfusa sahip bir kasabasında, kasabanın en zenginlerinden olmasına rağmen 5 oğlundan hiçbirine Üniversite tahsili verememiş olan Ahmet Ağanın en yakışıklı ve en akıllı olduğunu sanan oğlu ”prens Aydın” olarak kasabaya belediye başkanı seçilmişti nihayet.
Aydın beyin kasabaya Belediye Başkanı olması ile bugüne kadar kasabalarına hep yaşlı ve emeklilerin başkanlık yaptığını gören ve yakışıklı olmayan kocalarına hayranlık besleyemeyen, Aydın beyin yakışıklılığı karşısında hayran olmuşlardı. Artık Aydın bey kasaba kadınlarının yeni idolü olmuştu. Yaptığı yanlışlar bile güzellik olarak çocuklara anlatılmaktaydı. Çocuklara anneler ve babalar nerede ise “Oğlum okuyup ta sürüneceğine Aydın bey gibi tahsilsiz olsan da, nasıl olsa siyasetçilere yaranırsan Onun gibi prens, ya da kral olursun” mesajı vermekteydiler.
Ama o anneler bilmemekteydi ki, zaman gelecek Üniversite eğitimi olmayan, okumayan, devamlı olarak değişen dünyaya ayak uyduramayan insanların hayatı her zaman sıkıntıdan kurtulamayacaktı. Ama bunu ancak okuyan, öğrenen ve aydın insanları dinleyen insanlar anlardı.
Babası Ahmet Ağa, oğluna okusun ve Aydın insan olsun diye Aydın adını koymuştu ama, o okumak ve aydınlanmak yerine arkadaşları ile çapkınlıklar, içki içmeler ve cadde ortasındaki görkemli evlerinin altındaki kahvede arkadaşları ile okey oynamalarla zaman harcamıştı. Okumak parası olmayan züğürt takımının işi idi ona göre. Zenginler okumasa da olurdu. Nasıl olsa evlerini, arabalarını, yıllar önce babaları almıştı. Evi arabası olan insan okusa ne olurdu okumasa ne olurdu ? Okumakla alim olunmazdı ya..
Aydın bey bu düşüncelerin, konuşmaların arasında zamanın nasıl geçtiğini unutmaktaydı.
Başkan Aydın bey, bir gün kasasındaki Belediye Binasına yakın çay bahçesinde yaşlı Belediye meclisi üyeleri ile çay içerken, az ilerde kasabanın delisini gördü. Tanımadığı bir başka deli ile kasabanın delisi güle oynaya şakalaşmaktaydı. Onlara hayran hayran bakmaya başladı. Kendileri dünyanın tüm dertleri altında ezilirken, onlar sanki dünyada dert ve keder yokmuş gibi neşeliydiler. Aydın bey oldum olası delilere karşı şefkat duyguları derin insandı. Deliyi görünce hüzünlendi. Bir içinde ah çekerek deliyi yanına davet etti.
Deli Başkan Aydın beyin yanına gelince esas duruşa geçerek, bir asker selamı çaktı:
-Emret Bakanım !. deyiverdi.
Aydın Bey göğüsleri kabardı. Allah bu deliyi söyletiyordu işte. Bir gün gelir Bakan olur muydu ? Gerçi tahsili yoktu ama bu ülkeyi tahsili olmayan insanlarda yönetmişti zamanında…
Aydın bey deliyi yanına oturttu. Sonra yanlarına gelmeyen diğer deliyi de göstererek .
-Emrah kim o arkadaş, tanıyamadım da, dedi.
-Komşu köyü delisi, dedi.
Orada bulunan kasabanın yaşlılarından olan eskiden Belediye Meclisi üyeliği de yapmış olan Hasan Ağa, deliye dönerek .
-Sen sanki akıllısında, Ona deli diyorsun, deyince, kasabanın delisi Emrah hemen
-Akıllı insan çalışarak ailesinin rızkını kazanır, senin gibi burada pinekleyen insanlarda aslında deli insanlar, dedi.
Orada bulunanlardan Hasan Ağayı sevmeyenler bıyık altından gülerken Başkan sadece susmakla yetindi. Hemen deliye bir çay ikram etti. Deliye çay ikram edildiğini gören komşu köyün delisi hemen gelerek Başkana, hazır ol vaziyette selam çaktı :
-Emret Bakanım, dedi.
Orada bulunanlar kahkahayı basarken, başkan ona da bir çay ısmarladı.
İki deli güle oynaya kendilerine ısmarlanan çayları içerken, orada başkana yalakalık yapmak için toplanmış olan insanlarda gülüşerek, eğlenerek, delilerden ibret alacak yerde onlara uyuyorlardı . “Kişi dostunun dini üzeredir, insanı tanımak istersen düşüp kalktığı insanlara bak” diyen büyük insanlar ne güzel sözler söylemişlerdi. Ama anlayana
Başkan bir süre sonra komşu köyün delisini süzdükten sonra, komşu köyün delisini ima ederek kasabanın delisi Emrah’a dönerek :
-Bu adam neden kafayı yemiş Emrahcığım, dedi.
Emrah bir ahh çekerek , başkana kendisi büyük adammış gibi ciddi eda ile :
- Başkanım, beni nasıl Emine’nin aşkı deli ettiyse bunu da Üniversite tamamlayıp, iş bulamamak, bu cinnetle babası ile kavga ederken kafasını duvara vurup kafayı yemiş işte dedi.
Başkan bunun üzerine bakışlarını bir süre delilerin üzerinde gezdirdikten sonra okuyamamış bir insan olmanın derin ezikliğini hissetti. Deli bile olsa okumuş adamlara nedense sevgi besleyememekteydi En yakınlarında bile olsa. Ona göre okumuş adamlar kibirli olmaktaydı. Kibir ile tahsilli olmayı özdeşleştirmişti yani. Okuyup gelişmek yerine okumuş adamlara karşı iyi duygular beslememek ilerde kendi çocukları üzerine ne kadar etki edecekti onu bile düşünememişti.
Başkan bunları düşünürken kasabanın delisi aniden orada bulunan süpürgeyi eline alarak saz gibi kucağına koydu. Gözlerini yumup, olanca ciddiyeti ile kafadan uydurduğu şarkıyı söylemeye başladı :
- Ahhhh ! Ahhhh! Ahhhh! Beni deli ettin Emine…
Vurdu zalim baban ve adamları belime belime.
Bilmem ne geçti , beni deli etti O’nun eline.. eline…
Beni yardan ayıran sürüm sürüm sürüneee…
O kadar içten söylemişti ki bu şarkıyı, orada bulunanlar dahi hüzünlenmişti.
Emrah köyün en yakışıklı ama o kadar da hali vakti yerinde olmayan bir ailenin çocuğuydu. Lisede okurken aynı sınıfta okuduğu kasabanın en zengin ağasının kızına sevdalanınca, kızın babası bunu kabullenememiş, adamlarına Emrah’ı sopalarla dövdürmüştü. Emrah kafasına darbe alınca hafızasını kısmen kaybetmiş, deli divane olmuştu.
Bir süre sonra kızını köyün başka zengininin oğluna vermiş, oğlanda “Babam Zengin, anam zengin, kayınpeder zengin, çalışmak neyime “diyerek çalışmadan köyde gezince hem babası hem de kayınpederi dışlayınca Emine’ yi alarak köyü terk etmiş, şimdi büyük şehirde sefalet içinde yaşamaktaydılar.
Emrah sazını bir kenara bırakınca bütün o çay bahçesinde bulunan gözler tekrar Emrah’a acıyarak bakmaya başladılar. Başkan Aydın bey, Emrah’ın eski halini düşününce bayağı duygulandı.
Herkes bön bön birbirlerine bakarken, komşu köyün delisi de hemen orada bulunan bir sopayı alarak kendine saz yaptı .
- Oku oku, diyerek bizi teşvik ettiniz okumaya…
Okuduk iş bulamadık, aldınız bu seferde alaya ..
Deli ettiniz ya artık gülün doya doya…
Bu dünya yalan yalan doyun sizde yalana
Elbet gelir zaman bu dünya alır sizi de alaya…
Orada bulunanlar kahkahayı basıverdiler. Delilerin onlara vermek istediği mesajı alamamış olarak kahkaha ile günü kurtarma derdindeydiler.
İki deli bir süre sonra usanınca süpürge ve sopayı bir yana atarak oradan uzaklaştılar.
Onlar uzaklaşırken arkalarında gülerek bakan Başkan Aydın bey, o kadar dalmıştı ki sanki “Bu dünyada tasasız yaşamak için deli olmak lazım“ diye düşünmekteydi. Başkanın yağdanlıkları deliler gittikten sonra Başkana yaranmak için yorumlarını sıralamaya başladılar :
- Deliye bak Başkanım akıllarından güzel şarkı türkü söylüyorlar, uyduruyorlar ama bizi de etkiliyorlar hani, dedi.
Öteki yağdanlık, altta kalmamak için.
- Şimdiki zamanda kim akıllı kim deli belli değil ki ya, dedi.
Bir süre sonra Emrah ve komşu köyün delisi yeniden çay bahçesine geldiler. Başkanın yanına gelerek ikisi birden hazır ol vaziyette :
-Emret Başbakanım, deyince
Başkana yağ çeken arkalardan cılız bir ses şöyle seslendi:,
-Hopp Bakan dediniz sesimizi çıkarmadık, bu adamı Başbakan yaparsanız o zaman karşı çıkarız.
Bu söz “Başkanımızı Bakan olarak konuşsunlar ama bu bakan Başbakan olursa, öyle laf edilirse o zamana onu kıskanarak çekemeyiz “anlamı taşıyan bir mesajdı.
Deliler “ Emret Başbakanım” dediği zaman, başkan bey gururla şişinmeye başladı ve hemen delileri yanına sanki milletvekili gelmiş gibi oturacak yer göstererek birer çay daha ısmarladı.
Deliler çaylarını içerken başkanın yanına usulca sokulan Hacı Tahsin Ağa :
-Başkan bey, bak aklıma ne fikir geldi. Biliyorsunuz kasabalarda belediyelerin bandosu vardır ve bayramlarda özel günlerde çalarlar. Sizde bu delilerden bir cümbüş takımı kurun basın bunu yazar, kasabamızın namı duyulur. Hem bu delilerden sana ve bize zarar gelmez, hem kasabamızın adı duyulur hem de biraz eğleniriz, dedi.
Başkan Aydın bey bu aklı veren Hacı Hasan Ağanın saygıyla elini öptü. Orada bulunanlar ne olduğunu anlamaya çalışırken Başkan Aydın bey çayını içen Emrah’a dönerek :
-Emrah bizim bu kasaba ve cevre köylerinde ne kadar deli varsa topla ve yanıma gelin yarın, dedi. Sonra gülümseye çalışarak Hacı Hasan amcaya tekrar dönerek :
-Sen aklınla bin yaşa Hasan Amca, dedi.
Ertesi gün Başkan makamında yandaşları ile sohbet ederken Emrah yanında tam 12 deli ile makamına geldi. Deliler içeri rast gele girerek kimi koltuklara, kimi de halılara oturmaya başladılar. Herkes ne olduğuna şaşırdı. Kimisi gülerken, kimisi de rahatsız olduğunu pek belli etmemeye çalışarak işi serinkanlılıkla izlemeye başladılar.
Başkan Aydın bey sanki kırk senelik dostları gelmiş gibi gülmeye, memnun olduğunu, onları sevdiğini yüz ifadesi ile belli etmeye başladı. Biraz sonra çaycı elinde tepsi ile oradakilere çay getirdi. Kimisi şakır şakır çayını karıştırırken, kimisi de ulu orta konuşmaya başlamışlardı ki, bazı misafirler başkandan izin isteyerek oradan ayrıldılar.
Tam bu sırada, ilin merkezinden habersiz şekilde televizyon kanalı ve gazeteciler odaya girdiler. Başkan ne olduğunu anlayamadan gazetecilerde içerdeki boş koltuklara otururken, şaşkın şaşkın acaip hareketlerde bulunan delilere bakmaktaydılar. Başkan Aydın bey hemen durumu kurtarmak için işi şakaya vurarak:
-Bakın büyük illerde belediyeler orkestra kurmaktalar, biz fakir bir kasaba belediyesiyiz, ödenek olmadığından dolayı, delilerden cümbüş takımı kurduk. Bunlarla kasaba halkımızı eğlendirmekteyiz, dedi.
Başkan Aydın bey işi öyle şaka yollu anlatmıştı ama işgüzar basın bir başka yazmaya başlamıştı.
Bir kaç gün sonra odacısı bir gazete küpürü getirince Aydın bey iyice sinirlenmeye başladı . Kızgınlığı biraz geçince haberi yüksek sesle okumaya başladı :
“ Kasabanın yakışıklı Belediye Başkanı Aydın Bey Kasabasının delilerinden bir cümbüş takımı kurdu. 12 deliden oluşan cümbüş takımı başkanı zaman zaman makamında ziyaret ederek kendi aklından uydurdukları şarkı ve türkülerle başkanı eğlendirmekler Başkan Aydın Bey ’ Bu delilerle menfaat ilişkilerinden uzak hiçbir çıkara dayalı olmadan güzel zaman geçirmekteyim’ dedi.
Başkan Aydın bey hırsla gazeteyi eline alarak dışarı çıktı. Sonra kendini her zaman oturduğu çay bahçesine attı. Elindeki gazeteyi masaya koydu. Yağdanlık takımı hemen çevresini sardı : ‘Hayrola Başkan ne var, çok sinirlisiniz “ dedi yağcı olanı. Başkan Gazeteyi gösterince Başkanın verdiği gazeteyi okudu. Sonra gülümseyerek ve bıyık altından muzip gülümsemesi ile elini başkanın omzuna sanki çok samimi dostu imiş gibi koyarak ‘Başkan bunun nesine kızıyorsun ki, Cümbüş takımı sayesinde gazetelere çıkmışınız. Bu delilerden kurduğunuz cümbüş takımı partinin engellilere verdiği değerin bir ispatı olmalı. Ben olsam bu haberi ve resimleri büyüterek odama asar ve eleştirilere de kulak tıkarım’ Başkan gülümseyerek ‘Helal olsun sana ya ben bunu düşünememiştim’ dedi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Başkan Aydın beyin bir misafiri onu ziyarete geldi. Başkan Aydın bey belli etmese de bu misafirinin gelmesine pek memnun olmamıştı.
Gelen misafiri kasabanın en fakir ailelerinden birinden olan ve fakir olmasına rağmen içki, sigara gibi kötü alışkanlıkları olmayan, okumayı çok seven bir gençti. Kasabada çok insanın kazanamadığı Ankara’da çok güzel bir okulu kazanmış ve başarı ile tamamlamıştı. Aydın bey zengin olmasına ve babasının da okumasını çok istemesine rağmen ne kendisi okuyabilmiş ne de kardeşlerinden 5 tanesi okuyabilmişti Üniversiteyi Bu yüzden kasabasındaki Üniversite okuyan insanları sevmez, hatta sevmediğini açıkça belli ederdi. O daha çok, kendisine körü körüne itaat edenlerle, tahsili olmayan insanları severdi.
İstemeye istemeye ona yer gösterdi. Çay bile ısmarlama gereği duymamıştı.
Gelen misafir Başkana saygılarını sunduktan sonra hemen konuşmaya başladı.
“ Başkan Aydın ağabey, öncelikle sizlere yardımcı olmak ve Ankara’da okuduğumuz okulda öğrendiğimiz bilimsel konularla yardımcı olmak istemekteyim. Aydın ağabey, gazetedeki haberde okudum ki delilerden cümbüş takımı kurmuşsunuz . İyi has da bu cümbüş takımı ilerde uzun vadede sizin başınızı ağrıtabilir. Gelin biz gençlerden ve bizim kasabada Üniversite okuyan aydın gençlerden beyin takımı kuralım. İnsanlarla yüz yüze konuşarak sorunlarını tespit edelim. Onlara değer verdiğimizi belirtelim. Gençlere Kişisel Gelişim dersleri verelim. Gençler gelişsin. Kasabamızın tek geçim kaynağı tarım ve hayvancılık ve onların gelişmesine çaba harcayalım. Pazarlamasını yapmaları için Pazar araştırmaları yapalım. Ben seminerler ayarlarım. Kasabamızın düğün salonunda hafta içi ne güzel, para harcamadan seminerler yaparız “ dedi.
Baktı ki Başkan bey kendisine çay bile ısmarlamamış ve dinlememekte Bülent hemen kendini toparlayarak ayağa kalktı. Başkanın elini bile sıkmadan “Başkan ilginiz çok teşekkür ederim . Ismarlamadığınız çaya da teşekkür ederim. Göstermediğiniz ilgiye de “ dedi. Kapıyı örterek gitti.
Başkan Aydın beyin kafasında hep, kendinden altta gördüğü insanlara karşı şefkat, kendinden daha tahsilli ve bilgili gördüğü insanlara karşı kin vardı. Bu yüzden Bülent’i hiç önemsememişti.içinden “ pöhh , bilimsel ,milimsel şey, bana filimsel şeyler lazım” dedi. Aklına cümbüş takımı geldi. Koltuğuna yaslandı. Kendini önce milletvekili sonra bakan olarak hayal etmeye başladı… Rüyasında bakanlıklar, hatta başbakanlıklar görmeye bile başlamıştı.
Aydın Bey artık Cümbüş takımı ile yatıp Cümbüş takımı ile kalkmaya başlamıştı.
Beri taraftan Bülent, en kısa zamanda Aydın beyin partisinin il Başkanı ile tanışmanın yollarını aradı. Kasabada kendisi gibi gelişime açık, Üniversite mezunu insanlarla projelerini de yanına alarak İl Başkanı Ahmet beyi ziyaret etti. Ahmet bey onları ilgi, sevgi ve merakla dinledi. Verdiği mesajlar, siz benim için önemlisiniz, projeleriniz muhteşem, size güvenmekteyim, şeklindeydi.
Ahmet bey Bülent ve arkadaşlarını da alarak öğle yemeğine götürdü.
Daha sonraki süreçte de milletvekilleri ile tanışmalarını ve gelişmeleri için zemin hazırlamalarını sağladı. Milletvekilleri de Bülent’i dinledikleri zaman ona saygı duydular, sevgi gösterdiler ama hakiki manada da ilgilendiler.
Aydın bey ise Cümbüş takımı ile ilgilenmeye devam etmekteydi. Zamanı artık Cümbüş takımı olmuştu. Belki Aydın bey farkında değildi ama Cümbüş takımı ile ilgilenmesi Belediyenin en önemli konularını bile ihmal etmesine sebep olmaktaydı. Çevresindeki yağdanlık takımı da onun gözüne girmenin yolunun ona muhalefet etmemekten geçtiğini bildiği için sesini çıkaramamakta ve memurlarda “ bizi sürer” korkusu ile aksaklıkları anlatamamaktaydı.
Bülent ise artık Başkan olacak seçilme yaşına gelmişti ve kendisini kasabanın geleceğine adamıştı. Gençler Bülent’in etrafına toplanmakta, o da onlara iş konusundaki gelişmeleri anlatmakta, yol göstermekte, kişisel gelişim, kamu yönetiminin işlemesi konusunda bilgiler vermekteydi. Gençler bu bilgilerle kendilerini o kadar geliştirmişlerdi ki özgüvenleri artmış , başarılı olacaklarına dair güvenleri gelmişti.
Bir gün Aydın bey yaklaşan, yerel seçimlerde İl Başkanlığının görüşlerini almak üzere İl Başkanlığına gitmişti ki, duyduğu sözle adeta dünyası başına yıkılmıştı. İl Başkanı ona “ Bizim adayımız artık Bülent bey” demez mi. Aydın bey hemen rakip partiye başvurdu ve kabul edildi.
Ama Bülent o kadar güzel seçim kampanyası gerçekleştirdi. Güzel bilgileri, özgüveni, çalışkanlığı ve ekibini o kadar güzel takdim etmişti ki, Aydın beyin aleyhine tek kelime bile etmeden seçimi genç yaşta kazanmayı bilmişti. Hatta seçimde Bülent’in insan ilişkileri ve insanı sevgisi, bilgisi ve etkilemesi o kadar etkili olmuştu ki Aydın beyin Cümbüş takımının 7 elamanı bile Bülent beyi desteklemişti.
Aydın bey milletvekilliği ve bakanlık hayali kurarken Başkanlıktan olmuştu. Yıllar sonra “ Keşke Bülent beyi kıskanmak yerine, onu yanıma çeksem ve memur kadrosu versem bunlar başıma gelmezdi “ diye hayıflanmıştı ama, okumuş insandan faydalanmak yerine ona düşman olmanın zararlarını geçte olsa anlamıştı.
Cümbüş Takımı baki kalan hoş seda olarak kalmış, Bülent beyin, “beyin takımı” kasabanın beyinleri ile kalplerini fetih etmişti. Artık herkes anlamıştı ki İnsanların kalbini fetheden , beynine de fetih eder.
Bilgi ve sevginin olduğu yerde, her zaman bilgi ve sevgi, kıskançlığa ve cahilliğe karşı er ya da galip gelecektir.
TURAN YALÇIN-TOKAT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.