Şimdiye kadar hiç kimse taklit yoluyla büyüklüğe ulaşamamıştır. -- samuel johnson
Gecedevriyesi
Gecedevriyesi
@gecedevriyesi

Avrupa Birliği Bir Utanç Abidesidir

20 Kasım 2011 Pazar
Yorum

Avrupa Birliği Bir Utanç Abidesidir

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

580

Okunma

Avrupa Birliği Bir Utanç Abidesidir

AVRUPA BİRLİĞİ ÇIKMAZ SOKAK
(Avrupa Birliği’nin Kirli Yüzü)

İktidara gelen siyasilerimiz, AB’ne girmekten başka hiçbir seçeneğimizin kalmadığını söylemeye devam ediyorlar. Yazarlar, yazılı ve görsel medya bir anda AB’nin havarisi olmuş durumdalar. Onlara göre kalkınmanın, gelişmenin muasır medeniyet seviyesine ulaşmanın tek adresi AB’dir. Türkiye’nin AB üyesi olamaması durumunda karanlıkta kalacağı, bilim, fen, teknik, hukuk, sanat, eğitim, sanayi, ekonomi ve tarım gibi sahalarda da sıçrama yapamayacağı yine malum çevreler tarafından kulaklarımıza yıllarca üflendi ve üflenmeye devam ediyor. Malum çevreler, bu konuda ciddi bir kamuoyu oluşturabilmek amacıyla sıkı bir beyin yıkama faaliyeti başlatmış durumdalar.

Esasında bir kitapta ancak anlatılabilecek bir konu olan AB’yi geçmişiyle, amacıyla ve Türkiye’ye olan tesirleriyle kısaca ele almanın faydalı olacağını düşünüyorum.

Avrupa Birliğinin Tarihçesi:

Avrupa, yüzyıllar boyu kanlı savaşlara sahne oldu. 1870-1945 yılları arasında Fransa ve Almanya üç defa savaş meydanında kozlarını paylaştılar. Bu savaşlarda binlerce masum insan hayatını kaybetti. Avrupa’da sıklıkla yaşanan bu savaşların bir an evvel bitirilmesi; savaş yerine barışı hâkim kılmak için ekonomik ve siyasi bir takım önlemler alındı. Fransa dışişleri bakanı Robert Schuman, Batı Avrupa ülkelerinin kömür ve demir sanayilerinin birleştirilmesini planladı. Bu plan çerçevesinde 1951 yılında Avrupa Kömür-Çelik topluluğu kuruldu. Bu toplulukta Belçika, Batı Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda yer almıştır. Birlik üyesi altı ülke, kömür ve çelik konusunda alınacak kararlar için devletler üstü bağımsız bir otorite kurdular. Jean Monnet, kurulan bağımsız otoritenin başına getirildi.

Altı üyeden müteşekkil bu birliğin başarıları, birlik üyelerinin daha da ileri adımlar atmasına sebep oldu. 1957 yılında imzalanan Roma Anlaşması ile Avrupa Atom Enerji Topluluğu ve Avrupa Ekonomik topluluğu kuruldu. Kısa bir süre sonra da Ortak Pazar ile aralarındaki ticari engelleri kaldırdılar ve daha rahat hareket etme imkânı elde ettiler. 1992 yılına gelindiğinde üye ülkeler Maastrich Antlaşması ile AB’yi kurdular.

Günümüz itibariyle AB’nin yirmi yedi üyesi bulunmaktadır. Üye ülkeler şunlardır: Almanya, Avusturya, Birleşik Krallık, Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Kıbrıs, Hollanda, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya ve Yunanistan. Bu geniş yelpazeli birliğe girebilmek için Hırvatistan, İzlanda, Makedonya, Karadağ ve Türkiye sırada bekletilmektedir.

Yıllarca AB kapısı önünde itile-kakıla beklemeye mahkûm edilen Türkiye, gecen süreç içerisinde AB’nin kendi içinde çatırdamaya başladığını neden göremiyor veya görmezden geliyor? AB’nin, Türklere ve Türkiye’ye bakışları yetkili ağızlardan koro halinde yükselirken halen AB diyebilmenin mantığını anlamak gerçekten çok zor. Türkiye için kim ne söylemiş, hatırlamakta fayda vardır.

Yunanistan Başbakanı Konstantin Karamanlis şöyle seslenmişti: “Türkiye üzerindeki emellerimizi AB’nin kanatları altında gerçekleştireceğiz (17.04.2006)

Günümüz siyasi iradenin yayın organı olan Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Yusuf Kaplan, 12 Kasım 2003 tarihli “Tahrikten Tahkire AB ve ABD’nin Harakirisi” başlıklı makalesinde şunları yazmıştı: “Clington ve Wolfowitz; Türklerin başka bir medeniyet arayışı içine girmelerini önlemek için AB projelerini desteklemeyiz”

Financial Times Gazetesi yazarlarından Vincent Boland ve Paul Betts adlı yazarlar 7 Aralık 2006 tarihli “Türk Lokumu” başlıklı yazılarında şöyle demişlerdir: “Aman AB sürecini kesmeyin. Ankara’nın şerrinden Brüksel’e sığınan iktidar sayesinde T.C.’de birçok karlı bankayı satın aldık. Bu bankalar vasıtasıyla İstanbul’da çok ciddi alımlar yapıyoruz. Türkiye’nin elindeki bütün serveti alıncaya kadar Türkleri oyalayın” (05.01.2007)

İtalya’da yayınlanan Piskoposların gazetesi durumunda olan L’Avvanire, 03. 01,2000 tarihinde şunları yazmıştı “Unutmamalı ki; Avrupa düşüncesi, düşman Türklere ve onların başını çektiği İslam Dünyası’na karşı geliştirildi”

Yunanistan’da yayımlanan Kathimerini Gazetesi yazarlarından Georgios Maluhos, 28 Kasım 2006 tarihinde “Avrupa’nın Derin Devleti Vatikan” başlıklı yazısında şöyle demişti: “Avrupa’nın derin devleti Vatikan, Türkiye’nin AB üyeliğini istememektedir.” (Cumhuriyet, 04.12.2006)

Başbakan Erdoğan, bir süre önceki beyanında; “AB, bir Hıristiyan birliği değildir” demişti. Oysa eski Alman Başbakanı Kohl; “AB, bir Hıristiyan Birliğidir ve bu sebeple Türkler bu birliğe katılamazlar” Ortaya çıkan bu çelişkili gerçekler karşısında Türkiye’nin pozisyonunu çok iyi analiz yapmalı ve kararlarını tutarlı ve ülkemiz menfaatleri yönünde almalıdır.

AB, yaptıklarıyla yapacaklarının sinyallerini çok net olarak ortaya koymuştur. Deyim yerindeyse rüştünü ispat etmiş durumdadır. Yani; ikiyüzlüdür, yani çifte standartçıdır. Bu konuyla ilgili örnekler bulunmaktadır. Şöyle ki; Türkiye’nin başvuru süreci içerisinde ülkemizde insan haklarının yok denecek kadar az olduğunu ve bu sebeple insan hakları konusunda yasalarıyla oynayarak düzenlemeler yapmasını istemişlerdi. AB, AB üyesi bazı ülkelerde insan haklarının nasıl ihlal edildiğini gördüğü halde bu ülkelere herhangi bir yaptırım uygulamamıştır. Örneğin; Yunanistan’da, Batı Trakya’da yaşayan Türklerin ‘Türk’ adını taşıyan dernek kurmaları, Türkçe dergi çıkarmaları, Lozan Anlaşması’na rağmen engellenmektedir. Ayrıca ikiden fazla çocuğu olan ailelere parasal yardım yapıldığı halde, sırf Türk ve Müslüman olduğu için Türkler bu yardımdan mahrum bırakılmıştır. Bir başka nokta; Yunanistan’da zorunlu eğitimler Türk çocukları için 6 yıl; ancak Yunanlılar için 9 yıl olarak belirlenmiştir. Din hürriyetleri konusunda da Yunanistan, Müslüman Türklere baskıcı tutumunu sürdürmeye devam ediyor. Örnek; Atina’da ibadete açık tek bir cami bile yoktur. Genel olarak Yunanistan’ın bu tutumunu gözden geçirdiğimizde; Yunan Hükümeti’nin Müslüman Türklere uyguladığı bu politika ırkçılık ve din ayırımcılığı değil midir? Türkiye olarak bizler, bu AB’nin hangi yüzüne inanacağız? Bu çirkin politikalar karşısında seslerini yükseltmesi gereken İnsan hakları kuruluşları neredeler? AB yasaları hangi hikmetten dolayı Yunanistan için çalışmıyor veya çalışması engelleniyor?

Hatırlayacağımız üzere 1995 yılında Srebranica’da tarihin en acımasız katliamı gerçekleştirilmişti. Sırp ordusu bu kentte kadın-erkek, çocuk ve yaşlı demeden sekiz bin Boşnak’ı katletmişti. Katliamlardan sonra BM Barış Gücü Komutanı ile katliamcı Sırp komutanı 27 Ocak 2007 yılında bir araya gelerek bu katliamları kırmızı şarap içerek kutlamışlar; bununla da yetinilmemiş, bu katliamcılara şeref madalyaları verilmişti! Bu tarihi vahşet karşısında AB İnsan Hakları kuruluşları neden katliamcıları tutuklayamıyor? Batılılar, okyanuslarda balina hak ve hürriyetleri konusunda devasa adımlar atarken; Müslümanlardan niçin bu ilgi ve alakayı esirgiyorlar? İşte; batı, batı diye peşinde koştuğumuz medeniyetin içleri karartan gerçek suratı bu olaylarla kendini göstermiştir! Onlar, kendinden olmayanlara hayat hakkı tanımayacak kadar korkaktır; medeniyetten ve insanlıktan çok uzaktır.

Tuhaflıklar ve insafsızlık zinciri devam ediyor: Garabedyan denilen Ermeni Terörist, 15 Temmuz 1983 tarihinde Paris-Orli Havaalanındaki THY bürosunu bombalayarak 8 kişiyi öldürmüş, 60’dan fazla insanı da yaralamıştı. Tutuklanan terörist, Fransız meclisinde alınan ‘soykırım’ kararına dayandırılarak Fransız Mahkemesi tarafından suçsuz bulunarak Erivan’a gönderilmişti. Kendilerini medeniyetin beşiği olarak görenler, bu haksızlık karşısında neden seslerini çıkartamıyorlar? Adalet mekanizması neden hareket etmiyor veya ettirilmiyor? Ankara’nın şerrinden Brüksel’e sığınırım diyenler, ilerleyen dönemlerde başlarına bu tür bir felaket geldiğinde, vicdanlarının derinliğinde bu yaptıklarını iyice sorgulama gereği duyacaklardır!

Aslında bir utanç abidesi olan AB’nin Türkiye’den çok ciddi talepleri vardır. Türkiye’ye dayatılan o talepleri de kısaca görelim: AB yetkilileri, AB üyesi olabilmemiz için Türkiye’nin önünde iki engelin kaldırılması gerektiğini belirtiyorlar. Bunlardan birincisi Atatürk İlke ve İnkılâpları, diğeri de Türk Ordusu’dur. AB’nin davulunu boynuna takan, onların borazanlarını çalan yerli işbirlikçiler de AB’nin bu isteklerine çanak tutuyorlar. AB, bununla da yetinmeyip, Kıbrıs’ın Yunanistan’a devredilmesini istiyor. Ülkemizin etnik yapılara bölünmesini, Boğazlar ile Fırat ve Dicle sularının kurulması düşünülen uluslararası bir kuruluş tarafından denetlenmesini istiyorlar. Türkiye’ye dayatılan bu isteklere baktığımızda, Sevr’in ta kendisini görüyoruz.

AB, ülkemizin yasalarıyla da oynayarak bir takım değişiklik yaptırmıştır. O yasalardan bazıları var ki, akılları dumura uğratacak türden. Örnek: Bir hırsız, soymak için girdiği evde şayet yatak odasına girmemiş ise, ev sahibi bu hırsızı öldürürse veya malını ve canını korumaya kalkışırsa; kanun önüne bir suçlu olarak çıkartılır. AB üyeleri, Türk tarımına da el attılar ve çiftçilerimiz tarlalarının ancak % 25’ini ekmeye mahkûm edildiler. Hayvancılık sektörü yine AB’nin dayatması sonucunda yok oldu. Ülkemiz, ihtiyaç duyduğu tarım ve et ürünlerini artık AB ülkelerinden almak zorunda bırakıldı. Yürekleri burkan bir başka dayatma da özelleştirme oldu. Ülkemizin önemli maden yatakları özelleştirme adı altında yabancılara satıldı. Türkiye, sattığı madenleri ilerleyen dönemlerde çok arayacaktır. Yani enerji konusunda dışarıya bağlılığımız devam edecektir. Hâlbuki bu enerji kaynaklarımızı teknoloji transfer ederek işletebilirdik. Ve enerji ihraç eden ülkeler arasında yerimizi alabilirdik. Ülkemizin elindeki bu önemli imkânlar, AB dayatması sonucunda, özelleştirme adı altında yabancılara birer birer satıldı. Bu Türkiye’nin kan kaybetmesi anlamına geliyor!

Bilindiği üzere Avrupa ülkelerinde aile mefhumu yoktur. Çocuk 18 yaşını doldurduğunda tasını tarağını alır ve kendine bir ev tutarak bireysel yaşamaya başlar. Çocukların ebeveynlerine de saygısı yoktur. Çocuklar, anne ve babasının yanında rahatlıkla içki ve sigara içebilir. Bu tür tavırlar Türk aile yapısıyla ters orantılıdır. AB uyum yasaları bu noktadan Türkiye’yi pençelemenin gayretine düşmüştür. Türk aile yapısının da Avrupa standartlarına uydurulması için dayatmalar ve telkinler ilerleyen günlerde önümüze gelecektir.

Yöneticilerimiz ve AB’nin taşeronluğuna soyunan bir kısım medya, neden AB ülkelerinin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan ve keşmekeşlikten hiç bahsetmiyorlar? Onlar bahsetmese de AB’nin ekonomik durumu ortadadır: AB’nin en güçlü ekonomisine sahip olan Almanya’nın ihracatı 780 milyar Avro civarındadır. Yine AB’nin en güçlü ekonomilerinden olan Fransa’nın ihracatı 350 milyar Avro’dur. Fransa, otomobil dışında gelir yaratan ürün ihraç etmeye zorlanmaktadır. Dünya pazarındaki yerini Çin’e kaptırmış durumdadır. Olumsuzluklar Fransa’yı, bilim ve teknolojik gelişme konularında Avrupa genelinde geriye düşürmüştür. Fransa’nın bu durumdan kurtulması için yeni yatırımlara yönelmesi beklenirken, mevcut olanlar da tavsiye edilmektedir. Fransa’da meydana gelen bu ekonomik sarsıntılar, ülkede işsizliğin ve sefaletin artmasına yol açmaktadır.

Yunanistan, AB’ye üye olmakla birlikte AVRO Bölgesi’ne de girmiş bulunmaktadır. Yunanistan’ın içine sürüklendiği sıkıntılar sonucunda adalarını satma durumuyla karşı karşıya kalmıştır. AB ülkelerinin yardımları ve bir kısım borçlarını silmesi bile Yunanistan’ın kurtuluşu için yeterli olmamıştır. Özellikle Almanya, Yunanistan’ın bu yükünü AB’nin çekmek zorunda olmadığını; adalarını satması gerektiğini söylemişti. Yunanistan’da işsizlik her geçen gün artış göstermektedir. Ücretlilerin maaşlarından kesintiler yapılmakta, ücretlere yeni vergiler ilave edilmektedir. Yunanistan’ın yanı sıra, İspanya ve İtalya’da da durum pek farklı değildir. Bu ülkelerde de işsizlik ve ekonomik kriz patlak vermiştir. Ülke borçları artık ödenemeyecek boyutlara ulaşmıştır. AB’nin yükünü çekmekten bunaldıklarını belirten Almanya ve Fransa, AB üyeliğinden çıkmayı bile düşünmektedirler.

Almanya’daki işsizlik oranı % 10 civarındadır. Ekonomik daralmalar sonucunda büyük Alman şirketleri küçülmeye ve işçi çıkarmaya başlamıştır. Bu ülkenin yoksul sayısı nüfusun % 16’sı kadardır. Bir zamanların insan gücü talep eden Almanya, şimdilerde; İtalya, İngiltere, İsveç, Avusturya ve İsviçre’ye göç veriyor. 2004 yılının istatistiğine göre 150 bin Alman vatandaşı dışarıya göç etmek; 22 bin kişi de ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Kalan nüfus ise yaşlanmasını sürdürmektedir. Bu tablodan hareketle Almanya, 4 milyon işsizini ne yapacak? Onlar nasıl istihdam edilecek? Alman gençliği geleceğine umutla ve güvenle nasıl bakacak? Dünyanın genelinde olduğu gibi; Avrupa’nın genelinde de küresel kapitalist güçler maalesef insanları işsizliğe ve sefalete sürüklüyor. İşin özü ve özeti budur!

Avrupa ülkelerinde yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, halkın % 60’ının Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu belirtmiştir. (Cumhuriyet, 11.12.2007) Türkiye’de yapılan anketlere göre, Türk Halkı’nın % 70’i AB üyeliğine karşı olduğunu belirtmiştir.

AB macerasının içi ve dışı böyle iken ne yapmalı? AB dayatmacı ve tek taraflı kararlar aldığı için bu birliğe girmemizin hiçbir mantığı yoktur. Batı ile karşılıklı ilişkilere dayalı yeni bir ekonomik politikalar geliştirmenin yolları aranmalıdır. Unutulmamalıdır ki; Türkiye’nin dünyasında sadece Avrupa yoktur. Ülkemiz, yönünü Türk Cumhuriyetleri’ne, Rusya’ya, Çin’e, Hindistan’a ve diğer Asya ülkelerine de çevirebilmelidir. Bu ülkelerle karşılıklı menfaatlere dayalı siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirebilmelidir. Aksi halde ülkemiz, AB dayatmaları sonucunda kendini kaybedecektir.

Büyük Üstadımız Mehmet Akif Ersoy’un şu veciz sözüyle makalemi tamamlıyorum: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar! Evet, ömrü sayılı olan ve günden güne kokuşan Avrupa’nın peşinden koşarak yıllarımızı ve enerjimizi heba etmenin hiçbir anlamı yoktur. Öz irademizi harekete geçirdiğimizde; Ülkemizin önünde bambaşka ufukların bulunduğunu fark etmemiz hiçte zor olmayacaktır.

Halit Durucan

Paylaş
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Avrupa birliği bir utanç abidesidir Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Avrupa birliği bir utanç abidesidir yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Avrupa Birliği Bir Utanç Abidesidir yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.