Hadi Bir Hikaye Yazalım
Bir hikâyeye başlamak ne kadar zormuş meğer. Yok, uzay boşluğundan aniden düşmemiş olsaydım bir geçmişim olurdu. İşte o zaman hikâyemi yazabilirdim. Ama şimdi benim hikâyeme başkaları da karışacak kahramanın gözleri yeşil olsun yok mavi olsun yok yok bence hiç gözleri olmasın. Nasıl mı olur. Basbayağı olur. Adamımız beyniyle görür.
Bu hikâyenin içinde bir de sen dediğimiz kişi olmalı. Sen i ben yaratmalıyım. İstediğim gibi anlatmalıyım sen i. Seni değil. Yanlış anlama sen i anlatıyorum. Bak şimdi sen ile benim nitelik dünyamdaki sen arasında bir çelişki oluştu. Biz insanların beynimizde ürettiğimiz resimler ile gerçeklik arasında tutarsızlık oluşabilir. O zaman çevremizi kontrol altına almaya çabalarız. Aslında davranışlarını kontrol altına alabileceğimiz tek kişi kendimizdir.
Gerçi ben uzaydan tepe taklak düştüm ama bakın ne güzel uyum gösterdim ama aynen insanlar gibi konuşuyorum. Ne diyorduk, hikâye yazıyorduk, daha doğrusu yazacağımız hikâyenin nasıl olması gerektiğini tasarlamaya çalışıyorduk. Siz de fena değilsiniz ama çok yardımcı oluyorsunuz.
Her hikâyede olduğu gibi iyi ve kötü olmalı. Kimsenin hikâyesini falan çalmıyorum. Birilerinin hikâyesi de ilham kaynağı olmuyor bana. Kendime özgü bir hikâye oluşturmaya çalışıyorum. İyi ve kötü her yerde var. Kötü olmasaydı iyi ne anlam ifade ederdi? Evet, işin ucunu tuttuk gibi bu temel noktalarımızdan biri olabilir. Her kavramın bir karşıtı var. Biz kıyaslama ile kavrıyoruz. İki boyutlu bir evren tasarlayın ve bir nokta alın, bu noktayı tanımlamak için başka noktalara ihtiyacımız var.
Her ne kadar konudan sapmış gibi görünsem de arada bir ayrıntıya girer yine devam ederim. Siz benim yazım tarzıma zamanla alışırsınız.
Kahramanımız asıl işlenecek olan konunun dışında bir meşguliyet içersinde iken iradesinin dışında gelişen bazı olayların etkisiyle kendisini olayın içinde bulmalı. Olay diyoruz da daha olayın ne olduğundan bahsetmiyorsun dediğinizi duyar gibi oluyorum. Olay yaratmak çok kolaydır önce tasarıyı iyi yapmak lazım. İnanın bu konuda zahmet çekmem.
Giriş: kahramanımız ın gençlik döneminden bir sahne, yurt odasının kapısından girmeden önce aynı yurt odasını paylaşacağı insanların fotoğrafları takılır gözüne, daha önce hiç karşılaşmadığı insanlar. İsimleri dikkatlice okur, bu isimlerden biri daha sonraki süreçte hiç tahmin edemeyeceği bir şekilde karşısına çıkacaktır. O an için neden bu kadar dikkatini çektiğine bir anlam veremez. Bir takım parçaları birleştirip olayların tamamını çözmesi için on yıl geçmesi gerekiyordu.
Burada giriş bölümüne son verip, hikâyemizin nasıl olması gerektiğine geri dönelim.
İyiler var dedik haliyle kötüler bir de iyi ile kötü arasında gidip gelenler tabii ki. Bunlar görev ve sorumluluk almayan suyun akışını takip etmeyi seven sonuçları gözlemeyi ve olayın son noktasına kadar izlemeyi seven tipler. Bunlardan bizde istemediğiniz kadar var. Belki bu yazıyı okuyanların bir kısmı bu tiplerden oluşuyor. Bu tipler benim yazılarımı sonuna kadar okumazlar. Çünkü benim yazım tarzım en çok bu tipleri iğneler. Sonuçlara seyirci kalmayı seven bu tipler taşın altına ellerini koymaları gerektiğini hatırlattığımdan. Ortalarda bir şeyler sezmeye başlar ve rahatsız olurlar.
…
Evrenin derinliklerinden ustaca hesaplanmış veriler yeryüzündeki canlıların kalıtsal moleküllerine çarpınca özellikle en gelişmiş canlılarda daha hızlı ama kimsenin farkına varamayacağı kadar yavaş bir hızda canlıları değiştiriyordu. Bu verileri taşıyan ışınlar çaptıkları bölgenin aletleri ile tanımlanamayacak özelliğe sahip olmalı idi. Aynen sahip oldukları beyinlerinden yaydıkları dalgaları tanımlayamayan insanların var olduğu gibi. İnsanların da bu gücü elde etmeleri dışarıdan gelen bu etki ile olduğundan henüz kullanamamaları göstermektedir ki bu gücü kullanmalarına olanak sağlayacak ışınlarla henüz karşılaşmadıklarına işaretti.
İnsanların teknolojilerini kullanarak genetik şifrelerini evrene göndermeleri bu verilerin sahiplerini oldukça eğlendiriyor olmalı. Bu güne kadar insanların dünya dışı varlık kavramından korkmaları ve onlara korkunç kavramlar yüklemeleri beni oldum olası şaşırtmıştır. Bu insanın kendi içindeki vahşiliğini tanımlayamadığı ve kavrayamadığı güçlüklerle karşılaştığında başvurduğu ilkel bir yöntemdir. Dünya dışı yaratıklar mutlaka insanı yok etmek için geldikleri düşünülür. Çünkü insanlar evrenin sonsuzluğunda kendilerini kaybetmiş ve ormanda yolunu kaybetmiş bir çocuk gibi dehşete düşmüş bulurlar. Evrene dair gözlemlerinde ve akıl yürütmelerinde düştükleri boşluk onları bu düşüncelere iter.
Sizi bir örnekle bu konuda aydınlatmaya çalışacağım. İnsanlığın bu güne kadarki bilgi birikiminin ürünü teknolojisi ile keşfedemediği bir noktadan birileri geliyor ve insanlarla bağlantı kurmaya çalışıyor. Peki insan ne düşünüyor. Kendi yaşam alanlarını istila senaryoları kuruyor. Bu istila olayı kesinlikle mümkün değil. Şimdi bu yazıyı okurken içinden şunu geçiriyorsun. ‘’dünyadaki kaynaklardan yararlanma düşüncesi olabilir. Böyle düşünüyorsan YANLIŞ düşünüyorsun çünkü bunca teknik sorunu çözmüş ve bizim kat ve kat üstümüzde bir uygarlık düzeyine gelmiş bir varlık geldiği bunca yol üzerinde gereksinebileceği birçok kaynağı elde etme yeteneğine sahiptir. Senin yaşama alanına göz dikmez çünkü onun yaşadığı yada karşılaştığı birçok yaşam alanı bizimkinden kat ve kat üstün özelliklere sahiptir. Bunlar sana saçma geliyorsa, senin evren hakkındaki bilgin güneş ve birkaç gezegenden ibarettir.
Bize en yakın yıldız sistemi proksima centuri güneş sistemimizden 4,3 ışık yılı uzaklıkta. Işığın bir saniyedeki hızının 300.000 Km olduğunu bildiğinize göre sizin şu anki teknoloji ile bu sisteme gitmeniz kaç yıl alır? Bunun hesabını size bırakıyorum. Samanyolu galaksi’sinde milyonlarca yıldız olduğunu ve Samanyolu galaksi’sinin de evrende bir zerre olduğunu bildiğimize göre evren konusunda biraz daha bilgi sahibi olmanız konusunda araştırma yapmanızı tavsiye ederim.
…
Kayıp ülkenin taşra kasabasında, yırtık Jean pantolon, ray ban gözlük ve sırt çantasıyla dolaşan Sercan’ı gören ülke vatandaşları bu ne biçim bir varlık dercesine süzüyorlardı. Sercan bu bakışlardan hiç mi hiç rahatsız olmuyordu. Onu algılamaya çalışan insanların yanında, taş yapılar çevreye verdikleri tarihi havayla Sercan’ı boğmaya çalışıyordu.
Sercan otel olarak tarif edilen taş binaya girip girmemekte bir an tereddüt etse de başka alternatifi olmaması onu içeri sürükledi. Binanın girişinde x-ray güvenlik sistemi falan yoktu ama Sercan, bu tarihi binanın adeta tüm hücrelerini denetimden geçirdiğini hissetti.
Müşteri kabul’e doğru giderken adeta şok içindeydi. Dışarıdan baktığında içeride karşılaşacağı manzarayı az çok tahmin edebileceğini zannediyordu. Bu kadarı onu adeta sarsmıştı. Odaya çıktığında karşılaşacaklarını tahmin bile etmek istemiyordu.
Şişe dibi gözlüklü adamın masasındaki kül tablasından adeta taşan izmaritler masanın üzerine yayılmıştı. Müşteri kayıt defterinin üzerindeki parmak izlerinden bariz bir şekilde anlaşılıyordu ki yakın bir zaman önce bir müşterinin kaydı yapılmıştı. Ama bu müşterinin koltuklara oturmadığı kesindi. Çünkü en son koltuğa oturan kişinin koltuk üzerinde bıraktığı iz üzerini ince bir toz tabakası kaplamıştı. Binanın havası Sercan’ın ciğerlerine işlemişti. Yok, tarihi havadan çok toz idi ciğerlerine işleyen.
—Of ya bütün bunların suçlusu ben olamam.
Gözlerini kapatıp dünya haritasının üzerine parmağını koyduğu zaman bu izbe yerin parmağının altında kalması tesadüf olamazdı. Tesadüf dedim de, hayatta ne tesadüfler var. Neyse. Şimdi buralara girmeyelim. Şimdi bu aksi tesadüfün kaynağını sorgulamamız lazım. Aslında suç o haritayı masanın üzerine açıp bırakıp gidende. Öylece açıp bırakmasaydı Sercan’ın aklına böyle bir fikir gelmezdi.
Aslında haritayı açanda suç olmayabilir. Şef çağırınca adam işini bırakıp gitti beklide. Ama yinede Sercan suçlu değil tabii ki. Haritayı biri yerinden kaydırmış olmalı. Evet, şimdi buldum. Meraklının teki masanın yanından geçerken haritaya baktı ve bu esnada yerinden oynattı. Eğer o yerinden oynatmasaydı Sercan’ın parmağının altında; fıstıkların bikiniyle paten kaydığı, üstsüzlerin plajlarında güneşlendiği, barlarında erkeğe doymayan aşüftelerin seksten bıkmış erkekler arasında iş görecek sağlam bir tane bulabilmek için en seksi tavırlarını takındığı bir eğlence ve tatil bölgesi olabilirdi. Evet ya aynen öyle olmalı. Böyle olmasa da en azından kocaları sekreterini ya da hizmetçisini beceren kadınların kendileriyle ilgilenecek genç sevgili aradığı… ya niye kızıyorsunuz gerçekleri söylemek yanlış mı? Bunlar pekâlâ yaşanıyor.
Yok ya haritayı oynatanda niye suç arıyoruz. Niye dünyanın bir yerinde günlük bir dolar bulamadığı için her yıl kırk milyon insan ölürken, dünyanın diğer yerinde mesela Singapur da on bir yaşındaki kız çocukları zengin iş adamlarına sunuluyor. Onların eşleri de pek ala genç ve yakışıklı sevgili arayabilir. Bütün bunlar böyle olmasaydı dünyanın her bir köşesi insanca yaşanabilir yerler haline gelebilirdi.
Sercan bütün bunları düşünüyordu ki, otel odasından içeri girmiş buldu kendini. Kafasını yastığa koyar koymaz dalıp gitmişti. Arkadaşın hayal gücü epeyce kuvvetli, neler düşünüyor ya kırk yıl düşünsem aklıma gelmez bunlar.
Ama o da ne biri omzundan tutmuş sarsıyordu. Sercan uyan patron geliyor. Bir baktı ki en yakın arkadaşı.
—Canım arkadaşım dedi ya seni ne kadar da özlemişim. Tamam, da sen nasıl geldin buraya.
—Ya Sercan yine rüyaya daldın uyan arkadaşım. İşyerindesin, o kadar söylüyorum iki işte çalışma. Abi uykunu alamıyorsun. Kendine o kadar yüklenme be arkadaşım. Hem Masamda ne işin var? Sercan gerçekten aydığında arkadaşının masasındaki haritanın üzerine parmağıyla bastırmakta olduğunu fark etti. Peki, bilin bakalım parmağının altında neresi vardı?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.