- 844 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Düğün alayı
Düğün alayı
O gün gelin evinden alınmış ve gelin kafilesi damadın beklediği köye gitmek üzere öğleye doğru yola çıkmıştı.
Akşam olmadan, hava daha fazla bozmadan bulutlar yükünü boşaltmadan varmalıydılar, damadın bulunduğu karşı yakadaki köye.
Köylerinde damat beklemektedir, kendisi için at üstünde o gün karşı köyden gelecek olan allı duvaklı eli kınalı gelinini.
Düğün alayı davul zurnayla gider, gelini annesinin evinden alır ve ata bindirilir, davul zurna eşliğinde köyde bekleyen damat evine doğru öğleye doğru yola çıkarılır.
Hava bozmak üzeredir. Bulutlar dolaşırken gökyüzünde kafileden kimi yaya kimi atıyla yürürler gök sudan bir an önce geçip karşı yakadaki köye gitmek için.
İkindiye doğru varılır ırmağın kıyısına, varılmasına varılır da, su eskisi gibi geçit verir mi vermez’ mi onu bilmezlerdir. Her zamanki gibi suyun sığ yerinden geçmeleri gerekirdir çünkü onlar karşı kıyıya.
Yayalar, atlıların arkasına bindirilir çoğu zaman az olan geçit veren sudan geçme zamanı gelmiştir karşı kıyıya.
Ahmet der, gelin alayındaki yaşlılardan biri.
Sen bu çayı iyi bilirsin geçebilir miyiz önden gidip baksana!...
Der Ahmet’e
Önce sen bir geçsen’ de, karşıya suyun derinliğinde bir değişiklik olmuş mu, olmamış mı bir baksan geçitteki su çoğalmış mı bir baksan derler Ahmet’ e.
Ahmet pek çokları gibi yıllarca o sudan geçmiştir cesurdur ve korkusuzdur, altındaki atına güvenir sonra kendine güvenirdir.
Sürer atını suyun çoğalıp çoğalmadığını bakmak için azmış çoğalmış olup olmadığını bilmediği suların içerisine.
Ne olursa olur, bir anda kara bulutlar aralıksız yıkardır yükünü gökyüzünden suyun geçit verip vermeyeceğini öğrenmeye çalışan Ahmet’ in ve kafilenin üstüne döker.
Bir gürültüdür kopar etraftaki kayalıklardan, yukarılardan yuvarlanıp gelen sular azmış önüne ne var ne yok katmış yuvarlana, yuvarlana gelirdir, suyu geçmeye çalışan Ahmet in üstüne.
Ahmet sarılır altındaki atının boynuna, suların içinde, bir iner bir kalkar karşıya çaresizce karşıya geçebilmek için.
At yorgun fakat azimli boynunu diker havaya suları yara, yara yüzmeye ve geçmeye çalışırken.
Ahmet sarılmış atın boynuna geçmeye çalışırdır çayı, geride bıraktığı düğün alayındaki insanların ve damada götürülen gelinin gözlerinin önünde.
Gök desen delinmiştir, durmuyordur ne yağmur ne de şimşek, kıvılcımlardan kurşun yağar etraftaki ağaçlara, dağlar inler taşlar inler kurşunların sesinden.
Artık gem vurulmaz olmuştur taşlara çarpa, çarpa akan önünde çalı çırpı ne var ne yok alıp götüren köpükler çıkaran dereye.
Karşı kıyıdan bakan arkada kalanlar, çaresizdir analar babalar kardeşler bir ağıttır başlar suyun içinde at üstünde çırpınan Ahmet için.
Gelin at üstünde olana bitene ağlar, analar babalar sele verdiği yiğidine ağlar gök de desen ağlar da, yine de dinmezdir gelin alayının çaresizliğine karşısında bardaktan boşanırcasına boşanır durur, onların üstüne...
Kafiledeki herkes durmaz, koşuştururlar bir aşağı bir yukarı yağmur içinde sele kapılan Ahmet’ i kurtarabilmek için.
Ama nafiledir.
Sel suları fırsat vermezdir kurtulmasına, alır gider atıyla beraber yiğit Ahmet’i aşağılara atıyla birlikte sürükleye, sürükleye.
Düğün alayındaki insanların çaresizce bakan gözleri önünde kaçınılmaz sonuç gerçekleşir sularda boğulan Ahmet’i bir müddet sonra çalıklarda bulurlar.
Ağıtlar içinde toprağa verilir Ahmet.