VASLUM +18
*Okuyacaklarınız; gerçek, yaşanmış bir hikayedir!*
"Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir..." Araf suresi/ 179
Akşam saat 20:00 sularıydı dışarıda çok güzel bir yaz havası vardı, Aysu dışarı çıkmak harika bir fikir diye düşündü, bir arkadaşını arayacaktı, eline cep telefonunu aldığı sırada kapının zili çaldı, “Kim acaba..?” Diyerek kapıyı açtı…
Karşısında iri kıyım bir adam duruyordu, sakalları da oldukça uzamıştı yaklaşık 80 yaşlarında ve 1.90 boylarındaydı…
Adam, “Merhaba ben yan komşunuzum, adım Enver, ocağım çalışmıyor, rica etsem çorbamı ısıtır mısınız benim için?”
“Tabi, buyurun içeri biraz oturun, hallederim.” Dedi Aysu. Adam içeri girdi, salona girişteki ilk koltuğa oturdu.
“Bir şey içer miydiniz?”
“Su içerim.”
Aysu tencereyi ocağa koydu altını yaktı, tencerenin kapağını kaldırır kaldırmaz gözleri yuvalarından adeta fırladı, irkilmeyle kendini geri attı, yavaşça tencereye yaklaştı, gördüklerine inanamıyordu; çorbanın içinden kalorifer böcekleri çıkıyordu onlarcası vardı, birazı da içinde ölmüştü “Böcek çorbası mı bu?” Diye düşündü ama işin aslı; Adam yaşlıydı ve kimsesi de yoktu, gözleri de doğru düzgün görmüyordu, çorbanın içindekilerin farkında bile değildi… Aysu, hemen başka bir çorba yaptı, başka bir tencereyle…
“Enver amca çorbanı ısıttım, istersen burada yiyebilirsin… Başka şeylerde hazırlarım.”
“Sağ ol evladım gideyim ben, başka zamana belki.” Dedi.
Aysu 28 yaşlarında 1.70cm boylarında güzel sayılır kumral bir kadındı, bekardı ve bir ilaç firmasında müdür yardımcılığı yapıyordu… Biriktirdiği parasıyla Bursa dan dört dönüm bir arsa almıştı ve yaklaşık 300 metre kare bir ev yaptırmıştı, ilerde orayı çiftlik haline getirip orada yaşamak istiyordu.
Aysu kendini oldukça yorgun hissediyordu, haftanın son günü yoğun geçmişti apartmanın kapısından girdi posta kutusuna bir göz attı, hiç bir şey yoktu, giriş katta olan evinin kapısına yöneldi, çantasında anahtarlarını arıyordu gözüne kendi kapısının karşısındaki bir numaralı kapı ilişti, bir numaraydı bu; Enver amcanın evi, anahtarlarını çantasına geri koydu kapıya gitti, merak etmişti Enver amca nasıldı acaba? Bir süre kapıya baktı elini zile dayadı, bu sırada ardında bir karanlığın yığıldığını hissetti, nefesini tuttu saliseler içinde terledi, panikle arkasını döndüğünde; Enver amca ona bakıyordu…
“Beni mi arıyordun..?”
“Ah… Evet… Nasıl olduğunuzu merak ettim.”
“Teşekkür ederim, iyiyim, siz nasılsınız?”
“Biraz yorgunum sadece…”
Enver amca bir yandan da evinin kapısını açıyordu…
“Buyurun içeri bir şeyler içeriz…”
“Rahatsız etmesem, başka bir zamana gelirim…”
“Ah… Lütfen kızım, zaten yalnızım kısa da olsa biraz muhabbete asla hayır demem… lütfen”
Aysu, Enver amcanın ardında salona ilerlerken etrafa göz gezdiriyordu… Sanki ev değil adeta yüz yıllarca kapalı kalmış bir mahzen gibiydi, küf kokusu hemen fark ediliyordu, her yan örümcek ağlarıyla bezeliydi… Antre çeşitli tesisat boruları ve malzemeleriyle neredeyse kapanmıştı, borulara basmadan ilerlemek güçtü. Aysu burayı oldukça garipsemişti, salona girdi etrafına biraz daha bakındı, yoğun tozdan duvarlardaki tabloların resimleri görünmüyordu, camlar dahi senelerce toz tuttuğundan perdeye gereksinim duymuyordu ve bütün odaların nerdeyse tümünün duvarları kitaplarla döşeliydi, tozdan bir çoğunun adı belli değildi…
“Gel otur kızım, sadece Türk kahvem var, sever misin..?”
“Evet çok severim, ama ben yapim olur mu?”
“Peki, gözlerimde görmüyor zaten.”
Aysu mutfağa gittiğinde çalışmayan bir buzdolabıyla karşılaştı; aslında nerdeyse hiç bir şey çalışmıyordu ve evin her yanı gibi mutfakta toz içindeydi…
Küçük bir temizliğin ardından bol köpüklü iki orta kahve yaptı…
Enver amca oturduğu koltukta uyumuştu, Aysu’nun ayak seslerine uyandı.
“Bu kitaplar ne böyle, okudun mu hepsini?”
“Hepsini değil ama çoğunu diyebilirim…”
Aysu şöyle bir dolaştı, kalın bir kitap gözüne çarptı…
“Varlığın Üç Boyutu”
Merakla, kitabın tozlu kapağını araladı, elinde esrarengiz bir kitap tuttuğunu düşündü. “Yaşam üçe ayrılır; Yaşam öncesi denilen boyut, aslında yaşamın asla öncesi veya sonrası yoktur, olmamıştır! Bu her canlının DNAsı’nın oluşturulduğu ve bilinçlendirme yani çalıştırılmaya başlanmadan önceki askı durumudur… İkinci kısım ise çalıştırılmaya başlanmış yaşam halidir, yani işlenmiş verilerin kullanabilme aşamasıdır… Son boyut ise ölüm sanılan kısımdır; burada canlıya işlenen verilerin ne kadar doğru işlendiği gözlenmiş olup, inceleme altına alınır… Aslında her şeyin üç boyutu vardır, Dünyanın, Güneşin, Yıldızların Gezegenlerin, kısacası Evrende ki görebildiğimiz ya da göremediğimiz her şeyin!. Katı ya da sıvı tüm maddelerde buna dahildir. Varlığın hayat denilen ortama bırakıldıktan sonrasını biliyoruz ya öncesi; yani tüm var oluşunu sürdürebilmesi için gerekli kodların işlendiği anı! Ya da Varlığın hayatının sona ermesinden sonra ki evreleri..!”
Aysu, Enver amcaya döndü “Enver amca bu kitabı alabilir miyim, okuyup getiririm…”
“Rica ederim, senin olsun…”
“Ah, çok teşekkür ederim…”
Kısa bir sessizlik yaşandı, Aysu, Enver amcanın karşısına oturdu, ona baktı…
“Enver amca, nedir bu böyle her yan kitaplarla dolu ve her köşe tesisat boruları ve aletleriyle kapanmış neredeyse?
Enver amca uzunca anlattı; su ve kalorifer tesisatı yapıyordu, fazla iş çıkmıyordu ama tanıdıklardan az da olsa iş geliyordu, geçimini bununla sağlıyordu… Kendinden yaklaşık 15 yaş küçük kardeşi vardı ve oturduğu ev kardeşinindi. Babasının ölümünden sonra Enver amcayı kandırarak evi üzerine geçirmiş ve şimdide onu huzur evine yerleştirip evi evlenecek olan oğluna vereceğini ve yakında bunların gerçekleşeceğinden bahsetti.
Kitaplar ise, çocukluğundan beri okumaya duyduğu heyecanın ve sevginin sonucuydu…
Bir kızı vardı; onu trafik kazasında kaybetmiş ardından çok sevdiği eşini de kansere vermişti…
Saat gece yarısını gösteriyordu, Aysu müsaade istedi, o kadar yorgundu ki sadece yatağına kavuşmayı hayal ediyordu… Üzerini çıkartı ve yatağına uzanır uzanmaz mışıl mışıl uyumuştu bile. Cumartesi güzel bir günün öğle vaktini bulmuştu uyanması… Hemen apar topar kalktı ve kahvaltı için Bursa’ya yola çıktı, arabasında giderken Enver amcayı düşündü… Bu yaşta adama yapılacak iş miydi, huzur evine göndermek yerine biraz daha müsaade etseler ya da yanlarına alsalar, varlıklı ailelerdi sonuçta… Bu düşüncelere dalmışken, “Tüh! Kitabı almayı unuttum, hafta sonunda okurdum…” Bir an geri dönmeyi düşündü ama nerdeyse gelmişti yoluna devam etti… Kitabı çok merak etmişti…
Harika bir hafta sonunun ardından evine dönmüştü… Yine yeni bir Pazartesi ve onu kovalayan günler… Hafta ortası olmuştu, üç gündür Enver amcayı göremiyordu, merak etmişti akşam iş dönüşü zilini çaldı ama kimse yoktu, birkaç kez daha çaldı; ne açan vardı ne de bir gelen… Ertesi gün sabah işe geç kalmıştı, hızla dışarı çıkarken Enver amcayı fark etti kapısındaydı, yanına gitti, Yüzü çok solgundu, anahtarı deliğe bir türlü uyduramıyordu….”Burası benim evim, benim evim…” Diyordu fısıltıyla… Aysu “Enver amca ver bide ben deniym?” “Anahtarı değiştirmişler kızım.” Dedi ve o koca adam hüngür hüngür ağladı…
“Enver amca üzülme gel ben de kal, hadi gel.” Enver amca “Sağ ol kızım…” Dedi ve gerisin geri binanın kapısından hışımla çıktı gitti…. Aysu çok kötü olmuştu, olduğu yerde kala kaldı bir süre, kendine geldiğinde oda dışarı koştu ama Enver amca çoktan gitmişti… Bir hafta boyunca onu göremedi, iyice merak etmişti. Öğrendiğine göre onu bir huzur evine yerleştirmişler evin anahtar göbeğini değiştirmişlerdi… Oda huzur evinden kaçıp evine bakmaya geliyordu ara sıra. Aysu, akşam 20:00 civarları camdan dışarı baktığında Enver amcayı gördü, evinin önünde dikilmiş hasretle ona bakıyordu, bu mahallede bu evde büyümüştü fakat artık kapısından bile giremiyordu… Aysu hemen dışarı koştu, ama orada yoktu, onu bulamadı… bu bir iki kez daha yaşandı, her seferinde Aysu’yu fark edip kaçıyordu… Birkaç gün sonra onun öldüğünü öğrendi, cenazesine gittiğinde sadece birkaç kişi vardı, kardeşi ve birkaç akrabası, hepsi o kadar…
Bir Cumartesi sabahı Enver amcanın kapısının açık olduğunu gördü, birileri vardı içerde, temizlikçi, birkaç usta, etrafa emirler yağdıran 30’lu yaşlarında biri, selam verdi Aysu, Adam, “Kime bakmıştınız?“ “Aysu ben, Enver amcanın komşusuyum, bir kitabım kalmıştı onda, onu alacaktım, müsaade ederseniz..!” “Tamam alabilirsiniz!” Aysu etrafa baktı, “Birini mutsuz ederek, hatta belki de onu öldürerek, burada nasıl bir yuva kurup mutlu olmayı düşünüyorlardı…” Diye düşündü. Etrafa biraz daha bakındığında kitap’ı bıraktığı sehpanın üzerinde gördü, onu aldı ve arkasına bile bakmadan çıktı gitti, arabasına atladı… Bursa’ya yola çıktı, kitap yan koltukta duruyordu, gözleri yaşla doldu; Enver amcayı düşünüyordu, Bu sırada kitabın ilk kapağını açtı ön sözüne göz atmak istiyordu, arakadan bir korna sesi geldi biri sollamak istiyordu, elini çekti kitap durduk yere hışımla sayfalarını araladı… Aysu şaşkındı arabayı sağa çekti, kitabın açılıp durduğu yerde başka kitaba ait olduğu hemen belli olan kitap sayfaları vardı, bu dört sayfa başka bir şeydi. Sayfa başlığı olarak “Cinlerle İletişim” yazıyordu!
“Onlar ateşten yaratılmışlardır, insanların göremediğini görür ve duyarlar, insanın yapamadığı birçok şeyi kolaylıkla yapabilirler…”
“Buda nereden çıktı şimdi?” Diye düşündü Aysu ama yinede meraklanmıştı Bursa da ki evine varır varmaz kendine bir kahve yaptı ve o dört sayfalık kitapçığı okumaya başladı...
“Kaybettiğiniz eşya yada herhangi bir şeye ulaşmanızda yardımcı olurlar, değerli şeyler bulmak istediğinizde örneğin tarlanızda, bahçenizde, evinizde vs altın veya herhangi değerli gömü bulmak istediğinizde size gösterirler…”
Bu son cümleler Aysu’nun hoşuna gitmişti! Evet artık çalışmak zorunda kalmayacaktı, evini de çiftliğini de istediği gibi yaptırabilecekti. Okumaya devam etti; “Gece yarısından önce şunu oku … ve gece yarısından sonra bekle, o kulağına kendi adını söyleyecek, ona adıyla hitap ederek ne istediğini söyle…” Aysu hiç tereddütsüz sayfalarda yazanları aynen yerine getirdi, her ne kadar inanmasa da!
Aysu yatağına uzandığında saat 01:00 sularıydı, uykuya dalmak üzereydi, odasının dışından gelen ayak seslerini duydu, bahçeden yada başka bir yerden gelmiyordu evin içinden odasının hemen dışından, yatak odasının kapısı kapalıydı… Yatağında doğruldu, dizlerini göğsüne doğru çekti, sese kulak kesildi, yere sürüyerek gelen ayak sesleri yavaş yavaş ona yaklaşıyordu, bu arada, oda boğucu nem ve sıcaklığa ulaşmıştı, cep telefonuna uzandı nafile, “Sinyal Yok!” Diyordu… Sesler iyice yaklaşmıştı, korkudan kalbi duracak gibiydi, gece lambasına uzandı, düğmesine bastı ama yanmadı; elektrik yoktu Aysu’yu felaket bir korku almıştı; oracıkta ölecek gibiydi… Yatağından deli gibi fırladı, komedinin üzerindeki abajuru kaptı, ayak sesleri kesilmişti, o şey her neyse artık yatak odasının kapısının dibindeydi ve içeri girmesi an meselesiydi, kapının kolu kıpırdadı, aşağı çekildi, kapı ardına kadar açıldı o kadar karanlıktı ki ardını görmek imkansızdı, içeriye bir ayak uzandı… Aysu panikle kendini camdan dışarı atmak istedi ancak cama döndüğünde gördüklerinin karşısında kaskatı kesildi; camların dışında ona bakan onlarca ölü insan vardı, etleri çürümüş derileri sallanıyordu, gözleri yoktu çürüyüp kaybolmuşlardı ama onu yemek ister gibi bir birlerinin üzerine çıkmış dehşetle bakıyorlardı, tek engelse camlarmış gibi duruyordu! Kapıya dönmek istedi ancak kuvvetli bir kol onu yatağına attı, yüzü koyun yatırdı bir şey üstüne abanıyordu, O şey Aysu’nun kulağına yaklaştı; “Benim adım Vaslum!” Dedi. Ses o kadar ürkütücüydü ki; böğürtü adeta boğazlanan bir canavardan geliyordu… Vaslum: “Ne istiyorsun?” Dedi. Aysu korkudan kekeleyerek bahçemde altın var mı, varsa yerini bilmek istiyorum..?” Vaslum “Hata ediyorsun, beni hiç çağırmayacaktın…” Dedi ve Aysu’nun üzerinden çekildi; gidiyordu… Aysu son bir hamle yaptı “Vaslum..!” Dedi. Vaslum hızla tekrar Aysu’nun üzerine çıktı… Aysu onun adını kullanmıştı, adını söyleyen kişinin dediğini yaparlardı… Vaslum, Aysu’nun üzerine sertçe baskı uygulayarak: ”Tarlanda koca bir küp altın var!” Aysu: zor soluk alan nefesiyle mırıldanarak yerini söyle bana…” Dedi. “Şimdi git arazinin her yanına buğday saç, sabah güneş doğmaya yakın bak, buğdayları topladığım yeri kaz, bulacaksın…”
Odanın her yanında sert bir rüzgarlar esti ve her şey normale dönmüştü, Vaslum gitmişti… Camlara baktı ay ışığından başka bir şey görünmüyordu… Korkunç bir geceydi. Tekrar düşündü devam ederse kötü şeyler olabilirdi; hiçbir şey yapmasalar bile korkudan ölebilirdi! Vazgeçmek üzereydi ki, aklına Vaslumun dediği cümle geldi! ”Tarlanda koca bir küp altın var!” Bu çok iyi bir yaşam demekti, artık çiftliğini kurabilir, her istediğini gerçekleştirebilirdi, işe gitmek zorunda da değildi… Hemen işe koyuldu. Ama buğdayı yoktu ve saat 02:00 sularıydı, bu saatte açık bir yer bulması imkansızdı; aklına iki kilometre ötedeki çiftlik geldi, hemen arabasına atladı ve bir çuval buğdayı habersizce ödünç aldı ve arazisine geldi… Şöyle bir baktı ay ışığı tüm araziyi aydınlatıyordu; dört bin metre karelik bir yer uzun sürecekti bu iş. Hemen başladı, çuvala bir kase daldırıp, içindeki buğdayı her yana saçıyordu, gerçekten de uzun sürmüştü: sabah olmak üzereydi arabasına oturdu, uyuya kalmıştı bir an gözlerini araladı, güneş doğmak üzereydi…
Heyecanla yerinden fırladı ve arazisine koştu, gözlerine inanamıyordu; saçtığı buğday taneleri toplanmıştı ama bombe bombe arazinin neredeyse her yanında bir avuçluk birikintiler halindeydi, Aysu kendini kötü hissediyordu, nereyi kazacaktı? buna göre tarlanın her yanını kazması gerekiyordu, bu imkansızdı! “Kahretsin adi cin, benimle dalga geçti...!” Bu sırada sol tarafındaki çam ağacının tepesinde bir hışırtı duydu, kafasını kaldırdığında ağacın üzerinde insana benzeyen ama soluk tenli, ters ayaklı ve donuk suratının üzerindeki donuk gözleriyle ve iğrenç bir gülümsemeyle ona bakan bir şey gördü… Ürperdi; bu Vaslumdu onu izliyordu, Aysu dona kalmıştı… “Vaslum…” Dedi. İstemeyerek, Cin aniden ağaçtan Aysu’nun üzerine doğru fırlayıverdi; havada kanatları ve pençeleri ketumca açıldı, her yanından tiftik tiftik kıllar sarkıyordu, ağzı ejderha gibi kocaman açıldı, dişleri çok keskindi, korkunç sapsarı gözleri vardı, aniden dehşet saçan bir canavara dönüşmüştü ve Aysu’nun üzerine geliyordu onu parçalayacaktı… Aysu tepkisiz üzerine gelen korkunç şeye baka kalmıştı, parçalamasına bir saliselik mesafe kalmıştı ki PUF..! Canavar Aysu’nun üzerinde bir toz bulutu oluverdi ve kayboldu; uzaktan ezan sesleri geliyordu… Güneş doğmuştu..!
Devam edecek...
YORUMLAR
Pek çok yazım hatası olmasına rağmen sonuna kadar ilgiyle okudum. Bu sanırım insanoğlunun bilinmeze olan sevasından kaynaklanan bir durum. Çok güzel bir gerilim serisi olacak gibi.
İnşallah diğer bölümleri kaçırmayız.
Kutluyorum.
Saygılar.
işgal
bittikten sonra düzelticem elimden geldiği kadar!
sürükleyiciydi..
aysunun cesaretine hayran kaldım...
devamını merak ediyorum..
sevgiler..
küçük bir uyarı..
üç harflilerle oynamaya glmez...
işgal
uyarı için teşekkürler asıl onların bizimle nasıl oynadığını
bi bilseniz:)