- 586 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BEN ÖLDÜRDÜM
Köşeyi döndüğü zaman uzaktan ucu gözüken karakola bakınca kollarının uyuştuğunu hissetti. Artık son düzlüğe girmişti, ölüm fermanının imzalanacağı son düzlük... ama bunu yapmak zorundaydı. Vicdanı kulaklarından tutarken geri adım atamazdı. Zor bela karakolun önene doğru ilerlemeyi başardı. Kapıda durun iki polisin önünde anlamsızca dikildi. Polisler önce üstü başı çamur içinde olan bu adama baktılar, sonra da yüzlerindeki belirsizlikle birbirlerine. Anlamsız duran adam, polislerin birşey demelerine izin vermeden başını önüne eğdi ve dizleri üzerine çöktü. İki elini bileklerinden birleştirerek şaşkın şaşkın bakmakta olan polislere uzattı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayarak, ‘Ben öldürdüm. Evet! ben öldürdüm’ diye bağırdı. Silkelenen polisler adamı kolundan tutarak kaldırdılar ve içeriye komisere doğru götürdüler. Naziktiler.
Rıfat ve Serhat çocukken ne zaman birinin başına birşey gelse, ya da ikisinden biri evde bir sorun yaşasa hemen mahallede birbirlerini bulur ve buraya gelirlerdi. Buraya ‘tepe’ diyorlardı. Onların gizli buluşma yeriydi. Mahalleye yakın küçük kumdan bir tepeydi burası. En önemli özelliği ise arka tarafında bulunan içine girebildikleri oyuğun onları saklamasıydı. Kendilerini burada güvende hissediyorlardı.
Çocukluk yıllarının üzerinden oldukça uzun seneler geçti. Hiçbirşeyin durağan kalmayacağı gibi onların hayatları da hiç durağan olmamıştı. Herşey gibi oda hızlıca değişmişti. Değişmeyen tek şey, baki kalan dostluklarıydı. Otuzlarını geçmiş bu iki baki dost hala sık sık gelirdi buraya. Önceden geçmişe inat bir şekilde her gece gelirlerdi. Sonra Rıfat evlendi ama Serhat bekar kaldı. Hala aynı mahallede oturmalarına rağmen bir süre sonra hergün gelmeyi bırakıp 2-3 günde bir gelmeye başlamışlardı. Bu durumun oluşmasında evlenen Rıfat’ın aksine yoğun mesai gerektiren bir işe giren Serhat’ın da payı büyüktü. Son birkaç senedir Rıfat, ne zaman arkadaşına ihtiyaç duysa ve Serhat’ı arasa telaşlı bir sesle karşılaşıyor, arkadaşının çalıştığını öğrenip boynunu büküyordu.
Birbirlerini boş yakalayabildikleri bu gece burada, tepede oturmuşlar ve afiyetle biralarını yudumluyorlardı. Rıfat evden,işten,futboldan bahsederken, Serhat onu hiç dinlemiyor gözüküyordu. Üstelik buluşma teklifi de ondan gelmişti. Durmadan sigara içiyor ve sönen sigarasının yerine yenisini yakıyordu. Bir süre sonra Rıfat da arkadaşındaki bu garipliği farketti.
- ‘Ne oluyor yahu sana? Sende bir acayiplik var bugün. Yok yok! Birşey oldu ve sen bana söylemiyorsun.’
- Sessizliğin içinde, yanında kıvranan, oflar puflar çeken Serhat’ı gördükçe bu söylemleri daha da güçleniyordu.
- ‘Konuş be adam! Amma da yaptın. Bana da mı anlatmayacaksın? Dedi Rıfat. Baktı ki arkadaşından hala ses yok, -ehh- diyerek sırtını ona çevirdi. İkisi de susmaya devam ettiler. Bir dakika geçmeden Serhat elini Rıfat’ın omzuna atarak onu kendisine doğru çevirdi.’
‘Bak moruk! Bu nasıl söylenir bilmiyorum. Sabahtan beri göğsümde ki ağrıyla oturuyorum. Kelimeler boğazıma takıldı kaldı. Derdim seni kırmaktan korkmak. Yalnız, böyle bir şeyle yaşayamam. Kaldıramıyorum, senden saklayamıyorum... Aynısı benim başıma gelse sende bunu yapardın biliyorum.
Rıfat, Serhat’ın suratına bakyordu. Domuz gibiydi Serhat, ne de olsa bayılırdı böyle şeylere. Küçükken tiyatro yapmışlığı da hani yok değildi. Acaba yine herzaman ki şakalarını mı yapıyordu? Yoksa gerçekten kendisinin bilmediği birşeyler var da ağzında mı geveliyordu?
Yan taraftaki adamdan bir mırıldama duydu -Zehra seni aldatıyor..’
Rıfat’ın aklından geçen düşünceler ve dudaklarının kenarlarında ki gülümseme çukurları bıçak darbeleriyle durdurulmuş gibiydi. 25 senelik dostu böyle bir şaka yapmazdı ona. Kadınlarla ilgili şaka yapmazlardı. -Ne diyosun lan sen- diye bağırmak anlamsızdı. Serhat’ın boğazına da sarılabilirdi. Onu oracıkta dövebilirdi de. Çocukkende az dövmemişti. Ama bu başkaydı. Birbirlerinin kadınları hakkında böyle konuşmazlardı. Bu yüzden ne Rıfat ikinci kere tekrarlattı ne de Serhat ikinci kere söyledi bu sözcükleri. Söyleyemezlerdi de. Sadece Rıfat’ın ağzından sönük ve ince bir -nasıl- sesi çıktı. Serhat’ın kafası hala öne eğikti. Eline aldığı bir taşı kuma batırıp çıkartıyordu. O büyülü sözcükleri söylediğinde taşı sertçe kuma saplamıştı. Şimdi arkadaşı ona nasıl olduğunu sormuştu. Nasıldı ki. Ne söylemeliydi şimdi...
Derin bir iç çekişin ardından anlatmaya başladı. ‘Uzun boylu bir adam, ikinci görüşüm. Birinde sokaktaydılar. Kaçamak bir hal. Tesadüf. Önce ihtimal vermedim. Sonra gördüklerime toz konduramadım. Sonra gözlerime lanet ettim. İçim acıdı be kardeşim içim, anlıyor musun? O an söylemem gerekirdi biliyorum ama söyleyemezdim. Dur dedim oğlum bulandırma ortalığı. İkincisini de geçen gece... Sana bakmaya geliyordum. Telefonunu açmadığın gece varya o gece işte. Nedense asansöre binmedim. Merdivenlerden çıkayım dedim. Sizin katın orda ses duydum. Önce sen andım ama baktım ki yine o adam. Hemen kenara çekildim. Anlaşılan o ki sen zaten yoktun evde. Sonradan aradığımda Rasim abilerdeyim demiştin. Yarı aralık kapıda Zehra duruyordu. Birşeyler konuştular ama pek anlamadım. Adam asansöre bindi. Kapı kapandı. Beni ise hiç sorma. O günden beri böyleyim. Düşündüm ki bunu bilmek senin en doğal hakkın. Ben eğer senin kardeşinsem bununla nasıl yaşarım. Ha nasıl?
Rıfat şuan hiçbirşey düşünemiyordu. Yanında bir adam vardı. Ama o kimdi hiçbir fikri yoktu. Hayatında duymak isteyebileceği en son sözcükler, sivri sivri ona batırıyordu. Adamın buğulaşması sözcüklerin acısını hiçbir şekilde almıyordu. Tek istediği bu ızdırap dolu sözcüklerin sonunun gelmesi. Dudaklarını oynatıp aralarından sesler çıkartamıyordu. Dur diyemedi, bir türlü... şimdi bitmişti. Karşısında ki adam susmuştu. Yavaş yavaş tekrar belirmeye başladı, pusu kalkıyordu. Kafası önüne düşmüş, gözlerinden ipincecek bir yaş inen bu adam, evet! rüya değilmiş, Serhatmış bu. Ne yapacağını bilemedi. Hiç konuşmadı. Sadece ağladı. Ağlamaları böğürtüye dönüşene kadar ağladı. İkisi de ağladılar.
Sabah, güneş ışınları iki adamın yüzüne de vuruyordu. Orda öylece sızıp kalan bu adamların yanaklarında ki tuzdan izler, kristal aydınlığında parlayan haşarı güneş tarafından yalanıyordu. Kafalarındaki zonklama ile aynı anda uyandılar. Önce biraz amaçsızca ve bilinçsizce sallanıp sonra birbirlerini gördüler. Gece yaşadıkları duyguların hepsi yine kapladı bedenlerini. Yüzlerini buruşturdular. Önce Rıfat kalktı ayağa. Gerindi. Serhat hala kalkamıyordu. Bu sefer de ince bir sopa bulmuş ve kumu karıştırmaya, manasız şekiller çizmeye başlamıştı. Arkası dönük ve düşünceli bir şekilde uzaklara bakmakta olan Rıfat, yine Serhat’a bakmadan, -o adamı bulmalıyız- dedi. ‘Ne olursa olsun o adamı bulmalıyız’ diye de devam etti. Sesindeki kararlılık çoktan Serhat’ı davet etmişti bile. Seçme şansı pek yoktu zaten. Bu haberi ona getirerek duruma ortak olmuştu. Herşeyden önemlisi ise o, Serhat’ın en yakın arkadaşıydı. Onun en zor zamanlarında yanında olmuştu. Böyle bir durumda onu yalnız bırakması beklenemezdi. Aldıkları kararın gölgesinde, sert adımlarla eve gittiler. Apartmanın önüne geldiklerinde Serhat içeri pek girmek istmedi. Burada olmak, onu beklemek istediğini söyledi. En ufak bir problemde hemen yukarı çıkabileceğini belirtti. İşin gerçeği Serhat olası bir karşılaşma durumunda bunu görmek istememişti. Bahaneler uyduruyordu. Rıfat normal bir zaman olsa ona çok kızardı ama şimdi bunları dediğini bile farketmedi. Serhat arkadaşının saçma sapan birşey yapacağını hiç düşünmedi. Rıfat aklı başında bir adamdı.
Rıfat, hızlı adımlarla merdivenleri çıktı. Anahtarı deliğe soktuğu gibi kapıyı büyük bir hışımla açtı. ‘Zehraaa!’ diye bağırışını muhtemelen bütün apartman duydu. Evin bütün kapılarını sertçe açıyor ve baktığı her odaya göğsündeki hiddeti sunuyordu. Her yere iyice baktıktan sonra karısının evde olmadığını anladı. Büyük bir hışımla girdiği evi daha da katmerlenmiş duygularla terketti. Kadın bu saatte nereye gitmiş olabilirdi ki?
Serhat aşağıda ikinci sigarasını yakmış, endişeli endişeli bekliyordu. Rıfat yukarıya çıktığından beri ‘acaba çıksamıydım yukarı diye’ düşünüp duruyordu. Rıfat’ın geldiğini bile görmemişti. Belki de bu kadar kısa sürede geleceğini tahmin etmemişti. Rıfat onu kolundan tuttuğu gibi ‘yürü gidiyoruz’ demişti. Elindeki sigarası bile fırlamıştı. Daha iki nefes aldığı sigarasına bakarak çekiştirilen gömleğine yetişmeye çalıştı. Rıfat, ‘o adamı gördüğün sokağa götür beni’ dedi. Karısı bu saatte evde yoksa o adamın yanında olmalıydı. Buna kendini artık iyiden iyiye inandırmıştı. Biliyordu evet öyle olmalıydı. İçindeki duygularının hislerini körüklediğini, güçlendirdiğini düşünüyordu. Eğer burnundan soluyarak sokaklarda dolaşırsa onları bulabilirmiş gibi hissediyordu.
Aradan neredeyse bir saatten fazla bir zaman geçti. Rıfat ile Serhat birbirleriyle tek bir kelime etmeden bu yasak ikiliyi arıyordu. Heryere baktılar; sokaklara, dükkanlara, köşe başlarına, kuytulara ama kimse yoktu. Hatta İstanbul, Rıfat’a daha bir boş gözüküyordu. Sonra sonra aklı biraz daha başına gelme eğilimi gösterince, yaptığı şeyin çok mantıksız olduğunu anladı. Karısı böyle bir şey yapıyorsa bile bunu sokaklarda ifşa ederek mi yapacaktı? Gerçekten çok saçmaydı. Belli ki Serhat o gün tesadüfen görmüştü. Aklının düzgün çalışamadığını anlamıştı.
Bedenlerini sahilden ağır ağır alarak, herşeyin başladığını düşündükleri yere, Rıfat’ın evinin önüne getirdiler. Gayrı ihtiyari bir şekilde Rıfat’ın kafası evinin penceresine doğru kalktı. İçgüdüsel bir hareketti. Yıllardır yaşadığı evine dışarıdan bakmak istemişti. Gözleri pencereyi gördüğünde, perdenin arasından bir anlık gözüken elleri de görmüştü. Eller perdeyi kapatmıştı. Herşeyden önemlisi bu evde artık birisi var demekti. ‘Orda’ diye bağırdı Rıfat. Ya karısı tek başına, artık nereden gelmişse gelmiş veya o adam da oradaydı. İçinden adamın olmamasını dilemesine rağmen bir yanı da kafasını kemiren bu düşünceleri temizlemek istiyordu. Evde başka bir adam yoksa bile karısıyla konuşacaktı. Karısı onu işte biliyordu. Onun bu denli cesaretli oluşuna hayret etti. Kadının aşktan gözü dönmüş olmalıydı. İkilimler arasında eski, hırçın duygularını tekrar çağırdı. Apartmana doğru koşmaya başladı. Bu sefer biraz önceki kafa karışıklılığını tekrar yaşamamak için dışarıda kalmayı seçmeyen Serhat ile birlikteydi. Kendini olayın heyecanının içine kaptırmıştı ve o da Rıfat’ın peşinden koşuyordu. Zemin katta duran asansörü bile farketmediler. Rıfat’ın vücunda ki stres ve enerji patlaması zaten yüzlerce katı bir solukta çıkmaya yeterdi. Sorun şuydu ki eğer yüzlerce kat çıkmış olsaydı o enerjiyi atabilirdi. Ama sadece 4 kat çıktığı için göğsünde ki o enerji, kocaman bir kütle olarak duruyordu. Ve kendine zarar vermemesi için kesinlikle patlamak zorundaydı. Serhat, Rıfat’a göre daha hantal olan vücuduyla onun hızına yetişemiyordu. Üçer dörder çıkılan merdivenler bir solukta bitmişti Rıfat için. Kapıdan içeriye nasıl girdi, adamla ikisini salonda nasıl buldu kendi bile hatırlamıyordu. Yarı yolda ortada bir adamın olmadığını bile düşünmeye başlamıştı. En mantıklısı Zehra’yı karşıma alıp konuşmak diye içinden geçiriyordu. Ama şimdi herşey bir tesadüften ibaret olmuştu. Adamın gerçekten evde olmama olasılığı çok daha yüksek olmak zorundaydı. Daha dün gece kulağına çalınmıştı ve üzerinden saatler geçmeden bu olamazdı. Rıfat kendine öylesine kızıyordu ki, bunu nasıl farkedememiş olabilirdi. Bunu kabul edemiyordu. Ne bedenine ne vicdanına ne de gururuna anlatabilirdi...
Kapının şiddetle açıldığını gören Zehra, karşısında faltaşı gibi açılmış gözlerle duran ve soluk sesleri ortalığı yıkan kocasını gördü. Korku dolu bir çığlık attı. Kadının çığlığından sırtı dönük olan adam da irkilmiş ve arkasına dönüp gözü dönmüş bir halde orada duran diğer adama bakıyordu. Kadının kocası olduğu açıkça belliydi. Durumun vahamiyetinden dolayı yasaklı olan adam geriye bir iki adım attı. Gözlerinde korku vardı. Sesini çıkartacak cesareti bulamıyordu. Kadının bluzuyla göğüslerini kapatmış haline baktı. Durum açıkça ortadaydı. Adam en başlarda bu ilişkinin heyecanından oldukça hoşnuttu ama şimdi evli bir kadının kocası, evlerinin salonunda onları yakalamıştı. Peki şimdi ne olacaktı? Ne demeliydi ki? Bir şey denir miydi ?
Hiç kimse ama hiç kimse, başta en yakın arkadaşı Serhat ve hatta karısı Zehra da olmak üzere Rıfat’ın böylesine kudurmuş, gözü dönmüş olabileceğini düşünmemişti. Herzaman analitik düşünen, aklı başında okumuş bir adamdı. Rıfat’ın içeride ki odaya gidip silahını almasıyla içeriye gelmesi bir oldu. Rıfat neden silah taşırdı ki? Böyle bir adamın silaha neden ihtiyacı olurdu ki? Yıllar önce heves etmiş ve bu ruhsatlı silahı almıştı. Bir gün kullanacağını bile aklına getirmemişti. Hatta varlığını karısı bile bilmezdi. Alındığı gün rafa kalktı ve bir daha da çıkmamıştı. Şimdi elinde bir silah ile salonun ortasında öylece sabit duruyordu. Zehra, boynunu eğip af dileyen bakışlarla bir kocasının elindeki sihala bir onun gözlerine bakıyordu. Bir adım attı geriye. Hala bu üçlünün aralarında tek bir kelime bile geçmemişti. Hiçbiri sesini çıkartmıyordu. Gözleriyle konuşmaya çalışıyorlardı. Rıfat’a göre ne konuşabilirlerdi ki, Zehra’ya göre ise ne diyebilirdim kiydi. Adam... adamın da söyleyecek hiçbirşeyi yoktu. Serhat’ın sesiydi ortamda ki tek ses. Salonun ortasında duran bu iki insana doğrulmuş silahı ve arkadaşının çaresiz bakışlarını görünce haykırmıştı ‘Rıfattt’ diye. Rıfat ise Serhat’ın bu haykırışını zorlu bir savaşın ortasındaki hücum borusu gibi algılamış ve tetiğe iki el, kusursuz bir şekilde basmıştı. Şok içindeki iki çift göz, yine tek bir kelime bile edemeden yere yığıldı. Serhat’ın en son hatırladığı şey Zehra’nın yere düşerken kocasına değil de ona olan bakışıydı. Serhat, dizlerinin üzerine çöküp kalmıştı. Hemen iki metre uzağında da dizlerinin üzerine çökmüş bir adam daha vardı; Rıfat. Silahı elinden yere bırakmış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. ‘Serhat ben ne yaptım, Serhat ben ne yaptım’ diye durmadan sayıklıyordu. Serhat’ın o anda kanı donmuştu. Gözlerinde ki baskı, gözyaşı olarak akmak istiyordu ama engel olan birşey vardı. Kendini topladı. İşler hiç istemediği bir yöne gitmişti. Bu kadarını beklemiyordu. Aklına ilk gelen şey, Rıfatı buradan götürmeliydi. Aşıkların cesetlerini öylece bırakıp tepeye, herzaman saklandıkları yere gittiler. Hayatlarının en önemli, belki de son ‘tepe’ macerasına çıkmışlardı. İkisi de nefes nefese bir şekilde oyuklarına sindiler. Rıfat hala sayıklıyordu. Yapmış olduğunu kendi bile kabullenemiyordu. Serhat ise aynı şekilde onun bunu nasıl yapabildiğini anlayabilmiş değildi. Tek yaptığı şey ona sakin olmasını söylemek ve kendini burada beklemesi gerektiğini tembihlemek olmuştu. Serhat geriye Rıfat’ın oturduğu apartman dairesine doğru koşmuştu. Ama eve bile yaklaşamadan bir köşeye sinip durmuştu. Bu polisler ne kadar da çabuk üşüşmüştüler buraya. Görememişti ceseti son kez.
Rıfat sayıklıyordu; ‘Bunu nasıl yapabilmiştim. Ben karımı öldürdüm. Sevdiğim kadındı o benim. Ama bana bunu nasıl yapabilmişti. Ben onun için ölebilirdim. Aman allahım o yok artık. Hayır olmasın zaten lanet olsun bana bunu nasıl yaptı. Ama seviyordum. Demek ki o beni sevmemişti. Neden ha neden? Neyim eksikti, neyin eksikti. Neyini eksik etmiştim. Ama seviyordum. Sevdiğim için mi öldürdüm yoksa kabul edemediğim için mi? Belki de benim değil başkasının olmasını kaldıramamıştım. O benim karımdı. Artık değil. Böyle bir eşi nasıl kabul edebilrdim? Demek ki o da beni kabul etmemişti.’ Seviyordum, anlıyormusun seviyordum. Sevmiştim. Hayır.
Rıfat yavaş yavaş kendinden geçmeye ve düşündüğü şeyler aklını iyice zorlamaya başlamıştı. bir süre sonra az önce işlediği cinayeti bile hatırlayamaz olmuştu. Karısıyla aralarındaki sevgiyi sorgulamaktan kendini alamıyordu. Kendine geldiğinde karakola giden yolun köşesini dönmek üzereydi. Tepede sırtüstü soluk soluğa yatarken ve düşünürken biranda buraya nasıl gelmişti. Muhtemelen vicdanı onu sayıklaya sayıklaya buraya kadar getirmiş olmalıydı...
Rıfat teslim olmuş, Zehra’nın ve adamın ise cenazeleri çoktan yapılmıştı. Olayı duyan tanıdıklar ve mahalleli şok olmuştu. Kesintisiz bir aydır konuşulan tek konu buydu. Mesele gazetelere ve polis kayıtlarına bir aşk cinayeti olarak geçmişti. Serhat ise hala kendini toparlayamamıştı. Herkesin dilinde bu olayın olduğunu biliyordu. Sokağa bile çıkamıyordu. Utancından değildi elbette. Sadece yapamıyordu. Kaybetmişti. Cesaret edemiyordu. Herşey öyle ani olmuştu ki, geçen bir ay sanki bir saat gibiydi. Rıfat’ın elindeki tabanca, Zehra’nın son kez gözlerini görüşü, geri dönüşü ve döndüğünde Rıfat’ı bulamayışı hala beyninden, bedeninden bir türlü gitmiyordu. Bu süre boyunca her gece gözyaşı dökmüştü.
Bugün olayın yaşanışının tam birinci ayıydı. Erkenden kalktı bir parmak kalınlığa gelen sakallarını kesti. Güzelce giyindi. En sevdiği lacivert takımı ve rugan ayakkabılarıydı bunlar. Bunları giyince hep kendini daha yakışıklı ve daha kendine güvenli hissederdi. Güzel kokular sıkındı. Evden çıkarken kimseye görünmek istemediğini farketti. Bu biraz canını sıksada gerçekten mahalleden uzaklaşana kadar kimseyle karşılaşmamıştı. Karşılaşsa bile kafasındaki düşünceler duymasına izin vermezdi.
Serhat, Zehra’nın özensizce toprağa gömülmüş bedeninin başındaydı şimdi. Ailesi utanç duyduğu için mezar taşı bile yaptırmamıştı. Elindeki tek bir gülü, toprağı hala ıslak duran mezara koydu. Dizlerini kırdı ve elinde olmadan başlayan gözyaşlarını sağ elinin baş ve işaret parmağıyla sildi;
‘Özür dilerim. binlerce kez özür dilerim sevgilim. Lanet olsun! Özür dilerim işte. Şuan anlamsızda olsa affet beni. İşlerin buraya varacağını hiç düşünmemiştim. Sadece sana kızgındım. Aslında üzgündüm ve kırgındım. Beni bırakmıştın. Ne yapacağımı bilememiştim. Ve sonra bu adam çıktı. Beni bıraktın ve o adama gittin. Kocana dönsen yine anlardım. İşte bunu kabul edemedim. Beni bir kalemde silmiş olmanı kabul edemezdim. Onu ve beni aldatışını izleyemezdim. Buna kayıtsız kalamazdım. O gerizekalının bir silahı olduğunu bile düşünmemiştim. Benim bile haberim yoktu bundan. Sadece bana geri dön istedim. Eğer Rıfat devreye girerse tamamen benim olursun sandım. Bütün herşeyi elime yüzüme bulaştırdım. Affet beni sevgilim, nolur affet...’
YORUMLAR
Öncelikle merhabalar,
Karakol bölümünden çocukluğa geçerken daha belirgin bir cümle kursanız daha iyi olurdu. Birr anda ne oluyor, nereye geçtim yazıda" diye bir sendeleme yaşadım.
Ama sonrası muhteşem sürükleyici ve alabildiğine içine çeken büyülenmiş bir efsane gibiydi.
Rıfat ; Serhat, Karısı ve Meçhul adam'ın arasına sıkışmış masum bir karakter. Bermuda şeytan üçgeni hemde. İğrenç bir kadın karakteri var burada. Tiksindim. Hele serhat, âh serhat âh... Yani ne vardı arkadaşının karısını sevecek.
Off Çok kötü konuşacağım. Kadına çemkiresim var..
Çok güzeldi ama eserin. Eserde kayboldum gördüğün gibi. Tebrik ederim. Kalemin daim olsun..