- 1371 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Dokunma, Kırılır Yüreğim Avuçlarında
Yokluğunu sardım yüreğimin tabakasından, duman oldum, kanadım aşkla
Sancılar sürdüm kırık bedenimin ağrılarına, suskunluklarım buluştu isyanla
Yıldızlar ektim ruhumdaki yaşanmamış baharlara, geceleri konuştum ayla
Koptu sevda sazımın telleri, dağıldım hazanlarla, avutuldum ben masallarla
Sessizce yaşamayı öğretecektin bana. Gülümseyen bir yüz olabilmeyi dilerken yaşama. Ah masmavi bir gök serecektin ruhuma, yemyeşil sükûtlarla donatacaktın seven gönlümü ve yüreğim kadar büyük saadetler sunacaktın atıl hayatıma. Sular beni çekince derinliklerine, o derin kuyuların içinden duyulmayacaktı sesim. Avuçlarımın içine sakladığım kalbimi yaban gülüşlerden kurtararak senli bir hayatı yaşayacaktım sürgit düşlerimde.
Sonra, sabahlar gülümseyecekti günüme. İçimin kışları mağaralarından çıkarak yaşamın düzüne ineceklerdi. Odamın duvarları kireç kokacak, kocaman bir göğün altında senin için, sırf senin için mutlu olmayı deneyecektim. O odalarda gizli anılarla, o odalardaki ölümsüz hatıralarla yaşamayı da öğreneceğim elbet. Huzur koylarına her şafakta kürek çekerek, içimin ışıltılarıyla yağmurlar dileyeceğim göklerden.
Sarkınca günün gölgesi akşama bir ayna olurdum karşında, en sevdalı bakışımda taranman için. Soylu duruşlarının gülümsemeleriyle sen, nerede olursam olayım, beni bulurdun. Dökülürdü saçların sararmış bir güne, daralmış bir yürekle kapanırdım kadın dizlerine. Susmaların kertiklerine uzanırdı ansızın dilin, sular basardı gövdeni, titrerken bedenin. Yaylanırdın coşkuyla, sokulurdun aşk denen tutkuya, kanayan bir sancının içindeki kanlı gül goncası gibi hazin dururdun. Sızlardı dudakların, sen hızla gidip gelen bir trenin kaygan rayları olurdun.
Gecenin utangaç yataklarına hüzün damlardı, gönül kapılarımızın kıldan odalarına ayın şavkı vurunca. Kırık bir türkü olurdu yıldızların ışıltısı, hüznün alaca kentlerine rüzgâr çarpınca. Yokluktu yoksulluğun en hazin ismi, ruhumuzun kınalı kayalarına sevdanın sırtı dayanınca. Emzirirdin yokluğuna dudaklarımı, içimdeki derin öfkeleri sallardın kadın dizlerinde ve uykulara dalınca ben sakin denizlerimin derinliklerinden yeniden sevimin sevda ağlarını çekerdin.
Öfkeli bir tarih saklıdır hep avuçlarımızda. Gönül ordularımızın aşka yürüdüğü o yorgun ovalarda bir kuru ekmeğe katık ararız sofralarımızda. Kılıçlar yorgun bir gürz olur, yaşamak kıyıları talanlanmış ovalarımızda boynu bükük bir gül gibi yârine sokulur. Kapanır kapılar sevdanın mevsimlerine, ovuşturulur avuçlar, bir kumru sokulur yuvasına, kursağında taşıdığı bulamaca sarılırken gagalar.
Talanlanmış bir sofranın tabaklarına güneş vurunca sokulurdu hüznün katmanına sinekler. Doyurulamamış bir artıktı yaşamak, kangren dileklerle sıkılırken özlemle bilekler. Gölgeler geçer gözlerimizden, ruhumuzun çardaklarını istila edince kana doymamış köpekler. Yanar o an gövden, tutuşmuş bir uçurtmanın kuyruğunda gizlenirken gölgen. Susar söz, yangına dolanır köz ve asılırsın o an gerçeğin küreklerine sızarken içten içe öfkeye tutunmuş bir sevdalı göz.
Uzak bir yalnızlık ateşinin etrafındasın. Avuçlarındaki titrek alevleri ruhuma sür haydi. Dilimdeki türkülere ölümsüz nefesini sürerek dola kollarını nakaratlarıma. Her cümlesi sen olan, her sözü aşkını anlatan özlemine bedenini hazırla haydi. Kapat bir şehrin uyanık ışıklarını, yak gecemin terli kandillerini.
Şafağın parmakları değince saçlarına çalardı gerçeğin alarmı. Dağınık bir gecenin ıslak çarşaflarını toplayarak yolcu ederdin hayata sevdiğin adamı. Kocaman bir şehrin tam ortasında kalakalırdın, ruhunu soyardı sevda düşünüşlerin. Sancıların artınca kendine dönerdin. Talan sözlerimin asi güllerini budardı yüreğin, öfkemin tetiklerini kendine çekerek ve haylaz bir düşün badelerini tek başına içerek seven gönlümü yangınlı isyanlarıma atardın.
Sana serpilen güllerle yağdım ülkene, avuçlarımdaki yorgun zaman tozuyla. Ruhlarımız birbiriyle sevişirken, bedenlerimiz suskunun denizlerini arşınlıyordu. Özlemleri aşarak sarılmak vardı gövdene ve dokunmak vardı sevdalı tenine. Savrularak bir zaman rüzgârıyla kapanmak vardı kadın dizlerine. Gün kapattı perdesini sevdaya. Gece açtı kapaklarını arzunun yeline gülüm. Şimdi kollarında bir ömrün yasaklanmış dalgalarıyla ölüme gider gibi salınmak vardı.
Kan karıştırdım küle, kanadı bir tutam kül, somurtkan bir gece olup saklandı çekmeceye. Dudağımı sürdüm güle, gül ağladı, yaman bir ağrının gözyaşı düştü geceye şiir olup çağladı. Şiir sürdüm sonra acıya, avuçlarıma kan damladı, gül sürdüm sancıya, sevdaya bandım dilimi, özlem oldu adın, karıştım hayat bulamacına, karıştırdım küle aşkı, gül gülümsedi, nur sevgisini gönlünde gizledi. Her sarılış yalnızlık damarı gibi, sürgün sürgün yüreğime işledi.
Yüreğimdeki acılara uzattıkça ellerini, kanardı dillerim. Tahriplenmiş bir bedenin etrafında sen en çok sövgülü dudaklarımı arardın. Öpmelere kıyamadığım ve her düşleyişte parsellere bölündüğüm bu yeryüzünde ruhumun iplerini arardın sen, kendini asacak. Her patlamada, her dallarımızı ıslatan yağmurlarda kopardı ansız bir fırtına, kaçardım aşktan, sıkılırdım o an sevdadan ve ben kanlı bir denizin pıhtılaşmayan en asi dalgası olurdum.
Acıkmış bedeninin geceye yol arayan saklılarından sıyırırdın giysilerini, dudaklarındaki tadımlık balları benden gizleyerek gerçeğinin doyumsuz kovanlarına bırakırdın. Ağrılı bir günün yamacı yorardı beni, sensiz düşlerin kollarında ben tüketilmiş dehlizlerin sabahlarını beklerdim. Gün yanardı gövdenin somurulmuş vahalarında, pişkin selamlarla sesimi isterdin, kanardı o zaman aşk, sesini duymaktansa, o an ölmeyi dilerdim.
Ne düşlersem düşleyeyim, ne düşünürsem düşüneyim tavlı bir yalnızlığın güneşi yakardı ovalarımı. Acılarımın pullarından ayrılmış gündönümlerinde öfkemin tepesine çıkarak ceylan sürülerini gözlerdim, içinde bir tek seni düşünmek için. Kanardı yeniden yüreğim, sol yanımdaki o dayanılamaz ağrıya çözümler dilerdim ve aşkın kör savaklarında beni kollarımdan tutan başka sevdaları görmezden gelirdim. Dudaklarımdaki sızı bile yüreğime inerdi, ben imkânsızlığın düş siperlerinde sessiz iniltilerini gönlümün değirmeninde un ufak ederdim.
Selahattin Yetgin