- 8063 Okunma
- 30 Yorum
- 0 Beğeni
HÜMA KUŞU MAVİ DENİZE SESLENİR
Arkası ormana dönük iki çocuk…Recep Ağanın bahçe duvarının üzerine oturmuş, bacaklarını sallıyorlar. Önlerinden koca bir mavi deniz geçiyor.
Koca bir mavi deniz.
Dar körfezden zorla doğmuş, kan sızmış dudaklarının arasından. Güneş tam akşamüzeri. Kızıl bir takke gibi örtmüş kel başını denizin. Ufukta hiç gemi yok. Martı yok geminin ardında. Beyaz köpükten bir yol yok. Bulut yok. Gök yok. Deniz yukarı doğru kıvrılıp içine almış gibi Recep Ağanın zeytinliğini. Sahilde durup duran kazmadan ötesi mavi. Berisi toprak.
Dün mısır ekmiş iki kadın. Kuma. Mısır ekmişler. Sonra sancısı tutmuş birinin, atıvermiş kazmayı elinden. Diğeri sırtlayıp eve götürmüş kadını. Hala kan kokuyor yer yan. Bu nasıl lanet Tanrım! Kim bu denize bakacak olsa, ölmüş bir mavi deniz doğuruyor.
“Süleyman, sen bilir misin lodosun hikayesini?”
Elindeki çubuğu yontmayı bırakıp denize baktı Süleyman. Gözlerini kıstı, kırıştı burun derisi, iki çil düştü yanağından. Güneş sağ gözünde kırıldı. Şavkı elindeki çakıya vurdu.
“Ne bileyim lan!”
“Derler ki; Recep Ağanın çok çirkin bir kızı varmış.”
“Hangi Recep Ağanın?”
“Aha şu oturduğumuz duvarın ve gördüğün her şeyin sahibi olan Recep Ağanın.”
“Ey, sonra?”
Masalcı çocuk. Sobacı Ziyanın oğlu. Anası; babasının ortağıyla kaçtığından beri, iyi değildir bu çocuk. Durur durur masal uydurur. Beşe kadar zor gelmiş zaten. Bu vahim olaydan sonra büsbütün başkalaşan çocuğun garip hallerinden illallah deyince öğretmen Hamdi Bey, “Ortaya vermeyin boş yere, okumaz bu” demiş sobacı Ziya’ya.
Sobacı Ziya. Yanakları ağız boşluğuna dolmuş, kaşları gözlerinin üzerine devrilmiş, ayaksız adam. Bir garip Hüma kuşu. Ederinin paha biçilemez olduğu zamanlarda, nice damlar geçmiş, yedi kat göklerde nice felekler aşmış da, konuvermiş çerçinin pembe dantelli orta penceresine. Türkü gibi, ılık ve narin. Talih bu ya.
Şimdi bekliyor. Kendini yakacak. Kırk gün bekleyecek ama. Onu öldüren ölecek önce. Sonra kendini yakacak Hüma kuşu Ziya. Yeniden dirilecek. Başka bir yerde. Kadınsız ve sobasız bir memlekette. O vakit hiç yaşanmamış gibi tutuşup kıvrılacak alnındaki acı günler. Ayakları kesilmemiş olacak o kaza sonrasında. Karısı bozulan işlerini bahane edip ortağıyla kaçmayacak.
“Recep Ağanın çirkinler çirkini kızı, her seher bu sahile gelir, ağlar da ağlarmış. Köylünün onunla alay etmesine, yüzü nedeniyle kuru bir dal gibi eşsiz evlatsız kalışına…
O vakitler küçük bir sulama göleti olan şu mavi deniz, onun gözyaşlarıyla genişlemiş, derinleşmiş. İçine su haşeratları yerleşmiş, türlü balıklar türemiş derin kovuklarında. Göletten tarlalara açılan evleklerden gümrah acılar yürümüş bostanlara. ”
“Amma attın şaşkın.”
“İnanmıyor musun?”
“Git lan işine. Gözyaşından deniz mi olurmuş?”
Masalcı çocuk denize baktı. Güneş cam bir sürahi gibi düşmüş de dağılmış maviliğe…Yer yer kızıl gölgeler oynaşmakta dalgalar arasında.
“Çok ağlarsan olur.”
Süleyman da baktı denize. Gözlerini kıstı, üst dudağını çekti burnuna doğru. Salçalı dişleri göründü ulu orta.
“Sonra ne olmuş?”
“Kızın feryadına dayanamayan yüce Allah, ona ateş rengi bir kuş göndermiş. Kız önce korkmuş kuştan. Sonra kuşun kızıl kanatlarına tutunup, aha şu ufukta kaybolup gitmiş. Arada evini diyarını çok özlediği vakitler, sıcak bir rüzgar olup, denizin ve göklerin bağrından süzülüp bu kıyılara esermiş.”
Süleyman tuhaf tuhaf baktı masalcı çocuğa.
Az daha oturdular. İki köpek geçti önlerinden. Ayaklarına ince karıncalar tırmandı. İtişip gülüştüler. Ezan okundu sonra. Akşamın kara paçavralarının sesi duyuldu ormandan. Kalkıp evlerine gittiler.
Mavi deniz, çekildi kıyılardan. Midye ısırığı kayalar belirdi sahilde. Kayalar. Tuz gibi parıl parıl. Ay hasta bu gece. Yıldızları gönderdi kendi yerine.
Burası Recep Ağanın zeytinliği. Bir garip oluyor buradan bakmak hayata. Bir başka konuşuyor insan, bir başka susuyor. Ötelerde, çok aşağılarda, beylerin hanımefendilerin topukladığı sokaklar var. Işıkları mavi denize sarkmış. Işıklarını denize atmış, kendileri karanlık kalmış sokaklar…
***
Sobacı Ziya her zamankinden daha uzun kıldı yatsıyı. O kadar uzun ki, o namaza başlarken, karşı komşu sobasını yaktı. Kara kazanda süt koydu üzerine. Çalkalanıp kaynadı süt. Kadın etekleriyle tutup çekti kazanı kenara. Sonra şişelere doldurdu sütü. Şişelerden birini de Ziya’nın kapısına bıraktı usulca. Çocuk pencere kenarından seyretti hem babasını, hem sütün kaynamasını. Sonra kollarını bağladı göğsünün üzerinde ve sessizce ağladı.
Bir garip oluyor çocukların susarak ağlaması. İri yanaklarında yay çizerek usulca yere damlıyor gözyaşları. Tanrım, ne hazin bir fotoğraftır o bir yana devrilen başlar. Titreyen dudaklar. Küçük bir çocuğun susarak ağlamasından daha hazin ne var?
Ziya duydu yere düşen damlaların tıpırtısını. Duydu da uzattı namazı.
Cevapsızlık ne zor bela.
Islık çalıyor odalarda ıssızlık, silinmeye yüz tutmuş kadın kokusu döşemelerde, hamamdaki sabunda birkaç tel uzun saç. El bezi hala düşüp de kaldığı yerde. Perdeler yarıya örtük. Pabuçlukta utancından ters dönmüş güllü terlikler. İğnelikte dibinden yeşil tel sarkan ince bir iğne. Kilimin kenarında kuruyup taşa dönmüş bir parça çörek kırıntısı.
Analar ki evlerin eşik taşları. Çiğnendikçe parlayan ve kıymetlenen. Odalardan odalara esen cereyanı kesen gamlı siperler. Analar besmele. Analar ses ve ışık. Analar mahrem. Nasıl sökülürler de giderler kuruldukları yerden?
Çocuk sustu. Selam verdi sobacı Ziya. İki diz, iki el üzerine süründü de gitti çocuğun yanına. Ardında ince pırıltılı izler bırakarak. Sarılıp uyudular hiç konuşmadan. Tavanda sobadan yansıyan bir yonca gölgesi. Çıtır çıtır yanıyor gece.
Lodos pencerede. Öpüyor önceden kalma parmak izlerini bir kadının. İki kez kıpırdıyor çocuğun yorgan dışında kalan başparmağı. Hayat etekleri dopdolu çıkıyor bu evden.
Sabah abacı bir zehir sızdı Ziya’nın eşiksiz kapısının altından. Süt şişesi hala akşamki yerinde olunca, komşu kadın merak etmiş, çalmış kapıyı. Açan olmayınca, muhtara haber salınmış. İki delikanlı kapıya dayadıkları bir kütükle kırmışlar kilidi.
***
Ziya bir garip Hüma kuşu. Masalcı çocuk mavi bir deniz. Lodos, usul usul okşar saçlarını artık her seher. Recep Ağanın bahçe duvarının üzerinde kızıl bir Hüma kuşu, mavi denize seslenir. Bir türkü gibi ılık ve acı.
Denizde hiç gemi yok.
Geminin arkasında martılar yok.
Beyaz köpükten yollar yok.
Bulut yok. Gök yok.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Saygıdeğer Aynur Hanım;
Yazınızı okurken bir an Erzurum yöresinden değerli usta "Hulusi Seven " in derlediği bir Maya türkünün içe işleyen sözleriyle ezgisi geldi aklıma...Ve dolandı dilimin ucuna, eşlik etti usulcacıktan yazıya, benimle birlikte.
" Huma kuşu yükseklerden seslenir
Yar koynunda bir çift suna beslenir
Sen ağlama kirpiklerin ıslanır
Ben ağlim ki belki gönül uslanır
Sen bağ ol ki ben bahçende gül olim
Layık mıdır yanim yanim kül olim
Sen efendim ben kapında kul olim
Koy desinler bu da bunun kuludur "
Allah her kuluna aynı meziyetleri vermez veya aynı ölçüde...
Kimisi eğitimle alır bazı meziyetleri, ki; bu sınırlıdır, doğal ve akışkan değildir bana göre. Kimisi doğasında var olan yetiyle, kimisi de bütün bunların harmanlanmasıyla... Ancak bilinen şu ki; bu yeti herkeste aynı ölçüde ve kıvamda olamıyor! Ya da , her yetenek sahibi bu yetisini aynı derinlik ve olgunlukta kullanamıyor!
Yaratan, içinizdeki derinlikle soyadınızı aynı noktada buluşturmuş sanki!
Size ne diyeceğimi, nasıl diyeceğimi bilemiyor, ifadelerimde öksüz kalıyorum yazık ki! Bu muhteşem kurgu, muhteşem betimlemeler, tanımlar ve imgeler karşısında sadece "özüm " diyebilirim! Güzel Türkiye' min yedi coğrafyasının da harmanlandığı ÖZÜM...
Bu kadar temiz, duru bir dil ve anlatım karşısında sizi bütün kalbimle kutluyor, üreten kaleminize saygımla yüreğinizden öpüyorum değerli dost...
Günışığım...
Ruh halimle nasılda örtüşmüş bu güzel öykün. Okudum, sus yaptım yüreğimin tüm seslerini. Sustum okudum, Engin bir denizin keder dalgalarını dinledim usul usul.
Yapılan yorumları okudum her biri ne kadar güzel ama şaşırtmıyor artık. Çünkü sen yazdıklarınla da şahsına münhasır kişiliğinle de hepsini ziyadesiyle hak etmektesin zaten.
Daim olsun yürek sesin, varolsun kaleminden yüreklerimize düşen o güzel kelamın.
Kalben sevgi ve muhabbetle...
Aynur Engindeniz
Kafamda koca bir soru işareti ???
"Bende yazar mıyım ki böyle" diye :(
Aynurrrr, harikasın... :)
Aynur Engindeniz
Teşekkürler çok çok sevgiler.
(( Seçil Nimet ))
işte böyle yola bi acemiyle çıkarsan, ilk günden ustam gibi nasıl olurum der...
Heeeey babam hey, nerdeeeeeee?
Aynur Engindeniz
(( Seçil Nimet ))
Senin bu yüreklendiren, yürekliliğin yok muuu?
Mevlam herşeyin güzelini nasip etsin cümlemize...
Sanatında...:)
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Aynur Engindeniz
Sevgiler güzel yüreğinize.
Mavi silindi soluk benizlerin gözlerinde
İğne iplik geçti
Kpıda bir urgan
Urgana sarılmış bir el
Elde bir makas
Kes babam kes
Yağmur hangi gökten yağdı
masal olup kim okudu
rüyamın tabirini kim söyleyecek
ya
ya kuşlar üfürecekmi öksüz nefesleriyle rüzgarı
Şimdi başka alemin içindeyim
Çıksam mı-çıkmasam mı bilmiyorum
En iyisi az daha eyleşmek
Gülüm-yorumsuz bir öykü-sevgim hep sana-kalben
Aynur Engindeniz
Cansın sen...Bilal eniştem benim, isim eniştem:)))
Bitti mi bu arada:)))
Sevgiler benden güzelime...
Ülviye Yaldızlıı
Bitmedi...Daha...ama ben sana yollarım.Ben asamazsam sen asarsın.hele bi başımdan savuştursam :))
Aynur Engindeniz
Hadi bakalım.
Ülviye Yaldızlıı
krize girdim...Ben yazdıkça konu renk değiştiriyo...Bu bilal enişte yaktı beni:))
Hüma kuşu öyküsünü çok severek okudum. Çünkü Hüma'mın yani sevgili torunumun adı geçiyor
Hüma kuşu...Şiir gibi bir yazı. Duygular konuşmuş. Tüm Hüma kuşları mutluluğa uçsunlar.
Çocuklar daima gülsünler...Sevgilerimle....
Aynur Engindeniz
Sevgiler canım.
Aynur hanım bu arada geçmiş olsun...Allah'ım acil şifa versin... bu güzelim yazıyı bu ateşte yazdıysanız ohooo..neyse, Rabbim Şafi sıfatının tecellisini tüm hastalara ve size göstersin...Selamlar
Aynur Engindeniz
Rabbim hepimizi korusun.
Saygılar.
çok güzeldi. Keyifli, hüzünlü, sırlı...
Yazılarını okurken kendimi zamansız ve mekansız hissediyorum. Son cümle ile hayal aleminden sıyrılıp, bu köhne dünyaya geri dönmüş gibi oluyorum.
Kalemin daim olsun. Sanırım yarın güzel bir kurdele bu yazının göğsünü süsleyecek:))))
Aynur Engindeniz
Seni özledik.
Güzel sözlerin için teşekkür ederim. Ben yazarken başka dünyalara gidiyorum. Döndüğümde içinde yaşadığım dünya biraz daha hafiflemiş oluyor. Yazmak ve okumak dünyanın en güzel eylemlerinden...
Kurdelaya gerek yok. Okurlarımın taktiri yetiyor bana. O yüzden benim bütün yazılarım görünmez kurdelalarla doludur canım.
Sen de yaz.
Sevgiler.
reyya
seni okumadan önce kesinlikle on puanımı veriyorum
ve ondan sonra doyunca okuyorum.
harikasın Aynur
ne diyeyim ki Allahım daha enginleştirsin yüreğini
inş.
güne düşsün dilerim.
çok sevgimle...
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ederim sevgili Hümeyra.
Sevgiler. çok çok.
Ateş sana iyi gelmiyor -ENGİNDENİZ-
Bak;
Bulut yok. Gök yok.
Denizde gemi yok.
Geminin arkasında martılar yok.
Beyaz köpükten yollar bile yok.
ılık bir türkü dinledim yol boyu... hangi dilden bilmiyorum,
arada rüzgâr esti, dalga geldi...ıslandım,
sahi, analar hep mahremdi değil mi oralarda... biri bir ıslık çaldı, irkildim... hatırladım.
Off be -ENGİNDENİZ-
Aynur Engindeniz
Varlığın güzel.
Teşekkürler güzel yüreğine.
Aynur Engindeniz
Sevgiler karşılıklı biliyorsun şirin şey.
Öpmedin bugün ama. Ben öpeyim gözlerinden canım.
Sevgiler.
Bu güzel hikayeyi okuyunca,Einstein'a bir daha hak verdim.
ÇÜnkü,"Hayal etmek,bilmekten iyidir."demişti ya!
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim. Saygılar çokça.
Aynur Engindeniz
ve kuşlar yok,o güzel zeytinlikler
düş yok,yükseklerde gök silik flu çizgiye
.
gerçekçilik ve sürrealist kesişmelerin içine düştüm / sevgiler
Aynur Engindeniz
Sevgiler Aysum.
En tanıdığım hüma Kuşu..bizim memlekette Uzun Hava olarak okunan ve yer yer tatyan olarak söylenen aşağıdaki türküdür..Söyleyeni Raci Alkır;sözler ; anonim
Huma Kuşu Yükseklerden Seslenir
Yar Koynunda Bir Çift Suna Beslenir
Sen Ağlama Kirpiklerin Islanır
Ben Ağlim ki Belki Gönül Uslanır
Sen Bağ Olki Ben Bahçende Gül Olim
Layık mıdır Yanim Yanim Kül Olim
Sen Bey Olki, Ben Kapında Kul Olim
Koy Desinler Buda Bunun Kuludur....
İnsanın ağlayası gelir bazen,gönül uslansın diye...Hikayenin geçişleri o kadar ustaca ki...ya bu nasıl olur? dediğiniz anda anlatıcı başka bir yere götürüyor sizi...sonunda çokca sık rastladğımız karbonmonoksitte bitmesi incitti yüreğimi....okuması zevkli,keyifli,öğretici lakin bana bir yan tesiri var... uzun süre etkisinden çıkamıyorum böylesi güzel anlatılan hikayelerin...Selamlar değerli yazar..
Günümüzü ve sitenin gününü aydılatacak kadar edebi bir çalışma ayrıca...
İbrahim ERZURUMLU tarafından 11/17/2011 11:50:17 AM zamanında düzenlenmiştir.
RefikaDoğan
ne güzel bir söylem, ne sevecen paylaşım! her iki güzel insana da sevgilerimle...
İlk okuduğumda öyküyü farklı geldi diyebilirim.Betimlemelerle birlikte,bir yandan şiirlerde okuduğumuz imgelerle de karşılaşıyor okur.
Mesela: ‘’Dar körfezden zorla doğmuş, kan sızmış dudaklarının arasından.
Güneş tam akşamüzeri. Kızıl bir takke gibi örtmüş kel başını denizin’ burası işte kendini buldurduğu bir yer olmuş. Özellikle girişin böyle başlamış olması,dikkatimi celp etti doğrusu.
Bazı yazarlar şiir yazamadıklarını ifade ederler hep; çünkü kalemleri hep öyküye kaçar.
Bunun sebebi nesirde kendilerini tam anlamıyla bulduğundandır sanırım.Şiirde değil de öykülerinde bu şiirsel havayı yakalıyorlar daha çok. E burada yapıyorsa neden şiirde de yapamasın ki,dersin acemi bir okur gibi.Ama olmuyor işte,hiç de öyle zannedildiği gibi
kolay bir iş değil bu.
Murathan Mungan’ın son romanı olan Şairin Romanı’ buna benzer eleştiriler yapılıyor,söyleşilerinde de hep bu soru sorulur: ‘’Neden, Şairin Romanı’’nda şiir gibi bir dil söz konusu? Bunu O’da kabul ediyor aslında,hatta neden bir şiir değil de roman’ soranlar bile oldu. Ama bu da farklı bir konu,oraya girmeyeceğim.
Öyküyü okurken diyordum en son. Malumunuz betimlemeler öykülere farklı hava katar,hayal dünyanızı faaliyete geçirir.Hani radyo oyunlarında olduğu gibi.Hayal edersiniz ya hep.
Bakınız ;
‘’Deniz yukarı doğru kıvrılıp içine almış gibi Recep Ağanın zeytinliğini’’ Bunu ben şiir dizesi
gibi de okuyabilirim,hatta şiir diye de okuyabilirim.Kimse buna karışamaz. Denizin dalgalarını, gözlerini kapa hemen hissedersin ayaklarında,düşünün o derece başarılı olmuş ve o kadar
yakın bize deniz...
Bunu şiirde de yapmak ister insan.Ama ister sadece ;çünkü yapamadığını anlıyor,
bazen de yakalayamıyorsun o içtenliği şiirde işte.
Ve yazarın, sürekli kendini yenilediğini bilmenin rahatlığıyla,diyorum ki bura da: farklı bir çalışmaydı.
Yazdıklarınızı hatırlamak istediğimde şöyle,ne kadar haklı olduğumu anlıyorum.
Sürükleyici bir havası öykünün.Bu da benim için çok önemli.Sıkılsaydım okumazdım,
en azından şimdilik.Çünkü o an okumamam gerektiğini düşünürüm yine.
Niye beyhude öyküyü yorayım ki,okutmak istemiyor belli ki kendisini o an.
Ve finalde de girişte söylediğim şeylere yakın bir hava hâkim…
Yanılmamışım!
Ah Aynur'um ah, yine senin satırların birer ok misali saplandı yüreğime.
Çocuk ağlamasına dayanamam, hele ki masalcı gibi anası hayırsız, bırakıp gidenler beni bitirir.
O denli etkili bir anlatım ki, sanki ben de o duvardan denizi seyrettim, ayaksız Ziya'nın rüku ve secdelerini saydım, gözlerimde yaşla.
Tebrikler benim yüce gönüllü kardeşim, çok beğenerek okuduğum bir anlatım, selam, sevgi ve dua ile.
O çocuk hiç aglamasın istedim.Hüma kuşunada geldiği için kızdım.Lodostan ise bir kere daha nefret ettim.O denizle topragın bulustugu noktada Masalcı çocugun başka masallarını dinlemeyi yeglerdim ama olamadı...
Mükemmel kurguydu.Yüregınıze saglık.Saygılarımla...
nuray telli tarafından 11/17/2011 2:19:44 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bu gün önce kendi yazdığım yazının sondan bir önceki paragrafına ağladım...Güle oynaya yazdığım o yazıda rahmetli hocam ne diye aklıma gelmişti ki? Sonra bu yazıyı okudum. Sanırım bu gece hep ağlayacağım.
Olsun...İçimizdeki zehiri atmanın en kestirme yoludur ağlamak. Haa Bu arada erkekler ağlamaz'a sakın inanmayın.
Selam ve saygılarımla.