- 1968 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİR NASIL YAZILIR
Şiir, emek işidir. Damıtmak yetmez. Aylar yıllar harcanır yoluna… Damıtılan her imge , her söz ; yeniden ,yeniden imbiklerden geçirilir.
Ta ki imbikler ‘’yeter’’ desin, ta ki gönüller ‘’yeter’’ desin, ta ki söyleyen ‘’yeter’’ desin. Kolay mı romanların, öykülerin ciltler dolusu sayfalarda söyleyemediğini birkaç dizeye sığdırmak.
Bir ton çiçekten birkaç gram koku elde etmek için uğraşmaktır şiir…
”Düşünen Adam’’ heykelini yaratan ünlü heykeltıraş Rodin’e bu işi nasıl yaptığını sormuşlar. “ Fazlalıkları atıyorum geriye kalan heykel oluyor. ’’ demiş. Söz basit ama eylem bir ömür alır . Düşünen Adam’ı yaratan söz değil , alınteriyle harmanlanmış bir emek ve uğruna büyük bir aşkla harcanan koskocaman bir ömürdür .
Sözün özü, şair iğneyle kuyu kazandır. Bu yüzden şiir yazmaya uğraşan gençlere şunu önermek istiyorum. Şiir aynı zamanda bir dolup taşma işidir. Yeteneğin üstüne bilgiyle, kültürel birikimle ilgili bir şeyler koymazsan, yalnızca durgun bir denizde yüzersin, ne o denizin maviliğinden ne de deniz dibinin güzelliklerinden haberdar olursun. İyi şiirin temelinde yetenek kadar, eksiksiz bir kültürel birikimin önemi yadsınamaz bir gerçektir.. Kendini bilmeyen, dünyayı, dünyayı bilmeyen evreni, evreni bilmeyen de şiiri bilemez. Böylesine ciddi bir iştir şiir. Ozanın dediği gibi ’’Hamdım, piştim, yandım ...’’ Pişmeden,yanmadan söylenen söz, yazılan şiir; suya çiziktirilen dünyalara benzer; silinip, unutulur gider,
Sözcüklerin sözlük anlamlarından öte anlam sınırlarını zorlayan, hatta aşan uğraşılardır şairi üstün kılan. Onlar anadillerine yeni kullanım alanları açan gizemli sihirbazlardır.
Bu anlam yoğunluğu şiirin özünü oluşturur. Söylenmek, duyurulmak, sezdirilmek istenenler imgeler yoluyla iletilir okuyuculara.
İmge( hayal ), şiirin en temel öğelerinden biridir. İmgeler, günlük yaşamda kullandığımız dilden öte anlamları içinde barındıran gizemli bir anlatım biçimidir. “ sol göğsün altında kızgın lavların tortusu / kılıcından aşk damlayan yiğit…” dizelerine bir göz attığımızda somut sözcüklerle oluşturulmuş; ama nesnel gerçekliği yansıtmayan bir söylem biçimiyle karşılaşıyoruz. Düş gücümüzü zorladıkça gönül denilen soyut kavramla, volkan ağzından püsküren kızgın lavlar arasında bağlantı kurmaya başlıyoruz. İkinci dizede ise aşk ve kılıç sözcükleri arasında bağlantı kurularak okuyucuya düş gücüyle bir yorum yapma olanağı sağlanmış olunuyor.
Bir gün batımı olayını anımsayalım. Güneş batmak üzeredir. Deniz ve gök kırmızının ve yangın renginin türlü tonlarına bürünmüştür. Bu, görünenin nesnel bakışla anlatımıdır. Bunu imgesel olarak anlatmak istediğimizde de algılar farklılaşmaya başlar. Artık nesnel gerçekler yerini düşsel bir anlatıma bırakmıştır. “ hani güneş yanar ya / su yanar ya / bir yangın düşer ya bağrına denizin /yüreğinin pasını okşar da bir rüzgar siler ya…” Görüldüğü gibi imge dünyası bambaşka bir alemdir. Orda yaşanan gerçekleri değil, şairin ruhundan fışkıran gizemli dünyaların sınırsız düş güzelliklerini bulacaksınız. Son bir örnekle noktalayalım bu imge olayını. Gökle denizin birleşir gibi göründüğü çizgiye “ufuk” dendiğini hepimiz biliriz. Ama şair bunu imgelem yoluyla şöyle dile getirir: “ gökle suyun öpüştüğü noktada hani umarsızca yıkanır ya güneş…”
Şiirde biçim, doyumsuz bir güzele biçilen kıyafet gibidir. Kıyafet bedene uymazsa, beden ne kadar güzel olursa olsun, gözleri de ruhu da yeterince doyuramaz. Bu yüzden yazacağınız şiirin biçimsel özelliklerini önemsemek ve gereklerini yerine getirmek zorundasınız. Bunun öğrenmek ve tekrar tekrar yazmakla edinilebilecek bilgisel bir kazanım olduğu unutulmamalı. Heceyle yazacaksan bu konuyu öğrenecek kaynaklar, örnek alınabilecek sayısız hece ustaları var. Bu aruz için de, serbest ölçü için de aynıdır. Şiir hem özüyle hem de biçimiyle kusursuz olmalıdır. Özellikle divan şiiri, şiirde biçimsel mükemmelliğin en benzersiz örneklerini bünyesinde taşır. Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Ahmet Haşim gibi şairler de batıya dönük şiirimizin bu yönde örnek alınabilecek önemli şairlerinden birkaçıdır.
Anadilinin olanaklarını yeterince kullanamayan, onun türlü anlam ilişkilerini kavrayamayan bir kişiden şiir yazması beklenemez. Çünkü şiirin en olmazsa olmazı dildir. Şiir, sözcüklerin gizemini çözebilenlerin, onun ses değerlerini, müziğini ve ritmini anlayabilenlerin tılsımlı sesidir. Bu bilinç oluşmadan, şiirin tılsımlı dünyasının kapılarını aralayabilmek mümkün değildir. Emek verip alınteri dökmeden de bu bilinç oluşmaz. Çok okuyup irdelemek, dilin inceliklerini görebilmek ve yeni olanaklar yaratmak için çok çalışmaktan geçer bunun yolu.
Şiirin içinde olanlar her sözcüğün kendine özgü bir müziği olduğunu çok iyi bilir. Örneğin: “ aşk “ sözcüğü iki sert ünsüzün verdiği ses özelliğiyle kulakta ve yürekte ateşli, haşin ve yakıcı bir etki bırakır. Aynı anlama gelen “ sevgi “ sözcüğünde ise sakinlik, yumuşaklık ve huzur duyguları ağır basar. Eğer sert ünsüzlerin ( fstkçşhp ) çokça kullanıldığı sözcükleri ardı ardına kullanırsak şiirin ritminde sesler daha tok çıkar. Kalabalık bir orkestranın tüm çalgılarıyla salonu gümbür gümbür inlettiği en üst perdeden bir ses çınlaması elde edilir. Vatan ve özgürlüklerin en korkusuz, en kavgacı şairi Namık Kemal, bu yöntemle şiirlerini oluşturarak sözcüklerin notalarını, ruhunun coşkun dalgalar gibi kükreyen seslerine ustalıkla bağlayabilmiştir. Onun şiirleri kavgaların en yiğit, en korkusuz meydan okuyuşlarının seslerini yansıtır. “ Görüp ahkam-ı asr-ı münharif sıdk-ı selametten / Çekildik izzet-i ikbal ile bab-ı hükumetten. “ dizelerini irdeleyecek olursak sert ünsüzlerin ne kadar fazlaca kullanıldığını daha iyi görmüş oluruz. Bu yöntemle kavganın sesi daha etkili olarak verilmekte ve şiirin müziği de ön plana çıkmaktadır.
Fuzuli’nin “ Su Kasidesi “nde de akan suyun sesini sürekli duyarız. Bu müzikli ses “ s “ ünsüzünün sürekli yinelenmesiyle sağlanmaya çalışılmıştır. “ Dest busu arzusuyla ölürsem dustlar / Kuze eylen toprağım anınla sunun yare su “ Aliterasyon adı verilen bu sanat şiirde ritm, müzik oluşturmanın yaygın yollarından biridir.
Tüm büyük sanatçılar işe öncelikli olarak öykünmeyle başlamışlardır Ayıp değildir öykünme. Şeyh Galip’e ‘’Hüsnü Aşk‘’ mesnevisinin Mevlana’dan etkilenerek yazıldığı söylenince “Çaldımsa miri malı çaldım ‘’ demiştir. Ustasından etkilenmekten rahatsızlık duymamıştı. Öyleyse öncelikli olarak bu yolda şiire emek vermiş ustaları çok iyi okuyup irdelemek gerekir .
Şiir kitaplarının, roman ya da öykü kitapları gibi de okunmaması gerektiğini akıldan çıkarmamak gerekir. Her şiiri ele alıp, o şiirin dünyasına girmek, imgeleriyle, tekniğiyle, biçimsel özelikleriyle iç içe karışmak gerektir.
Bilhassa şiiri kendine yol edinenler ustaları okurken, dize dize, sözcük sözcük irdelenmelidir söylenenler. Biçimsel özelliklere kafa yorulmalı, imgeler bulunup çözümlenmeli, kullanılan dilin yarattığı yeni olanaklar bir bir saptanıp örnek alınmalıdır.
Yaşamında herkes bir dönem şiir yazar ya da yazdığını zanneder. Duyguların yoğun yaşandığı bu dönemler, söylenmek istenip de söylenemeyenlerin doğal bir dışavurumudur. Bir zaman sonra terk edilir bu yol.
Çok azı bu çileli uğraşıyı sürdürür. Yaşamı şiir denen çileli yola çıkanlar bundan yakalarını kurtaramazlar. Onlar için doğal bir yaşam biçimi olur şiir. Günler gecelere eklenir, şiirle yatılıp, şiirle kalkılır olunur. Damlalar damlalara ekleniri Damlalar birikerek göl olur, sonra bu göl taşmaya başlar. Yıllar sonra uykusuz gecelerin, verilen onca emeklerin meyveleri bir bir ortaya çıkmaya başlar. Yazılanlar şiir olur, yazanlarsa şair.
Geride kalanlarsa yaşamlarının tatlı bir anısı olarak anımsarlar şiiri. Önemserler, yazanlara gıptayla bakarlar. İsteseler de kopamazlar şiirden. Güzel bir şiire rastladıklarında o eski günlerin özlemli güzelliklerine salarlar kendilerini. Yazmasalar da şiir okuyarak o rengarenk güzelliklerle bezenmiş duygulu dünyanın uçsuz bucaksız bahçelerinde mutlu bir gezintiye çıkarlar.
Şiir de yaşamın kendisi değil midir zaten.