Sevsinler seni e mi... Nagihan Alçı.
Atatürk diktatörmüş…?
Son günlerde şer cephesinden ve sözde entelijansiyadan ve dahi yazar çizer takımından bir kısım zevat bunu doladı diline.
Daha doğrusu Nagihan Alçı adıyla malum olan müsvette-i münevvere nin yeni bir incisi bu.
Bu zat belli ki sansasyonel söylemleriyle gündeme gelme hususunda mahir olan eşi Rasim Ozan Kütahyalı ile aynı çizgiyi haiz.
Peki ya bize, bizim gibilere düşen nedir? Ne demek gerekir?
Herhalde ‘aferin sana keşfettin ya bunu…! Sevsinler seni’. (Kim severse sevsin ama ben değil)
Gibi bir ‘ti’ fikriyatı olsa gerek.
Demek ki bahse konu zat, sarı saçlı mavi gözlü Dev’e baktığında bunu görüyormuş. Oysa takdir duygusu yüksek milletin kahir bir ekseriyeti O’na baktığında;
Yanmış yıkılmış, emperyalizme yem olmanın eşiğindeki bir imparatorluğun küllerinden, yedi düvele karşı destansı bir mücadeleyle Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran hümanist bir yurtseveri görmektedir.
Birisi, birisi hakkında bir şey söylüyor. Bunun adı nedir? Hedefi nedir?
İftiradır, yalandır, doğrudur, yanlıştır, karalamadır, çamur atmadır, onore etmek içindir, pohpohlamak içindir, imaj yaratmak içindir, kendi varlığını ispat etmek içindir, moral bozmak içindir, moral yüklemek içindir, eleştirmek içindir…….
Şimdi ben şu ‘eleştirmek içindir’ kısmını açmak istiyorum.
Eleştiri yapmanın iki yüzü vardır.
- Sevdiğiniz birisini olumluya, iyiye, daha iyiye, hata yapmamaya sevketmeye yönelik olan eleştiri. Ki bunu sessizce kulağına fısıldarsınız, o rencide olmaz, onun onuru kimsenin nezdinde kırılmaz. Yani eleştirilen kişi sessiz sedasız daha güzel olana doğru bir yönelim içine girebilir.
- Aslında sevmediğiniz birisini eleştiri gibi masum bir gerekçeye dayandırarak sözde onu iyiye yöneltmek adına paçavraya çevirirsiniz, yerden yere vurursunuz. Eleştirilen iyiye yönelmediği gibi, eleştiriyi herkesin önünde yaptığınız için onun kitle içindeki mevcut itibarını da zedelersiniz, bitirirsiniz.
Şimdi mademki eleştiri adına bir şeyler söylüyorsunuz, bu suiniyetle değilse onu daha güzele yöneltmek için olmalıdır. Eee eleştirilen kişi yaşamıyorsa, ölüyse, bedeni çoktaaan toprakla buluşmuşsa, bu kişinin hatasını düzeltme ihtimali olmayacağı için yapılan nedir? Eleştiriyorum diyenin yaptığı nedir?
Açıkça karalamadır, kin kusmadır, saldırıdır, itibar törpülemedir….
Bügün yaşamayan Atatürk hakkında eleştiride bulunmanın amacı ne olabilir? Onu iyiliğe yöneltmek mümkün olmadığına göre ne olabilir?
Sadece Atatürk hakkında değil ölmüş tüm insanlar hakkında eleştiri adı altında söylenenlerin adı eleştiri olamaz. Olsa olsa dedikodudur, gıybettir. Mesela Hz İsa, Hz Musa, Hz Muhammet, İnönü, Said-i Nursi, Adnan Menderes, Özal vs. Ölmüş kişilikler hakkında bir şeyler söylemek arzusundaysanız şayet söyleyebilirsiniz kuşkusuz, ama bunun adını eleştiri olarak koyamazsınız.
Şimdi şöyle bir durumla karşı karşıyayız. Mademki söylenenler eleştiri değildir, o halde gıybettir. Bu en başta dinen günahtır, kabul görmez. Diyelim ki karalamadır, eğer öyleyse bu ülkede Atatürk’ü hala koruyan bir direngen algı var, yasalar var. Yapamazsınız.
Haaa o halde saldırılarınızı ve dahi karalamalarınızı eleştiri gibi satmaya çalışmanız en makul olanı. Öyle ama onu sevenler sizin bu ikiyüzlülüğünüzü, riyakarlığınızı görmeyecek kadar ebleh sanıyorsanız asıl ebleh sizsiniz. Millet yemiyor.
Yahu işin doğasında yok mudur ki siyaseten çok güçlü kişilikler bu gücünden ötürü otoriterdir, ve onun bir adım ötesi diktatör. Daha doğrusu ona muhalif olduğunu açıkça ikrar etmek yerine şu veya bu sebeple bunu ortaya koymanın bir yolu olarak zihinlerde olumlu imaj bırakmayan bir adlandırma olarak diktatör.
Onun hakkında bula bula bunu mu buldun bre … Diktatör haa.
Ben artık bliyorum ki;
O da insan değil mi…
O hata yapamaz mı….
Çok içerdi…
Memleketle ilgili kararları içki masalarında alırdı…
Elinden sigarası eksik olmazdı…
Latife’ye çok çektirdi….
Jakobendi…
Hocaları astırdı…
Ama istiklal mahkemelerindeee…
Yapayalnızdı…
Diktatördü…
Onu putlaştırdık…
Eleştirilemez değil…
Her yerde resimlerine heykellerine ne gerek…
Gibi masum görünen sözcük veya tümceler gizli bir düşmanlığı, reddedişi, küçük düşürmeyi, karalamayı haykırıyor. Gören gözler bunu görüyor.
Milleti ahmak yerine koyarak, sarı saçlı mavi gözlü Dev’e saldırıyı eleştiri olarak satma çabası içine giren gafiller aynaya baktıklarında göreceklerdir oradaki sanal suretlerindeki ahmağı.
Hani ne demiştik yukarıda…
Sevsinler seni…
İbrahim Erol
gazete54.com
15 Kasım 2011
YORUMLAR
Memleketimin bu gün geldiği nokta itibarıyla oldukça tedirgin olarak yazdığım bu yazıya müspet tepkiler almam hasebiyle hepinize yürekten teşekkürler ediyorum. Beni yüreklendirdiniz. Allah bu toprakların üzerinden MAVİ GÖZLÜ DEV'İN ışığını eksik etmesin. İşte Kuzey Afrika, emperyalist postalların altıda lime lime.
Ve umarım bir kez daha emperyal saldırganlar bu illere ayak basamaz....
Kendilerini yıkılmaz sanılan duvara yasladıklarını sananlar yanılırlar, tıpkı Nagihan hanım gibi
Daha düne kadar adı sanı duyulmayan bir kişinin şimdi bugün çıkıp meydane atıp tutması ÇOK TUHAF HAREKETLERE giriyor bildiğiniz gibi!....
Atatürk olmasaydı acaba şimdi böylesine konuşabilir miydi? Bu özgürlüğü ona ilk sağlayan kişi TEK ADAM Büyük Önderimizdir.
ANCAK! Bizler susmayalım ki, hadlerini bilsin bilecekler....Teşekkürler bu konuyu paylaşımınıza.
YAŞAMDA ATATÜRK
-------------------------------------------------------
Demokrasi anlayışı üzerine bir anı...
Soramazdın
Bir halk toplantısında, bir genç O’na şu soruyu sordu:
- Paşam, size diktatör diyorlar, ne dersiniz?
- Ben, diktatör olsaydım, sen bana şimdi bu soruyu soramazdın?
Hadi BESLEYİCİ, Atatürk’ü Anlamak, s.129
************************************************
ATATÜRK'ün SOFRALARI
RAMAZAN’DA ATATÜRK’ÜN SOFRASI (Hafız Yaşar Okur) Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur’an-ı Kerim’den bazı sureler okuturlardı. Ayrıca Peygamber efendimizin dirayetli bir devlet adamı, iyi bir başkumandan olduğunu da sık sık tekrarlarlardı.
KİME ‘ZAVALLI’ DERDİ? (Hasan Reşit Tankut) Atatürk söylendiği gibi içki düşkünü değildi. Bu yolda ne kendini ne başkalarını zorlamış değildir. Ben böyle tutumunu ne gördüm ne işittim. Sofrada ölçüyü aşıran bazı kimselere acırdı. Onları usulca bir yere taşıtır ve arkalarından yalnız, “Zavallılar! ” derdi. Dolayısıyla bize anlattığı gençlik hayatı, insanı hayretlere düşürecek kadar kendine özgü olağanüstülüklerle doludur.
ATATÜRK’ÜN SOFRADA İNSANLIĞI (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Atatürk, mesut bir adam değildi. Beşeriyetinin makûs mukadderatını değiştirmek, imkân dünyasının hudutlarını kendi hudutsuz hülyalarına göre genişletmek isteyen bütün ideal fedaileri, bütün gerçek kahramanlar ve gerçek evliyalar gibi bedbaht ve mustaripti. Zira “hakikat”le “hayal”in, “irade”yle “imkân”ın dinmek bilmeyen ezeli muharebesi bütün şiddetiyle onun ruhunda cereyan ediyor, onun ruhunu kasıp kavuruyordu.
“VATAN İŞLERİNE İÇKİ KARIŞTIRMAM” (Ruşen Eşref Ünaydın) Mustafa Kemal, “İçkiyi severim, fakat istediğim zaman bunu keserim. Vazifem esnasında bir damlasını ağzıma koymam. Vatan işlerine içki karıştırmam. İçki ve vazife iki ayrı şeydir” derdi…
ATATÜRK’ÜN İLK SOFRALARI (Dr. Tevfik Rüştü Aras) O uzun sofra sohbetlerinde ülkenin sorunları, geleceği hep tartışılır, çözüm biçimleri aranırdı. Sanırım Mustafa Kemal’in sofra geleneği bir asker olarak gündüzleri kışlalarda, karargâhlarda geçirmek zorunluluğu sonucu gece yaşamak arzusundan doğmuştur. Ve böylece de sürüp gitmiştir.
“Bu Sofrada Ben Varım” adlı kitap, 1899-1938 arasında Atatürk’ün ünlü sofra geleneğini ve bu sofrada yaşanan anıları kapsıyor. Alfa Yayınevi tarafından yayımlanan kitabı Oğuz Akay hazırladı.
*******************
KARA YAZI TAHTASI (Cevat Abbas Gürer) Mektep dersanelerinde olduğu gibi kara yazı tahtası daima karşısında duran feyizli sofrası; bazı geceler uzun sürerdi.... Arkadaşlarının tahammüllerinin tükendiğini gözlerinden anlayan Atatürk; tuzlu leblebisinden veya şamfıstığından birkaç tane verir, uykularını giderirdi. Daha laubalilerini yüzlerini yıkamaya sevk ederdi. Fakat o gecenin ilhamının ortaya koyduğu mevzuyu neticeye bağlamadan yemek gelmesini emretmezdi....Sarhoşluktan hiç hoşlanmazdı.
**********************
*"Bizi kardeş yapan Müslümanlıktır, laiklik değil..." diyene Bekir Coşkun'un cevabından bir bölüm.
laiklik varsa; Müslüman, Hıristiyan, Budist, ateist bir arada yaşayabilir...İnsan olmayı yeterli sayarak...Doğrusunu istersen kardeş; sen anlamazsın ama laiklik önce "insan" olmakla ilgilidir...İnsan olan; dini, imanı kirli dünya işlerine karıştırmaz...Allah'ın adını binbir yalanın uçuştuğu seçim meydanlarında ağzına almaz...Müslümanlığını çıkarı için kullanmaz...Peygamberi; binbir skandalın, yolsuzluğun, rüşvetin, rezaletin, haksızlığın, hukuksuzluğun, hırsızlığın döndüğü siyasi iktidarına ortak etmez...Ki biz ona ne diyoruz:Laiklik...Laiklik olmadan asla demokrasi olmaz...Yeryüzünde laik olmayan bir tek demokrasi göstersene bize kardeş...AHA görelim...Bir de utanmadan "demokrasiye" yapışmışsın...Pekiii...Müslümanlığı işin içine karıştırmadan, salt insan olarak öbür insanlarla "kardeş" olamıyor musun?..Olamıyorsan...Ne işin var laik devletin tepesinde...Kırıta kırıta...Altında kırmızı plaka, önünde eskort, arkanda laik devletin nimetleri, aylık net 15 bin yolluk, ödenek...Git dergâhında otur...Mustafa Kemal'in laik cumhuriyeti olmasaydı, oturacak yeriniz de olmayacaktı ya kardeş...
BEKİR COŞKUN
iberata
Ve umarım bir kez daha emperyal saldırganlar bu illere ayak basamaz....