- 1939 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Biz hasreti yazdık…
Biz hasreti yazdık…
Hasretin bileşenlerinden beklemeyi yazdık…
Hasretin içindeki bekleme acılarını yazdık…
Acıların içindeki kavruluşları, hasrete tuz karıştırıp, basa basa içimizin kavruluşlarını yazdık…
Unutulmaz sevdalara karışan sevgideki durulaşmayı yazdık ve beklemenin ardındaki titreyişlerimizi yazdık…
Her düş başlangıcının sonu hep sen diye bitiyordu… Biz, bizi yazarken, senleri yakmıştık, adımız yasaklı zincirleri ile prangalı ve düşlerimizin başladığı yerde, görüntülerimiz çöktü beynimizin derinliklerine…
Sen beni pervasızca unuturken, bir umut bile bırakmazken içimde, sönmüş mumların is kokuları sinmişti
ciğerlerimin yanışlarına…
Biz hasreti yazarken, dikenli tellerini aklımıza bile getirmemiştik…
Dar bu gömleğin yakası, dar bu beden, beden dediğimiz harabeliğe…
İs ve sis karmaşası bu, durmayasıya içinde dolandığımız gözü kapalı adım atışlarımız…
Kimlik savaşları bunlar, kendine güvenmenin öznesini yazmak belki de…
Belki de bu savaşlar acıların içinde kalmayı öğrenmekti…
En çok seni sevdim derken övünme çıkaran bir benlikten kurtuluşa uzanmak belki de…
En çok seni sevdim cümlesinin içinde kalan en çok neye göre kıstas alınıyor, sevgideki çok sevmenin kıstası neydi?
Acılara uzanan yolların kapılarını açmak, en çok sevmenin kıstası olur muydu?
Kim kimi kime göre en çok seviyordu, sevgideki müştereklik ayrıcalık verebilir miydi, bir birlerine en önemlisi dik kalmak doğruda, saygıda, saygılıkla kalmak değil miydi sözleşmeler sevgide?
Anlamak mümkün değil, önce ben seni en çok sevdim diyeceksin, sonra basıp gideceksin, saygın sözlerini unutacaksın, sonra da ben seni en çok sevdim diyeceksin, git başımdan denir adama…
Git başımdan yeteri kadar yük oldun omuzlarıma, ben sen gibi bir benim derken, kucak açmak yeni yaşamlara…
Git başımdan, derler insana, git başımdan ve vur başını bir kara taşa derler insana…
Biz hasreti, biz hüznü, biz sadakati yazarken, yörüngesinden çıkan hangi taştı ki bizim başımızda hüzünle dağıldı… Belki hak ettik, belki de bu yaşadığımız hüznün içinde dolanıp durmamız, bir kaderdi…
Ama unutmaya giderken, bir vedayı bile çok görerek basarken böğrüme yumruğunu, hiç düşündün mü, nerde ne zaman çökeceğimi?
Bu yüzden ben ençok seni sevdim deme ki sevgi yoksunluğunu unutmuş olma…
Kalem uçlarımızdan düşen cümlelerdi düşlediğimiz yaşam, belki de acıları dışlamak istedik ama başaramadık. Hangi zamanlarda sevmişti yüreğimiz birbirimizi, hangi zamanlarda küsmüştü hayatımıza?
Yüreğimiz birbirinde her gün doğan güneşle, geceden kalma düşüncelerini saklardı cümlelerin arasına…
Bir kez olsun bezmedik sevdim demeye ama ençok demek için de ençok sevmek gerekti aslında ama saf olmalıydı, sahiplenmeliydi sevgiyi, gölgesi gibi olmalıydı, içinde kalmaktı, riya ve de bezmişlikten vazgeçip ihaneti dışlamalıydı, basıp giderken de dik kalmalıydı, eğmemeliydi sevgiyi, hasrete boğarken bile, acıma duygusunu yitirmemeliydi…
Evet sevdim, kahredici bir tutkuyla sevdim, dışlamadan sevdim ve kahredici özlemin içinde ateşe atlar gibi ençok sevdim, yılmadım… Sevginin asilliğini yazarken, arkamı dönüp gülmedim, güleceksem sevgiyle beraber güldüm, ama ençok sevgime ağladım... Tutuşturdum damarlarımdaki kanı…
Mor damarlarımdan akan kanımı çoğu kez dondurdum, alevleri yutarcasına ateşi soğuttum, içimden bir kez olsun vay be demedim ve de sevdim seni ey yar “sen benim son sansımsın” dedim. Yanıldım ve ateşe gözü kara atladım…
Bu yangının içimde de seni sevmemiştim demedim, hep sevdim, hep sever kaldım, ki öyle bir zaman geldiğinde de sadece sana sevgimden dışladığımı, sana tiksindim dedim…
Ve…
Ateş söndü, son sözler de söylenmeye boşlandı, “Artık susma” “artık beni sevdiğini söyleme” “artık benim için ölme” “benim için de sevgide kalma…”
Biz acılara yakalandığımızda ağlar olmuştuk, aylar yıllar hep bu boyalara boyanmakla dipledik kendimizi çamura…
Yüreğini yüreğimde sakladım sevgili…
Yüreğimin tam üstünde sağ elim...
Vuruşlarını hissediyorum yürek ritimlerimin…
Sen, sen, sensin saklım tempoları tutuyorum…
Ne sonsuzluk vuruşları bunlar…
Sen isminin temposunun sert zemindeki tok sesleri bunlar…
Uykusuzluğumdaki gizem gürültüleri bunlar…
Korkunun ardına gizlenmiş sen bakışlarının titreyişleri bunlar…
Sevginin eşiz saklımdaki gizemleri bunlar…
Belki bedenimin son heyecan titreyişleri bunlar, sen varlığının gizeminde kalan…
Aşkın hissedilir kutsallığı bunlar…
Ve bir rüyanın, beklenen acının son buruk hazzı bunlar…
Belki de değiştiririz bu kaderi derken bile o eski yaralar sızladı içimden…
Sana üç heceli üç kelimem olsun avuçlarında kalan…
Sevgilim... Sevgilim... Sevgilim...
her şey bir bulut fırtınası içinde kalan,
sen varlığı görüntüsündeki sevgili...
Sürükleniyorum takvimlerin tarihlerinde…
Her şey bir bulut fırtınası içinde kalan sen varlığı görüntüsünde sevgili…
Oralarda bir yerlerdesin sevgili, buralarda bir yerdeyim sevgili…
Sarı gül yaprağı avuçlarımda, sen kokulu saçların göz diplerimde…
Bekle beni oralarda sevgili...
Bir alaca bakış bu uzaklara,
bir tanşafağı gece sonrası,
bir sen görüntün benle,
buralardayım sevgili,
yüreğim sen dolu,
avuçlarım kan alacası,
unutulmazlıkla benlesin, sevgili…
Güneşi ardıma aldığım yollar sen dolu,
bir sen oldum sevgili,
bir düş bu sevgili…
O, ıslak sokaklarda artık omuzları düşmüş bir adam dolanıyor, taşlar ıslak, beden ıslak, gözler ıslak, bir mahzunluk kol geziyor yüreğimde, bir bakışa hasret, bir eskiye hasret, bir güler yüz arıyor gözler, sevgiye dahil bir söz arıyor ve yokluğuna dahil kalarak nefes alıyor, seni düşünüyor…
Hesapsız adımlar atıyor, çiğ düşmüş omuzlarının içindeki kemikleri donuyor ve sevgiye dahil şarkılar söylemeye çalışıyor hâlâ…
Ve bir ses arıyor ıssızlığı bozan, ıssızlıkta kalmaya inatla devam eden…
Artık sadece geceleri ağlıyor, gündüzleri gülmelerini yok ettiği yüzüne, geceleri ıslak yaşlar akıyor… Bedeni titrerken bile, hâlâ pişmanlık duyamıyor sevgiye…
Sadece gizli bir öfke besliyordu içinde… Biz karanlıkları hediye ettik birbirimize, karanlılardaki ıslak kuytulara sinerek, kâbusları hediye ettik birbirimize…
Beden ıslaklığına aldırmadan, gözyaşlarımızı kurulamaya çalıştık, ardı arkası gelmeyen acılara örtündük…
Ve hayatı ıskalamayı öğrendik, başıboş sevdamızla dolaşarak bir bedel ödeniyordu. Ve bu bedel ödenmesi zamanları, yoksulluklarla savaştırdı bizi ve sen hâlâ ortalarda yoksun ki “artık susma…”
Sen hiç, bir gecenin ayışığı sonrasındaki sabahta güneşe sırtını verip ısındın mı? Kimsesizliğimle yalnızlığımı hiçe sayarak, kendimi yok saydım, senli eksik düşüncelerimden…
Damla damla, dalga dalga vurur göğsüme sensizliğimdeki sessizlik… Sensizliğime…
Gitme o uzaklar yakın olamıyor artık bana, ıslak yüzüm kurumuyor bir pervasız bakışa, ömrümü yitiriyor… Benim için ağladığını bilmek kalemi düşürüyor elimden…
Nefesimle örüyorum ismini…
Nefes nefese bir uğraş bu, varlığını yokluğa attığım bir benle… Haylaz taylar gibi dolanıyorum harada… İçimde kızıl alevler sönüyor… Bir har bu yüzümdeki kızarıklık izi… Bir sen yokluğu bu günlerimi darmadağın eden…
Korkmuyorum donmaktan veya yanmaktan… Korkmuyorum artık sevginin acısından, yaslanmış bir kez içime… Sonsuzluk belki de adım atmak istediğim zamanlar, bir sen gölgesi içimi daraltan, bir sen sessizliği bu kendimi kendime dinleten… Bir ihanetin son kelimesi bu… Yüzüme bak, karanlıksın, karanlıklarda dolusun, senden arınmak, belki de yeniden doğmak veya bir kez daha ölmek…
Unutulmuş ne kadar kelime varsa acıya dahil, hepsi benli sana dair… Sesini çektin, gölgeni çektin, rüyalarımda kâbusum oldun… Şimdi ruhumla savaş halindesin, bırak artık gölge savaşlarını, bırak artık unutulmazlık hissini sil, yüreğime vurduğun sevgi damgasını, bir sen yokluğuna alışmışken, avuçlarındaki sıcaklığını yüzümden çek ve bakışlarımı uzaklaştır sonsuzluklarda seni aramaktan… Nefesini hissetmek sessizliğimi bozuyor… Kıvırdın, kıvrım kıvrım kıvırdın hayatımı, kim yaptı bu sessizliğimi bozan davulu, kim vuruyor bu tokmağı biteviye başıma, kim bu zurnayı çalan, kimin düğünü bu, kim kimden çalgılı sözlü intikam alıyor, zonkluyor damarlarım, zonkluyor düşüncelerle dolu beynim ve dar geliyor artık bu beden özgürlüğünü isteyen ruhuma…
Nefesimle ördüm adını…
Öylesine sevdik, öylesine vazgeçemedik, öylesine sonsuza nefesler aldık… Ben sende kaldım diyemedim ki… Sonsuza uzanır bu sevgi…
Mustafa Yılmaz