- 2551 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SABIR SULARINDA
Çırak, günlerden beri ustayı takip ediyor, bir türlü işi kavrayamıyormuş. Gençmiş, delikanlıymış, canı tezmiş üstelik. İstiyormuş ki bir ayda öğreniversin işi. Usta da can atıyormuş çırağına bildiklerini öğretmek için. Bunu, canı gönülden diliyormuş. Ama biliyormuş...
Biliyormuş ki, demir tavında dövülür. Körük kavranmadan, bilek zorlanmadan, ateş harlanmadan, demir tavlanmadan, ha dur da çekiç salla... Sen bir çekiç vursan, örs de sana vururmuş. Çırak şaşırır, demir şaşırırmış bu işe.
Şaşıp kalmak, ümitsizliğe dalmak olmazmış. Usta öğretmeli, çırak öğrenmeli, demir eğilmeyi bilmeliymiş sabır önünde. Körük çalışıyor, ateş harlanıyor, usta çekiç sallıyormuş.
Alnından bulgur bulgur ter boşanıyormuş ama damlacıklar ateşin karşısında buharlaşıyor, uçup gidiyormuş; ustanın çırağa verdiği emek gibi...
Usta kızmış kendi kendine veya kendi terine:
- Uçup gitmemeli, alın teri tezgâha düşüp demir tozlarına karışmalı ve emek çelik olmalı, diye düşünmüş.
Önce çekici ve körüğü bırakmış, sonra kendini... Oturmuş, yaslanmış duvara.
Neden sonra demire su verdiği leğene takılmış gözü. Nicedir damlayıp duruyormuş. Boş durmak içine sinmiyormuş. Kalkmış, gitmiş. Eğilmiş. Önce deliğe bakmış, sonra damlanın düştüğü yere. Dalmış... Nihayet aradığını bulmuş.
Çağırmış çırağı yanına:
- Bugünden sonra ustan değilim, artık şu damlayan sulardan alacaksın dersini, demiş.
Çırak şaşırmış, ‘Usta delirdi mi ne!’ diye geçirmiş içinden. Bir şey diyememiş.
Usta, sert ve emredici bir sesle:
- Anlamadın galiba, yeni ustan bu su damlaları! Dersini öğren, ondan sonra yanıma gel, demiş ve almış çekici eline...
Çırak, merakla seyretmeye başlamış damlaları... Fazla bir şey görememiş.
Su sızıntısı, leğenin altında birikiyor ve düşüyormuş. Yeniden birikiyor, yeniden düşüyormuş. Bakmış, bakmış ama bu durumdan bir ders çıkaramamış.
Kan ter içinde kalmış. Hırçın adımlarla çıkmış ustasının karşısına:
- Usta, demiş, sabahtan beri bakıyorum bir şey göremedim.
Usta aldırmamış, eli çalışırken dili mırıldanmış:
- Göremiyorsan dinle ve anlamaya çalış!
Başka ses çıkmamış ustanın ağzından. Çırak dönmüş yeni ustasının yanına. Yummuş gözünü; suyu, damlayı dinlemeye başlamış.
- Şıp, şıp, şıp...
Şıp sesleri uzayıp gidiyormuş zaman gibi.
- Ne başı ne sonu var, demiş çırak neden sonra. Ancak şıp şıp diye damlayıp duruyor...
Yağmura benzeyen bir ses duymuş, irkilmiş. Gözünü açmak istemiş, açamamış...
- Semadan düşüp geldim.
Ses kesilmiş, eski şıplar devam etmeye başlamış. Çırak sıkılmış:
- Ee ne yapalım düşüp geldiysen!
Yine aynı ses:
- Zannetme şaşıp geldim!
- Hoş geldin sefalar getirdin, sanki yolunu bekliyordum!
- Günlerce koşup geldim!
Sohbet koyulaştıkça, çırak da hoşlanmaya başlamış bu işten.
- Bir kahve söyleyeyim de yorgunluğun çıksın bari!
- Dağları aşıp geldim.
- Kahveni söyledik ya, daha ne istiyorsun!
Bu ara şıpırtılar hızlanmaya başlamış. Sanki çeşme akıyormuş. Biraz sonra gök gürlemesi gibi bir ses yankılanmış:
- Gözünü aç be dostum,
Mermeri deşip geldim!
Çırak ister istemez gözünü açmış. Fal taşı gibi açılan gözlerini, damlaların oyduğu mermerden ayıramamış...
Bestami YAZGAN