- 2065 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Zernişan - VI
ALTINCI BÖLÜM
Rüzgârların önünde tutunamayan telaşlı nisan bulutlarının kaçınılmaz göçü başlamıştı. Şehrin kuzey doğu ufkuna yuvarlanan bulut kümeleri, uzun süren kış mevsiminin kasvetini de peşinden sürüklüyordu. Üzerindeki bulut perdesi yırtılan gökyüzü, gülümseyen yüzünü gösteren güneş, canlanmaya başlayan ağaçların tomurcukları ve kanat çırpan kuşların telaşı... Baharın müjdecisi bütün güzellikler Ferhat’a, Zernişan’ı hatırlatıyordu. Yüreğinde kaynayan volkan, başında tüten efkâr ve zihninde dolanan periyle; halkaları uzayıp giden hayal zincirinin peşine düşen Ferhat, kararlı adımlarla semtin tanınmış emlakçısının yolunu tuttu. Ferhat’ın kendisini tanıtmasıyla yeriden doğrulan emlakçı adını sıkça duyup ilk kez gördüğü doktora:
-Hoş geldiniz efendim, sefalar getirdiniz diyerek elini uzattı. İşaret ettiği koltuğa Ferhat’ın oturmasında sonra: İki gün önce kadirşinas dostum Semih bey buradaydı dedi. Sizden saygıyla söz etti, bu sayede kulaklarınızı epeyce çınlattık. Beyefendi sizden çok memnun kalmış.
Semih bey ismini duyan Ferhat, yüzünü basan ateş, kalbine gelen çarpıntı ve içinden geçen: ’Ben niçin buradayım ki, Semih beyin kızı için değil mi?’ düşüncesiyle bir müddet sessiz kaldıktan sonra:
-Sağ olunuz efendim dedi, o sizin kendi iyiliğiniz.
-Rica ederim sayın doktorum bu arada size ne ikram edelim, çay kahve ne emredersiniz?
-Teşekkür ederim, uygun bir zamanızda sizi tekrar rahatsız ederim. Ben bir daire arıyorum, onun için gelmiştim.
-Kiralık mı, mülkiyetine mi?
-Satın almayı düşünüyorum.
-Düşündüğünüz bir semt var mı?
-Muayenehaneme yakın olursa iyi olur. Elini alnına götürerek düşünen emlakçı:
-Sayın doktorum ana cadde üzerinde şu anda uygun bir daire bulmamız çok zor dedi. Epeyce beklemek gerekebilir, size acilen mi lazım?
-Ne kadar erken olursa o kadar iyi olur. Ana cadde olması şart değil yakınlarında bir yer de olabilir, mesela Semih beylerin oturduğu sokak da olabilir.
-O sokak saygın insanların barındığı bir yer. Bazı yönlerden ana caddeden daha üstün. Düşünüyorum da: Semih beylerin sırasında benim bildiğim satılık daire yok. Yalnız Semih beylerin karşı sırasında elli metre kadar aşağıda müteahhit, bir arkadaşımın kendisine ayırdığı bir dairesi vardı, onu da satar mı bilmem.
-Kendisiyle bir görüşsek...
Masanın üzerine çıkardığı siyah kaplı bir defterin sayfalarını karıştıran emlakçı:
-Hemen arayalım sayın doktorum, bakalım ne cevap verecek diyerek telefon numaralarını çevirdi.
Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştığı samimi sohbetin sonunda: ’Bir yıldır boş tuttuğunuz şu dairenin anahtarlarını gönderir misiniz dedi, çok değerli bir doktor kardeşimiz görmek istiyor... Karşı taraftan olumsuzluk sinyalleri aldığı anlaşılan emlakçı: Olsun, siz yine de anahtarları bi’ zahmet gönderin. Doktorumuz daireyi bir görsün, gerisini sonra konuşuruz.
Ferhat’ın emlakçıyla daireye baktığı öğle saatlerinde Leyla hanım aklına takılan bazı soruların yanıtını almak umuduyla eczanenin yolunu tuttu. Ferhat hakkında en sağlıklı bilgiyi alacağını umduğu eczacı hanımla uzun yıllara dayanan dostlukları vardı. Masasının üzerine yığılmış reçete ve faturalara gömülmüş olan eczacı hanım
-Kolay gelsin Nesrin hanım. diyen ziyaretçisini yumuşak sesinden tanıyarak başını kaldırdı:
-Canım benim, hoş geldin diyerek masasından kalktı. Hangi rüzgâr attı bu yana?
Birbirine sarılan iki dost masanın önündeki koltuklara karşılıklı oturdular. Leyla hanım yüzünde eksilmeyen tebessümüyle:
-Esen nisan rüzgârı tatlım dedi. Senin kokunu alıp eve kadar getirdi; hasretine dayanamadım, geldim işte. Anlat bakalım, görmeyeli nasılsın? Nesrin hanımın içindeki hüzün ses tonuna yansımıştı, bulutlanan gözlerini Leyla hanımın yüzünde dolaştırarak anlatmaya başladı:
-İyiyim demek adet olmuş ama çok üzgünüm! Benim kız resmen depresyona girdi. Damat demeye dilim varmıyor hayırsız, kıza öyle bir pençe vurdu ki; garibim belini doğrultamaz artık! Üç yıl isteşip de üç günde ayrılmak nerede görülmüş... Kızın kimsenin yüzüne bakacak hali kalmadı. Altı ay geçti hâlâ kendisine gelemedi, evden dışarı çıktığı yok. Bilemezsin, o kadar pişmanım ki...
-İnanın, ben de çok üzülmüştüm, bunda sizin bir suçun yok ki...
-İnsanın kendi suçunu itiraf etmesi zor bir şey, düşünüyorum da: Şimdiki aklım olsa böye davranır mıydım? Hayat işte, her yaşta insana öğretecek bir şeyler buluyor. Yanlışlığı, kızımıza koyduğumuz yasaklar ile yapmışız. O çocukla görüşme, konuşma; çocuk ipsiz sapsız, ailesi şöyle böyle... diye hep kızın üzerine vardık. Yanlış yapmışız, oysa bilgimiz dahilinde çocuğu tanıması için biraz fırsat verseydik; belki de bizim bir şey söylememize gerek kalmadan, kızın kendisi çocuğun ne mal olduğunu daha başlangıcında anlayacak ve işin sonunu bu noktaya vardırmayacaktı. Bilemedik, kızı koruyalım derken işin dozunu kaçırmışız! Bir şeye yasak koymak, merakı kamçılamaktan başka bir işe yaramıyormuş. Neyse... Sizden söz edelim biraz, biz de yakın bir zamanda sizleri ziyaret etmeyi düşünüyorduk. Semih bey nasıl?
-Şükürler olsun, o krizi atlattı. Şimdilik iyi...
-Ferhat’ın eli değdikten sonra...
-Bizim apartmanın alt katında oturan bir hastasının tavsiyesine uyarak eve çağırmıştık. Gerçi doktoru daha önce pek tanımıyorduk ancak tedavisinden memnun kaldık, eminim ki siz doktoru ve ailesini tanıyorsunuzdur.
-Babasını erken yaşta kaybettiğini biliyorum. Annesi Bilge hanım çok insancıl bir kadın, tanışırsanız seveceğinizden eminim.
Leyla hanım yarım saati bulan ziyareti esnasında Ferhat hakkında yeterince bilgi sahibi olarak geri döndü. Ertesi gün ikindi saatlerine doğru merak ettiği Bilge hanıma kapısını açtı. İnsanın üzerinde daha ilk bakışta saygı uyandıran misafir:
-Rahatsızlık verdiğim için beni bağışlayınız; ben, doktor Ferat’ın annesiyim, adım: Bilge diyerek kendisini tanıttı. Leyla hanım düşündüğünden de erken karşısında bulduğu misafirine:
-Hoş geldiniz diyerek kapıyı daha da araladı, içeri buyurmaz mıydınız?
-Habersiz geldim, rahatsızlık vermek istemem. Eğer izniniz olursa müsait bir zamanda sizi ziyaret etmek istiyordum. Sizin uygun göreceğiniz bir zamanda...
-Rica ederim efendim, o nasıl söz... Evde yalnızdım. Kapı ağzında kalmayınız. İçeri buyurmaz mısınız?
Leyla hanım saygıda kusur etmediği misafirini salona alarak kahve ikramında bulundu. Bilge hanım gördüğü güler yüz ve anlayış karşısında, daha sonra söylemeyi umduğu sözlerini ilk ziyaretinde söyleme şansını bulmuştu:
-Doğrusunu söylemek gerekirse çekinerek gelmiştim diyerek sözlerine başladı. Misafirperverliğiniz ve anlayışınız için teşekkür ederim. Affınıza sığınarak itiraf etmek zorundayım: Ferat’ım, kızınıza sevdalanmış! Altı ay kadar önce ilk görüşte kızınıza tutulmuş. Aylarca yemekten içmekten kesildi; adını, yerini ve yurdunu bilmedi kızı arayıp durdu. Sevdiği kızla karşılaşması için gece gündüz dua ettim. Şükürler olsun ki dualarım kabul gördü. Gökte aradığımız kızınızı yerde bulduk! Leyla hanım aklında dolanan soruyu yöneltti:
-Gördüğümüz kadarıyla oğlunuz işinde başarılı ve kibar bir doktor, şimdiye kadar evlenmeyi düşünmedi mi?
-Buna zamanı mı oldu Leyla hanım, beyimi iş kazasında kaybettiğimde Ferat’ım daha orta okul talebesiydi, kiradaydık. Kıt kanat geçinmeye çalıştık. Arkadaşları tatil yaparken oğlum okul masrafları için yaz boyunca çalışıyordu. İstanbul gibi yerde geçinmek, lise hele üniversite masraflarını karşılamak hiç de kolay olmadı. Şunun şurasında iki yıldır rahat yüzü gördük. Kısmetse kiracılıktan daha yeni kurtulacağız. Bir hafta sonra bu sokağa taşınacağız. Ferat’ım daireyi daha dün satın aldı. Taşındıktan sonra inşallah ilk misafirim siz olursunuz.
-Hayırlısı olsun, ne diyelim. Peki bundan sonrası için oğlunuzun düşüncesi ne?
-Kısmetse, Zernişan’la yuvasını kurmayı düşünüyor. Tabi sizin izniniz olursa...
Bilge hanımın içtenlikle söyledikleriyle zihnindeki şüphe bulutları dağılmaya başlayan Leyla hanım:
-Zernişan daha on sekizini bitirmedi dedi, üstelik iki ay sonra üniversite sınavı var. Takdir edersiniz ki; bu yaşta bir kızın aklı su gibidir, hangi yöne akacağı belli olmaz. İyi niyetinizden bir şüphe duymadığım için sizden bir ricada bulanacağım: Oğlunuzun hiç olmasa iki ay kadar kadar Zernişan’dan uzak dursun, sınav öncesi kızın aklı karışmasın. Bu konuda bize yardımcı olacağınızı umuyorum. Gerisini iki ay sonra düşünürüz. Bu arada size telefon numaramızı vereyim, bir durum söz konusu olursa ararsınız. Öğle ile ikindi saatleri arasında genellikle evde olurum, ararsanız görüşürüz.
-Yalnız telefonda değil Leyla hanım, siz de buyurun misafirim olursunuz.
-Kısmet diyelim, bakalım ilerideki günler ne gösterecek. diyen Leyla hanım ipin ucunu elinden kaçırmamaya kararlıydı. Misafiri evden ayrılırken aklına takılan bazı soruların yanıtı netletmiş ve kuşkularının bir kısmı dağılmıştı.
Bilge hanım tedirgin adımlarla geldiği evden umutlu bir şekilde ayrıldığı günün gecesinde, Ferhat’ı, sınava girinceye kadar Zernişan’ı rahat bırakması konusunda uyarsa da; sabırsızlık, Ferhat’ın aklında uzayıp giden hayaller zincirinin ikinci halkasının daha evlerine taşınmadan çözülmesine sebep oldu. Kucağındaki kitaplarıyla sokağın başında beliriveren Zernişan’ı gören Ferhat bütün gücünü toplayıp genç kızın karşına çıkma cesaretini bulabildi:
-Merhaba peri dedi, nasılsın? Beklenmedik karşılaşmanın şaşkınlığını takip eden heyecanını gizleyemeyen Zernişan:
-Şaşırdım birden bire dedi! Perinin büyüleyici gözlerinin, dizlerinin bağını çözmesi ve nutkunun tutulmasına meydan vermesini istemeyen Ferhat:
-Benim için bir şey yapmanı rica ediyorum peri dedi. Sana tuhaf gelebilir ancak benim için bu çok önemli. Bu dileğimi yerine getirisen; seni bir daha rahatsız etmeyeceğimden emin olabilirsin. Artık telefon etmemeye karar verdiğine göre üzüntümü bir nebze olsun hafifletmek adına, sevgi ve tutkumun hatırına benim için bir şey yapar mısın? Zernişan heyecanına eşlik eden merak duygusuyla:
-Nedir? diye sordu. Ferhat, önceden tasarlanan ve tekrarıyla ezberlenen cümlelelerini sıraladı:
-Akıp giden zaman, yayından fırlayan ok ve söylenen sözün bir daha geriye dönmediği gibi, yaşanan hayatta bazı anlar vardır ki; insan, o zaman dilimini tekrar yaşamak uğruna gözünü kırpmadan canını verir! Benim için bu kadar önemli olan zaman dilimini tekrar yaşatmak senin elinde peri, sadece senin... Küllenmez bir aşk, dinmez bir özlem ve ömürlük bir tutkuya saygı duyuyorsan eğer senden bir dileğim var peri! Ferhat’ın, gece yarısından sonraki uzun telefon konuşmalarını hatırlatan sözleriyle yüzünde hafif bir tebessüm dolaşan Zernişan:
-Peki dileğiniz nedir, öğrenebilir miyim? diye sordu. Ferhat, tebessümle daha da aydınlanan perinin yüzünden gözlerini ayıramadan; hayal zincirinin ikinci halkasını diline taşıdı:
-Seninle ilk göz göze geldiğimiz o büyülü aynayı hatırlıyor musun peri... Bu tutkumun diyetini dar ağacıyla ödemem istenseydi; son arzum, o aynada seninle bir kez daha göz göze gelmeyi istemek olurdu! Gidelim peri, o sihirli aynaya gidelim. Dünya gözüyle perimi sihirli aynada bir kez daha göreyim. Gelir misin?
-İyi de, o ayna altı aydır bizi mi bekliyor?
-Bekliyor peri, bıraktığın yerde sihirli ayna perisini bekliyor. İnanmıyorsan gidelim, efsunlu gözlerinle kendin gör. Zernişan başını öne eğerek kısa bir müddet düşündükten sonra:
-Peki, istediğiniz gibi olsun dedi. Siz önden gidiniz, biraz geriden sizi takip ederim. Mağazada görüşürüz.
Ferhat’ın yan yana yürümeyi hayal ettiği Zernişan peşine takılmıştı. Yürürken birkaç kez başını geriye çevirerek perisinin takibinden emin olan Ferhat, kafese yeni hapsedilmiş kuş gibi çırpınan kalbiyle aynanın önünde durdu. Sabırsızlıkla beklenen büyüleyici gözler, bir dakika dolmadan sihirli aynanın sırrında eşsiz yansımasını buldu! Aynadan yansıyan güzelliğin her zerresini hafızasına resmetmeye çalışan Ferhat, gönülden kopup gelen sesiyle:
-Bu anı sonsuzlaştırmanın bir çaresi yok mu peri? diye sordu. Zamanın şu anda durması için senden hariç her şeyi gözümü kırpmadan verirdim, canımı bile!... Gözlerini kaçırma peri, her saniyesini özlemle geçirdiğim altı aylık bekleyişle başıma kümelenen kahır bulutlarını bu eşsiz ve benzersiz bakışlarının büyüsüyle dağıt peri. Gözlerime bak ve dilimin ifade etmekte âciz kaldığı duygularımı hiç çekinmeden gözlerimden oku!
Zernişan, bir an önce gözlerini kaçırmasa; bir daha da o gücü bulamayacakmış hissine kapılarak bakışlarını aynanın üzerindeki etikete kaydırdı:
-Satılmış dedi, bana artık izin verir misiniz, gidebilir miyim efendim? Zernişan’ın söylediklerini duymamazlıktan gelen Ferhat:
-Değil mi ki senin büyülü bakışlarınla sihirli bir sırra büründü bu ayna, onun için satın aldım peri dedi. Biliyor musun: Belki günün birinde gelip de kimin satın aldığını sorarsın diye; ayna, altı aydır satıldı etiketiyle burada duruyor. O zamanlar ikimizin arasındaki iletişim umudunu bu aynaya pamuk ipliğiyle asmıştım! Aynanın bundan sonraki görevi: Dünya nimetlerinin tümüne bedel eşsiz ve benzersiz gözlerinle benim sevda yüklü bakışlarımı buluşturmak olsun. Sınır tanımaz hayallerimle kuracağımız yuvamızın bize özel odasının duvarına asacağım bu aynada kendi büyülü gözlerini gördükçe, her gün: ’Ferhat’ın, vurulmaktan başka bir şansı var mıydı?’ diye kendine soracaksın peri. Aynadaki kusursuz yansımana tutkulu gözlerimden; uğruna kurban etmek için, bir değil bin Ferhat dilediğimi okuyacaksın!...
Ferhat, gönlünden koparak dilinde ifadesini bulan sözlerine, mağazanın satış görevlisi hanımın yanlarına gelmesiyle ara verdi. Şık giyimli kadın, Zernişan’ı süzdükten sonra bakışlarını Ferhat’a dönerek:
-Hoş geldiniz efendim dedi, aynayı götürecek misiniz?
-Hemen...
-İyi, ben teknik servisteki arkadaşlara haber vereyim, montaj yapılacak yerin adresini verirseniz dilediğiniz saatte orada olurlar.
Zernişan gözlerinin dolmakta olduğu hissine kapılarak başını eğdi, sitemli bir ses tonuyla araya girdi:
-İzin verir misiniz efendim, döneyim artık diyerek geri çekildi. Ferhat’ın başka bir şey söylemesine fırsat vermeden mağazanın çıkış kapısına doğru süzüldü. Aralarına teksir sayfaları karışmış kitaplarını göğsüne sıkıca bastırarak karşı kaldırıma geçti.
Zernişan’ın mağazada gözden kayboluşundan sonra gözlerini aynadan alan Ferhat, gömleğinin cebinden çıkardığı bloknot defterine evin adresini yazıp, kopardığı sayfayı kadına uzattı:
- Bir saati bulmaz evde olurum dedi. Sayfaya göz atan kadın:
-Tamam, bir saat sonra arkadaşlar orada olurlar, güzel günlerde kullanmanız dileklerimle... diyerek elini Ferhat’a uzattı.
Müteahhidin kendisine niyetlendiği ancak araya giren emlakçının yönlendirmesi ve değerinin biraz üzerindeki satış fiyatıyla Ferhat’a nasip olan daireye taşınan ilk eşya sihirli ayna olmuştu. Üç odalı dairenin en geniş ve sakin odasına aynanın asılmasından üç gün sonra, Bilge hanım yeni evine eşyalarını yerleştiriyordu. Ömründe ilk kez kendi evine kavuşan çileli anne, ’Zernişan’ın odası’ olarak nitelendirdiği aynalı oda haricindeki her yeri kendi zevkine göre titizlikle döşedi. Hafta sonunu alış veriş ve yemek yapmakla geçiren Bilge hanım, pazartesi günü telefon etmek yerine bizzat kendisi giderek Leyla hanımı evlerine davet etti.
Leyla hanım; aynı sokağa taşınan, ulaştığı konuma bakarak geçmiş günlerini unutmayan, sade bir hayat tarzını benimseyen ve kıskançlık huyu bulunmayan yeni arkadaşıyla çabuk kaynaştı. Birkaç hafta içinde iki yeni komşu arasında su sızmaz olmuştu.
Zernişan’ın sınava gireceği günü iple çeken Ferhat, mayıs ayının sonlarına doğru özlemine yenik düştü. Zernişan’a verdiği söz ve annesinin bütün uyarılarına rağmen, gönlüne sığmayan yakıcı sevda ve başına kümelenen efkâr bulutlarıyla bir akşamüzeri perisini beklemeye başladı. Dershaneden dönmekte olan Zernişan, köşebaşında beklemekte olan Ferhat’ı fark ettiğinde yolunu değiştirmeyi aklından geçirse de ayaklarına söz geçiremedi. Her adımda artan heyecanı ve pembeleşen yüzünü belli etmemek için başını öne eğdi. Ferhat’ın:
-Ömrümde yaşayacağım bir tek günüm kaldıysa onu da seninle birlikte geçirmek istiyorum peri! demesiyle göğsünden vurulmuş gibi sarsıldı. Genç kızın kesilen nefesi ve acıyla kasılan yüzünün farkında olamayan Ferhat: yarın birlikte biraz dolaşabilir miyiz diye soracaktım; bu sevda gönlüme, ben de bu şehre sığamaz olduk peri! diyerek arzusunu dile getirdi.
Zernişan’ı sol göğsünden vuran yakıcı ağrı on beş saniye kadar sürdü. Nefesini çevirebildiği an, içinden şükrederek; heyecanla pembeleşip acıyla sararan yüzünü fark ettirmemek için, başını kaldırmadan:
-Anneme söylerim efendim, izin verirse size telefon ederim diyerek Ferhat’ın başka bir söz söylemesine izin vermeden koşarcasına uzaklaştı.
Ferhat, hasretiyle yanıp tutuştuğu perisinin büyüleyici gözlerini görmekten mahrum kalarak geri dönerken, Leyla hanım beti benzi atmış halde soluk soluğa kapıda beliren kızını görür görmez:
-Ne oldu kız sana böyle diye sordu, atlı mı kovaladı?
-Ferhat yoluma çıktı diyen Zernişan kitaplarını odasına bıraktıktan sonra salona geçti.
Ferhat’ın, sınava girinceye kadar Zernişan’ı rahat bırakacağını düşünen Leyla hanım, yanılgısına eşlik eden öfkesi yatışıncaya kadar muftakta oyalandı. Sabır ve anlayışla tuttuğu akılcı yolda kararlılıkla yürümeye devam etmeliydi. Bilgisinin dışındaki herhangi bir gelişme, ipin ucunu elinden kaçırmasına vesile olabilirdi. Salona gelerek sol göğsünü tutan kızının solgun yüzüne bakarak yanına oturdu. Gülümseyen yüzü ve yumuşak bir ses tonuyla:
-Anlat bakalım güzel kızım dedi, ne oldu anlat.
-Dediğim gibi... Ferhat yoluma çıktı.
-Ne söyledi sana?
-Yarın birlikte dolaşmamızı teklif etti!
-Peki, sen ne cevap verdin?
-Söz vermedim, annem bilir dedim. Zernişan’ı omzundan tutarak göğsüne çeken Leyla hanım:
-Ürkek bir ceylan gibi titriyorsun güzel kızım dedi, merak etme her zaman yanında olacağım. Hangi anne yavrusunun mutluluğunu istemez ki... Yalnız böyle bir teklife baban dünyada razı gelmez, bunu biliyorsun değil mi?
-Biliyorum. Onun için annem bilir, izin verirse sizi ararım dedim. Gözlerini kapatarak bir müddet düşünen Leyla hanım:
-Anlaşıldı dedi, kapıyı açık bırakmışsın. Eğer gitmek istemeseydin başka türlü davranırdın. Bora’nın karşısında vahşi bir Bengladeş kaplanı kesilen Zernişan’ım, Ferhat söz konusu olunca ürkek bir ceylana dönmüş. Sana bu teklifi ret etmeni söylesem üzüleceğini hissediyorum. Sana güvendiğim için karar vermeyi sana bırakıyorum kızım. Eğer Ferhat’ın teklifini kabul etmeyi düşünüyorsan baban sorduğunda anneannene gittiğini söylerim. Bu da aramızda bir sır olarak kalır. İyice düşün, kararın neyse; babanla Yusuf dönmeden bir an önce telefonla bildir. Şunu da unutma ki; sınava girinceye kadar bu Ferhat’la son görüşmen olsun. Şunun şurasında sınava bir ay kaldı. İyice düşün ve kararını kendin ver. Sen telefon edinceye kadar ben bir çay demlerim.
Leyla hanım, Zernişan’ı salonda yalnız bırakarak mutfağa geçti. Yarısına kadar su doldurduğu çaydanlığı kısık ateşe bırakıp, salona doğru kulak kabarttı. Kızının telefon numaralarını çevirmeye başladığını anladığında sessizce paralel hattın bulunduğu odaya geçerek ahizeyi kaldırıp dinlemeya başladı. Telefonu açan Ferhat, her zamanki açılış cümlesini tekrarlamıştı:
-Ben doktor Ferhat, buyurunuz efendim. Birkaç saniye süren sessizliğin ardından Zernişan’ın sesi duyuldu:
-Annemle konuştum, izin verdi dedi.
Zernişan’ın billûr sesi de, duru yüzü ve sihirli gözleri gibi Ferhat’ın aklını başından almaya yetiyordu. Düşüncesiyle bulamayacağı cümleleri, duyguları peş peşe diline sıraladı:
-Sen ne kutlu bir yağmursun ki; çöle dönmüş kucağa muson bulutlarıyla taşınırsın peri! Sen ne müjdeli bir rüzgârsın ki; volkan gizleyen sineme okyanus meltemiyle esersin! Ey, kurşunî zindanların zifrine süzülen tılsımlı ışık! Ey, beni bin bir çiçeğin buğusuna çeken kutsal zemin! Kaderimde: Hava, su, güneş ve toprak gibi; vazgeçilmez kılınmışsın peri. Öyle bir müjde verdin ki, karşılığını canımla ödesem yeridir! Kısmet olursa yarın gelebiliyorsun öyle mi, doğru mu anlamışım? Ben bu kadar şanslı mıyım peri? Daha yarım saat önceki tavrına bakarak, bir daha benimle görüşmek istemediğini düşünüp kahrolmuştum...
-Siz benim o an ne durumda olduğumu bilemezsiniz! Daha önce de söylemiştim. Sol göğsüme öyle bir ağrı saplandı ki ayakta kalabildiğime şükrettim!
-Zernişan, sen daha önce de bu ağrıdan söz etmiştin. Nasıl bir ağrı bu, tarif etsene... Ne zaman başladı?
-Ne zaman başladı... Şöyle anlatayım: Babamın bir arkadaşı var. Mısır Çarşısı’nın üst taraflarında mücevher işleriyle uğraşıyor. Bora adında hayırsız bir oğlu var ki nicedir kafayı bana takmış durumda. Oğlanı görsen, bizim Burak yanında melek kalır. Üzerindeki kıyafetini görsen, kıyafet değil metal yığını. Annemin görmek bir yana duymak dahi istemediği birisi. Ancak babam arkadaşının hatırına olaya sıcak bakıyor. Sekiz ay kadar önce, bu konuda annemle babamın tartıştıkları geceden sonra başladığını hatırlıyorum. Öyle sık gelen bir ağrı değil, iki üç ayda bir, yani çok üzüldüğüm zamanlar oluyor. Aniden geldiğinde nefes aldırmıyor.
-Bence bir göğüs röntgeni çektirip filmini bana getirmelisin... Çok üzüldüğüm zaman diyorsun. Peki biraz önce farkına varmadan seni üzecek bir şey mi yaptım?
-Hayır, siz bana ömrümde duymadığım ve duyamayacağım bir cümle söylediniz, o anda nedense aklıma Bora’nın sadece tehdit içeren itici sözleri geldi. Gelmez olaydı, göğsümü vuran ağrı ondan oldu işte! Neyse ki geçti, hem şimdi bunları konuşmayalım. Bana yarın nereyi gezdirmek istiyorsunuz?
-Sen periler kraliçesinin nazlı kızı... Tabi ki sen nereye istersen oraya... Elbette bu konudaki kararı sen vereceksin. Sen dile yeter ki... Dileğin benim için ferman olur. İstanbul’da yer beğen, ya da emret şehir dışına çıkalım, Balkanlar’ı Yıldız Dağları’nı aşalım; istersen Anadolu’nun bağrına atılalım beraberce. Senin bulunduğun her yer benim için Cennet’ten bir köşk olacağına göre nereye gitmek istersen oraya gidelim.
-Annemle bi’ konuşayım, ondan sonra karar veririm...
Leyla hanım, kızıyla Ferhat arasında geçen konuşmayı daha fazla dinlemeyi gereksiz buldu. Kızının dürüstlüğüne zerre kadar şüphesi kalmamıştı. Telefonu kapatıktan sonra kendi kendisine.’ Bora ... seni rüyasında görür ancak dedi, ateş olsa cirmi kadar yer yakar! Sen dengini bulmuşsun kızım, Allah bahtınızı açık etsin! ’
Zernişan telefonu kapatıp mutfağa geldiğinde annesi çayı demlemişti. Leyla hanım, kızına bir bardak çay uzatırken; gözleriyle kar beyazı ince porselen tabaktaki, iki dilim su böreğini işaret ederek:
-Afiyet olsun kızım dedi, tat bakalım beğenecek misin?
İlk lokmanın damağında bıraktığı lezzetle annesinin yüzüne bakan Zernişan:
-Nefis olmuş dedi, çok lezzetli. Hangi pastahaneden aldın? Leyla hanım gülümseyerek:
-Satın almadım dedi, Ferhat’ın annesi yapmış. Sağ olsun bizi düşünerek bir tepsi de bize pişirmiş. Kendisi getirdi bu gün. Zernişan ikinci lokmadan sonra:
-Bakıyorum da muhabbeti iyice ilerletmişsiniz dedi. Leyla hanım:
-Hangimiz?... diye sordu. Ee... söyle bakalım: Ferhat’la ne konuştunuz, nereye gitmeye karar verdiniz.
-Nereye gideceğimize benim karar vermemi istiyor. Sence nereye gitmeliz anneciğim, sen daha iyi bilirsin. Önereceğin bir yer yok mu?
-Ben senin yerine olsam İstanbul dışına çıkar, kendimi doğanın kucağına atardım. Ne bileyim, isterseniz günübirlik Abant gölüne gidin. Bu mevsimde çok güzel olur. Dönüşünüzde Ferhat seni anneme bıraksın.
Ferhat’ın, Zernişan’la yakınlaşmalarından henüz haberi olmayan Semih beyinin damat olarak görmeye başladığı Bora’nın adı bile, Leyla hanım’ın tüylerini diken diken etmeye yetiyordu. Zenginliğin ham kişiliklere yüklediği şımarıklık ile insanlara tepeden bakan ailesine de, Leyla hanımın kanı bir türlü ısınamamıştı. Zernişan’ın sınava gireceği günün ertesinde, kızı istemek için kapıya dayanacaklarına şüphesi kalmamıştı. Semih beyin, geçmişinden sırtına yüklenen anlamsız minnet borcu yüzünden Bora’nın ailesiyle birlikte hareket edeceğini bilen Leyla hanım; Zernişan’ı bu çetrefilli belâdan ancak Ferhat’ın kurtarabileceğini düşünüyordu. Sabah saat dokuz civarında Semih beyi uğurladıktan sonra heyecan içindeki kızına:
-Durma, sen de hazırlan kızım dedi. On dakika sonra çıkarsın.
İlk karşılaştıkları mağazanın önünden eşofman takımlarını giymiş, spor ayakkabı ve elindeki sefer çantasıyla antremana gitmek için servis bekleyen bir sporcu duran Zernişan’ı arabasına alan Ferhat dikiz aynasından geriye bakarak:
-Karar verdin mi peri diye sordu, nereye götürmemi istersin? Zernişan billûr sesiyle Ferhat’ın yüreğini sevince boğan kararını açıkladı:
-Abant’a... dedi, Abant gölüne gidelim.
-Abant gölüne mi?... Emrin olur peri. Abant’ın, Abant olalı bu günü beklediğine eminim. Götüreyim seni, göl perisiyle buluşsun.
Ferhat’ın inanmakta güçlük çektiği bir düşü daha gerçekleşiyordu. Peri kadar güzel, melek gibi masum sevgilisini arabasına almıştı. İnsanın mutlu olduğu anlarda yollar kısalır, zaman rüzgâr kanatlarına yüklenirdi. Ferhat, zümrüt yeşillikler arasına uzanan kıvrımlı yolun; sarp yokuş ve keskin dönemeçlerinin başladığı Bolu dağlarını kucaklamasına kadar, akıp giden zamanın farkında olamadı. Heybetli dağ silsilesinin vadiye gülümsediği mesire alanında verilen yarım saatlik molada, yamaçların zümrüdü ve gök yüzününün safirini gözlerinde buluşturan Zernişan; ufkun sisli tülüne yaslanan dağları süzerken:
-Bu dağları aşmak çok zamanımızı alır mı? diye sordu. Ferhat, kutsal bir emanet gibi taşıdığı ve değerini ifade etmekte kelimelerin yetersiz kalacağına inandığı sevgilisine:
-Yolcum peri, yüküm cevahirdir Zernişan dedi. Arabayı yavaş ve dikkatli sürmeliyim. Bolu dağı trafik hatalarını affetmez! Kim bilir, kaç bin yıldır perisini bekleyen göle seni sağ salim ulaştırmalıyım. Bir saati bulmaz aşarız bu dağları. Düzlüğe vardık mı gerisi kolay.
Bolu dağını aşıncaya kadar gözünü yoldan ayırmayan Ferhat, düzlüğe ulaştıklarında ön dikiz aynasına bakarak:
-İleride sağa sapacağız dedi. Ana yoldan yirmi iki kilometrelik uzaklıkta. Yol tenhadır, on beş dakikada ulaşırız.
Ferhat’ın araba kullanırken dikkatinin dağılmaması için yol boyunca konuşmaktan kaçınan Zernişan, arabadan iner inmez göle koşturdu. Gölü kucaklamak ister gibi kollarını öne uzattıp, sevinçle:
-Harika dedi, şu manzaraya bakın!
Sık ağaçların gölgesine arabayı bırakan Ferhat, karşı yamacın sudaki yansımasına gözlerini kaptıran Zernişan’ın yanına gelerek:
-Gölün perisiyle buluştuğu, zamanın durduğu andır bu dedi. Kaç bin yıldır bu göl yerli ve yabancı ziyaretçilerin akınına uğrar bilimez ama; emin olduğum bir şey varsa, o da gölün perisiyle bu vuslatından sonra sularının senin gözlerinin rengiyle tutuşacağıdır! Göl bundan sonra sadece senin gözlerinin rengiyle ziyaretçilerini büyüler peri, bundan hiç şüphen olmasın.
Dizlerini bükerek eğilen Zernişan elini parmaklarını daldırak suyu karıştırırken:
-Peki ya kışın...dedi. Kışın kar yağar mı buralara?
-Kış mevsiminde buralara çok kar yağdığını, soğuklarda bazan gölün üstten buz tuttuğunu duymuştum. Dediklerine göre buzun üzerinde yürüyenler bile oluyormuş.
-Göl üstünde yürümek... diyen Zernişan sudan çıkardığı elini çırparak alnına götürdü. Saçlarını düzeltip doğrulurken Ferhat’ı kalbinden vuran tebessümüyle cümlesini tamamladı: Anneannemin su üstünde yürüyen adam fıkrasını hatırladım.
-Su üstünde yürüyen adam mı! diye merakını dile getiren Ferhat; daha önce hiç duymamıştım dedi. Anlatır mısın?
-Gölün etrafını dolaşalım diyen Zernişan, yürürken anlatmaya başladı:
Zamanın birinde ’Kulpçular!’ adını hak eden bir köy varmış. O köyde çalışkan ve yetenekli bir adam yaşıyormuş. Adamcağız elinden geldiğince her şeyin en iyisini yapmaya çalışıyormuş ama yaptıklarını da kimseye beğendiremiyormuş. Hangi işin ucundan tutsa nihayetinde bir kulp bulup takan oluyormuş. Adamcağız bir türlü köylüsünün dilinden kurtulamıyormuş. Hedef tahtasına konmuş bir kere... Köyde kendisi gibi başka kimse bulunmadığından devamlı takipteymiş. Yaptığı her işe bir kulp takılmasından bunalan adam sonunda isyan etmiş, köylüyü meydanlığa toplayıp: ’Yeter artık, benimle uğraşmayın demiş! Yarın deniz kenarına gidelim; öyle bir şey yapacağım ki, yine bir kulp takın da göreyim sizi...’ Köylüler adamcağızın yeteneklerini iyi bildikleri için; nasıl bir marifet sergileyeceğini düşünerek, meraktan sabaha kadar uyuyamamışlar. Sabah olmuş, meydanlığa toplanan köylü denize doğru yürüyen adamın peşine takılmış. Adamcağız sahile gelince peşine düşenlerin merakını daha da arttıran bir konuşma yapmış: ’Bu son olsun demiş, benimle uğraşmayın artık. Şimdi öyle bir şey yapacağım ki, sittin sene ağzınızı bir daha açamayacaksınız!’ Adamcağız ahalinin şaşkın bakışları arasında ayakkabı ve çoraplarını çıkarmış. Suya batmadan denizin üzerinde yürümüş! Yürüyerek karşı sahile gidip geri döndüğünde, kalabalıktan önce çıt çıkmamış. Neden sonra ahalide bir dalgalanma ve uğultu başlamış. Kalabalığı yaran adamın biri öne atılmış, yüksek sesle başlamış bağırmaya: ’ Ey millet, hepiniz şahitsiniz demiş! Kendi gözlerinizle gördünüz işte: Biz dememiş miydik bu adam yüzme bilmiyor diye(!)...
Zernişan’ın ruhuna işleyen sesi, pembeleşen duru yüzü ve büyüleyici gözleriyle sermest olan Ferhat; dinlediği fıkrayı anlamakta gecikmişti. Peri, nefes kesen güzelliğiyle aklını dağıtarak dikkatini bir noktada yoğunlaştırmasına izin vermiyordu. Masallarda ceylan peşinden koşarken, düş ülkesinin göl perisiyle yolu kesişen çileli âşıklardan farksızdı. Düş gibi başlayan günde beraber olduğu perisinin elini tutma cesaretini bulamıyor, dilinin döndüğüne şükrediyordu. Oysa kendisine bakarak Zernişan ne kadar rahat görünüyordu. Göl içine doğru gittikçe seyrekleşen sazlığa doğru koşan perisi elinde iki kamışla geri döndüğünde, defalarca dilinin ucuna kadar gelen soruyu sorma cesaretini buldu:
-Gözlerimi senden alamıyorum, bundan rahatsız olmuyorsun değil mi?... Zernişan’ın bir yanıt vermediğini görünce: Elimde değil peri, diyerek konuşmasını sürdürdü: Çölde, güneş altında susuzluktan ölmek üzere olan bir yolcu için bir testi su ne anlam ifade ediyorsa, sen de benim için daha fazlasını ifade ediyorsun. Havasızlıktan ölmek üzere olan bir insan için taze bir soluk ne kadar önemliyle, sen benim için ondan daha önemlisin peri. Sensiz bir dünyada susuzluktan ölür, nefessizlikten boğulurum!
Ferhat, perisinin de bir şeyler söyleyeceğini umarken; Zernişan, kamışlardan birisini Ferhat’ın eline tutuşturdu:
-Su üzerine dileklerimizi yazalım mı? diye bir teklifte bulundu. Herkes gönlünden geçenleri suya yazsın. Birbirimize söylemek yok, tamam mı?
Çocukça bulduğu teklifi başını sallayarak onaylayan Ferhat, uzaklaşan Zernişan’ı içini çekerek süzdükten sonra göl kenarında kamışla suyu karıştırıp mırıldanmaya başladı: Aşkım su üstüne yazılan yazıdan medet umacaksa, vay benim halime... Su üstüne yazılan yazının kendine ne hayrı olmuş ki dileğimin gerçekleşmesinde bana yararı dokunsun! Çocuksun peri... Ne halde olduğumun farkında değilsin! Farkında olsan şu anda suya kamış uzatacağına bana elini uzatırdın. Anla işte cesaretim yok, yok... Seni incitirim korkusuyla elimden bir şey gelmiyor işte. Neyse ki nutkumun tutulmadığına şükrediyorum.
Zernişan ayakkabıları ıslanacak kadar suya yaklaştı. Dizlerini bükerek topuklarının üstüne çömeldi. kamışı yere bırakıp, gözlerini kapatarak ellerini havaya kadırdı:
-Rabbim, sen ki yarattığın kulun gönlünden geçenleri daha diline varmadan hakkıyla bilensin, diyerek dua etmeye başladı: Benim kendime bile itiraf etmekten korktuğum duygularımı benden daha iyi bilirsin. Sen ki sana açılan elleri geriye boş göndermezsin. Beni, Bora’ya helal kılacağına yanına alsan daha iyi edersin! Biliyorum ki böyle bir duruma Ferhat’ım dayanamaz. Kahrında ölür! Beni böyle bir cezaya çarptırma! Senden esas dileğim budur. Kabur buyurursan iki küçük dileğim daha var, onları da su üstüne yazıyorum:
Zernişan yerden aldığı kamışla su üzerine: ÖYS’yi kazanayım ve zamanla Ferhat’ın sevgisi azalmasın! diye iki dilek cümlesini yazdıktan sonra yavaşça doğruldu.
Zernişan’ın yanına gelen Ferhat merakını yenememişti:
-Su üstüne ne dilek yazdın peri? diye sordu. Çok merak ettim. Zernişan alıngan bir ses tonuyla.
-Oyunbozanlık yok efendim, dedi. Söylersem ne kıymeti kalır ki? Kalbimden geçenleri yazım işte... Perisinin kalbinden geçenleri anlamaya can atan Ferhat:
-Neymiş o kalbinden geçenler peri? diye üsteledi. Zernişan, Ferhat’a yanıt vermek yerine elindeki kamışla gölün karşı yakasından yükselen bayırı işaret ederek:
-Oraya tırmanalım mı? diye sordu. Gölün yüksekten daha güzel görüneceğine eminim. Zernişan’ın işaret ettiği bayır ve tepeleri gözden geçiren Ferhat, göl kenarında suya yansıyan iki katlı konaklama yerine dönerek:
-Sen de acıkmadın mı peri? diye sordu. Bir şeyler atıştıralım, sonra tırmanırız.
-Annem kıymalı börek hazırlamıştı, sefer çantamda... Arbadan alalım.
Ferhat aklına rahat vermeyen bir hayalini daha gerçekleştirmek için arabadaki fotoğraf makinesini boynuna asarak, elinden kamışını bırakmayan Zernişan’ın peşine düştü. Üzerindeki kıyafetin rahatlığıyla genç kız yamacı hızla tırmanıyordu. Göle manzaralı yamaçta; toprağın bir karış üstünden düzgün olarak kesilmiş ağaç kütüğünü bulduğunda durup Ferhat’ın yetişmesini bekledi. Bir insanın, gövdesine kollarını kavuşturamayacağı genişlikteki kesik ağaç gövdesine bakan Ferhat gülümseyerek:
-Güzel bir yer bulmuşsun peri dedi. Bundan iyisi can sağlığı.
Ferhat’ın elinden çantayı alan Zernişan yeşil çimenlere serdiği örtünün üzerine, cam kapaklı börek kabını çıkardı. Çatal, bıçak, peçete ve meyve suyu kutularını dizdikten sonra Ferhat’a:
-Kır sofrasına buyurmaz mısınız efendim dedi. Ferhat, tutmaya cesaret edemediği ellerin hazırladığı sofraya ardından ardından Zernişan’a bakarak:
-Hiç kuşkum yok diyerek söze başladı. Tarih boyunca hiçbir padişah böyle bir yerde peri ile baş başa yemek yememiştir, İyi ki eski çağlarda doğmamışız! Yoksa güzelliğin padişahın kulağına kadar gider seni gözde olarak haremin baş köşesine oturtur, ben de hava alırdım. Zernişan biraz düşündükten sonra; Ferhat’a, yaşından beklenmeyecek bir olgunluk ve kıvrak zekânın ürünü bir soru yöneltti:
-Peki siz padişah olsaydınız efendim?... Beklenmedik soruya akıllıca bir yanıt bulmakta sıkıntıya düşen Ferhat’ın imdadına gönlünden sesin kopan duygusal ifadesi yetişti:
-Ben padişah olsaydım tek sultanım sen olurdun, haremim olmazdı. Harem binasını da sana hizmet etmekle yükümlü kıldığım nedimelerini doldururdum!
Zernişan, kesilmiş ağaç gövdesinde oturması için yer bırakan Ferhat’ın bir karış yakınına ilişip, düşüne düşüne küçük lokmalar halinde yemeğini yemeğe başladı. Yemek yerken bir ara gözleri ufkun derinliklerine asılı kalan Ferhat’a:
-Beni, kışın da buraya getirir misiniz? diye sordu. Sorusuna bir yanıt alamayınca sesini biraz yükselterek: Niçin bir şey söylemiyorsunuz, size bir soru sordum diye sitemde bulundu.
Ferhat, bir rüyadan uyanır gibi:
-Bir an için kendimi bir padişah gibi gördüm dedi. Herkes önümde yerlere kadar eğilirken, ben gelip senin önünde diz çöküyordum! Ferhatın sözleriyle duygusallaşan Zernişan’ın sesi yumuşamıştı:
-Size, beni buraya kışın da getirir misiniz diye sormuştum.
-Benim için her dileğin fermandır sultanım. Sen yeter ki emret. Söz veriyorum, buralar beyaza büründüğünde ilk işim seni alıp buraya getirmek olsun.
Yemekten sonra sofrayı toplayan Zernişan, Ferhat’a göl kenarında doru atla gezinen atlıyı gösterdi. Zihnini rahat bırakmayan hayali fazlasıyla gerçekleştirme fırsatını yakalayan Ferhat, baş ve işaret parmaklarını birleştirerek ağzına götürdü. Tiz bir ıslık sesi dalga dalga göl üzerinden akarak enginlikte yankısını buldu. İlk ıslık sesiyle trafına bakınmaya başlayan atlı, tekrarında sesin geldiği yönü buldu. Çaldığı ıslıklarla yetinmeyen Ferhat kollarını havaya kaldırarak yerini belli etmeye çalıştı. Bayırın başlangıcında atından inen atlı beş dakika sonra dizginlerini tuttuğu atıyla birlikte bulundukları yere ulaşmıştı. Güneş yanığı yüzü ve başındaki kasketiyle oldukça sempatik görünen genç köylü selam verdikten sonra:
-Buy’run beyim dedi, emriniz?... Ferhat semiz ve tımarlı görünen ata bakarak köylüye:
-Atın uysal mıdır? diye sordu. Köylü gülümseyen yüzüyle:
-Merak etmeyin efendim dedi, atım çok uysaldır. Binmek ister misiniz?
Ferhat gözleriyle Zernişan’ı işaret edince, ayağına kadar gelen fırsatı kaçırmak istemeyen köylü, ata binmekte kararsız davranan genç kızı:
-Hiç korkmayın, diye cesaretlendirmeye çalıştı. Yaklaşın, sevilmeye alışıktır. Ne kadar uslu olduğunu kendiniz de göreceksiniz.
Kırmızı püskül, muska ve mavi boncuklarla süslenmiş atın boynunda elini gezdiren Zernişan, korkmadığını belirtince, etrafı gözden geçiren köylü atını kesilen ağaçtan arda kalan kütüğün önüne çekti. Elindeki kamışı Ferhat’a uzatan Zernişan, üzengiye yerleştirdiği sol ayağı ve eyere tutunarak ellerinden aldığı destekle bir sıçrayışta ata binmesine kendisinin de şaştığını belli etmedi. Kırk yıllık bir binici ustalığıyla eyere yerleşen kızın eline dizginleri tutuşturan köylü Ferhat’a dönerek:
-Hanımefendiyi dolaştırmak ister misiniz? diye sordu. Dilek kamışını Zernişan’a geri uzatan Ferhat, fotoğraf makinesine davranırken endişeyle adama sorduğu:
-Resim çekerken atın ürkmez değil mi? Adam atından emin bir şekilde yanıt verdi:
-Hiç merak etmeyin beyim, atım alışkındır...
Aldığı yanıtla geriye çekilen Ferhat, vizörden görüş alanı ve derinliğini kontrol ederek ojektifin ışık ve mesafesini ayarladı. Atın perisiyle eşsiz uyumunu süzerek makineyi yavaşça gözüne yaklaştırdı.
Büyük bir şans eseri; atın başını salladığı, perinin ufukları tebessümle süzerken saçlarının rüzgârla dalgalandığı ve tüy hafifliğinde ak bir bulut parçasının gökyüzünün mavi enginliğine kanat vuruşu anında elini titretmeden deklanşöre basan Ferhat, yakaladığı kusursuz enstantaneyi hayal bile edemezdi.
Duygusal yaratık olan atlar, binicisinin sevinç ve hüzünlerine ortak olurlar. Doru at, güzelliğine güzellik katan sırtındaki perinin farkındaydı ve dolaştırmak için sabırsızlanıyordu. Ferhat, atın gem kayışını kavrayıp Zernişan’ı yarım saat kadar yamaçlarda dolaştırdıktan sonra köylüye:
-Üstü kalsın, diyerek parasını uzattı.
Köylü aldığı parayı teşekkür ederek cebine atarken, attan yardımsız inen genç kızın yüzündeki mutluluk ifadesinin benzerini de Ferhat’ın gözlerinde okudu. Zernişan’ın, uzattığı dizginleri saygılı bir ifadeyle aldı. Bayırdan aşağı indirdiği atına, göl kıyısına ulaştığında binerek tırıs bir sürüşle ağaçların arasına uzanan yolda gözden kayboldu.
Zaman; hüzünlü beklentide üstü buzlanan göllerin sessizliğine, mutluk anında azgın nehirlerin insafsızlığına terkedilmiştir. Ferhat gibi Zernişan da göl kenarını dolaşırlarken saatlerin biririni nasıl kovaladığını anlayamadı. Dağların ardına yıuvarlanan akşam güneşiyle sırmalanan bulutlar, doyumsuz geçen günün sonuna gelindiğini hatırlatıyordu. İsteksiz adımlarla arabaya yürüyen Ferhat’ı, Zernişan hülyalı alnıyla birkaç adım geriden takip etti.
Dönüşü uzayan yol Zernişan için gecenin ilerleyen saatlerinde anneannesinin evi önünde son buldu. Sesi hüzünle perdelenen genç kız arabadan inerken:
-Ömrümde yaşadığım en güzel gündü, dedi; çok teşekkür ederim, size iyi geceler efendim.
-Size de sevgili peri, asıl ben teşekkür etmelim diyen Ferhat eve gelinceye kadar çektiği resmi ve sonrasını düşünüyordu.
Nurbanu hanım, kurtulamadığı nefes darlığına rağmen yıllara meydan okuyordu. Aç olmadığını söyleyen Zernişan başını anneannesin dizine indirmiş yaşadığı günün güzelliklerini anlatıyordu. Dinlediği günübirlik seyahatte kendi anılarını candıran Nurbanu hanım yaşlı elleriyle Zernişan’ın saçlarını okşuyordu.
-Anneanne aşk nasıl bir şey? diye soran torununa:
-Aşk mı?... Davetsiz misafirdir. Kapıdan kovarsın bacadan girer! Kalsa gitmediğine, gitse kalmadığına üzülürsün! Oldu mu?
-Çok kısa oldu anneanne... Bu kadar kısa olmaması gerekir.
-Dinle o zaman: Anlamadan âşık olursun, âşık değilim diye önce kendini kandırırsın, sonra fark edersin ki; senin için hava gibi, su gibi,... vazgeçilmez olmuştur. Onunla yatar, onunla kalkarsın. Yatarken en son düşündüğün kişidir, gece boyunca rüyalarını ne kadar süslemiştir Allah bilir. Sabah uyandığında ilk hatırladığın o olur. Hayallerle geçen günün uzamış mıdır yoksa kısalmış mıdır karar veremeden bir gece daha başlar, bir kısır döngüdür ki sürüp gider... Uyanıkken uyur, uyurken uyanırsın. Sevdiğin bir sultan olmuştur sen de ona sadık bir köle. Bütün dünyanın senin olmasını dilersin, yanlış anlama kendin için değil, yanına canını da katarak ona vermek için. Gözünde ondan daha değerli hiçbir şey yoktur. Âşık olduğun kişinin hiçbir kusurunu göremez, suçu hep kendinde ararsın! Aşk kurban olunacak kişiyi de, kurbanını da kendisi seçer, hem de zamansız ve insafsız... Çaresiz kaderine razı olursun, zaten elinden de başka bir şey gelmez ki...
Nurbanu hanımın, Zernişan’a aklının erdiği ve dilinin döndüğünce aşkı özetlemeye çalıştığı saatlerde; korktuğu Leyla hanımın başına geliyordu! Eve erken gelen Semih beyin, Anneannesinden dönen Yusuf’la dış kapıda karşılaşmaları ve içeriye birlikte girmeleri, Leyla hanımı tedbir almakta çaresiz bıraktı. Zernişan’ı evde göremeyen Semih bey:
-Nerede bu kız? diye sordu. Kaşlarını kaldırarak oğlu Yusuf’a işaret vermeye çalışan kadın eşiyle göz göze gelmemeye çalışarak:
-Anneannesine gönderdim, bu gece orada kalmasına izin verdim. dese de Yusuf çocuk masumiyetiyle:
-Baba, ben bütün gün anneannemdeydim, ablam hiç gelmedi! deyiverdi. Semih bey sesini yükselterek tehditkâr bir üslupla:
-Leyla hanım nerede bu kız? diye üsteledi.
Zernişan’ın, dönüp dönmediğinden emin olamayan çaresiz işin doğrusunu açıklamak zorunda kaldı, ezik bir sesle:
-Ferhat’la biraz dolaşmaya çıktı dedi, dönüşte anneannesine uğrayacaktı. Merak edilecek bir şey yok, istersen yemekten sonra beraber gidip alır geliriz.
-Ferhat mı! Ferhat da kim?
-Senin doktorun canım. Hani eve gelip seni tedavi eden doktor yok muydu... Semih bey gözlerinde çakan şimşeklerle ayağa fırladı. Tokatlayacakmış gibi Leyla hanıma elini kaldırıp bağırmaya başladı:
-Bre kadın bu saatte kızın ne işi var doktorun yanında? Siz anne-kız bir olup arkamdan İblis dümenleri mi çevirmeye başadınız? Nedir bu rezalet? Ömrümde ilk kez ’İblis dümeni!’ betimlemesini duyan Leyla hanım:
-Konuştuklarını kulakların işitiyor mu bey? diye çıkıştı. İblis dümeni de ne demek oluyor ha? Sen bana ve kızıma nasıl İblis dümeni yaftasını yakıştırırsın? Yusuf korkuyla annesinin arkasına saklanmıştı. Semih bey sakinleşmek bir yana, Ferhat adıyla deliye dönmüştü:
-Anne kız daha fazlasını hakkediyorsunuz. Az bile söyledim. Bre kadın bu ne utanmazlıktır. Bu kızın nişanlı olduğunu bilmiyor musun? Semih beyi sözde nişana vurgusuyla Leyla hanım saygı perdesini yırtıp bir kenara fırlattı:
-İnsanı zıvanadan çıkarma bey! Bende, senin şerefsiz ortağının Deccal’ine verilecek kız yok, tamam mı? Daha fazla üstelersen; yanıma, Zernişan ve Yusuf’u alıp sırra kadem basarım. Sittin sene bizi arar durursun o zaman! Ne biçim babasın sen? uğursuz emellerin uğruna kızımızın ateşe atılmasına göz yumacağımı sanıyorsan aldanıyorsun canım. Semih bey eşini tanıyamıyordu. Yavrusunu korumak için ölümü göze alan pantere dönmüştü. Bağırmakla bir yere varamayacağını anladığında sesini azaltarak:
-Namusuna toz kondurmadığın kızın söyler misin şu an kimin kucağında? Leyla hanım kâlp kırıcı bu tartışmanın bir yarar getirmeyeceğini anlamıştı:
-Benim kızımın iffetinden zerre kadar kuşkum yok. Kendimden çok ona güvenirim. Lafı uzatmanın da bir manası yok. Nasılsa kendi bildiğinden şaşmayacaksın. Benim için değil çocukların hatırına yirmi altı haziran gününe kadar sabret. Kız hayırlısı ile sınavına katılsın. Kazanamazsa senden bilirim ona göre...
Hıncını alamayan Semih bey, Yusuf’u elinden tutarak mutfağa götüren Leyla hanımın arkasından:
-Ferhat’ın kızına iyi ders verdiğinden hiç şüphen olmasın diye bağırdı, bu gidişle kızın Oxford Üniversitesi’ni kazanır(!)
O gece Leyla hanımla, Semih beyin odalarını ayırdıkları gece oldu. Leyla hanım Zernişan’ın odasında sessizce ağlarken, Semih bey odasında kafese kapatılan aslanların hırçınlığına bürünmüştü. Ferhat’ın adı beynine kan sıçratmaya yetmişti; eşinin Ferhat’ın safında yer almasının bağışlanır bir yanını göremiyordu:
-Yıllarca koynumda beslediğim engerek yılanına bak hele! diye bağırıyordu. Kızınla birlik olup ardımdan dümen çevirirsin ha... Kim bilir ne zamandan beri... Boşuna dememişler: ’En son babalar ve kocalar duyar!’ diye. Hele zamanı bi’ gelsin size ne yapacağımı bilirim! Aklına Ferhat’la Şirin efsanesi gelince sesini daha da yükseltti: Ferhat’mış(!) Ben sana Ferhat’lık nasıl yapılırmış gösteririm ulan. Bu iş Bisutun’u yararak şehre su getirmeye benziyor mu, benzemiyor mu yakında görürsün! Amasya’daki demir dağı yardın da ne oldu! Kaya bey bilir ne yapacağını... O külünk eskiden başına nasıl indiyse şimdi daha beterine hazır ol! Ne Kaya bey Hürmüz şaha benzer, ne de ben vezirine... Görürsün gününü... Doktor değil misin, kırılan bacaklarını kendin tedavi edersin artık. Bakalım, Zernişan külçe haline gelmiş kötürüm Ferhat’ı kaç gün sırtında taşır?...
YORUMLAR
SELAM EY KUDRETLİ BİLGE CAN EFENDİM EMEKĞİN OKADAR GÜZEL İŞLENMİŞKİ BİR KİLİM BİR MOZAYİK GİBİ HER ESERİN BİR ÖMRÜ
ÇİÇEK OLMAYSADI ARI BALI NERDEN ALCAKTI YÂDA ARI OLMASAYDI ÇİÇEĞİN ÖZÜNÜ KİM BAL YAPCAKATI
İŞTE KUDRETLİ KALEMİNDEKİ ESERİNDE BUNA BENZER HER ARİF MANİDAR OLMAZ
YOLUNA ÖZÜNE OKUNDUKCA OKUNMASI LAZIM ÖMRÜNE SAĞLIKİ SEN BUNALRI YAZIP Zernişan GİBİ YUCE BİR ESER YAZIP BİZLE PAYALŞTIĞIN İÇİN
BİNLEKEZ HAK İLE NİYAZ EDERİM SAYIN GZUEL DOST BİR DAMLA OLUPTA
DERYA OLMAYAN IN
SU İLE HİKMETİ UMANA VARMASA KALEMİN KIYMETİ YUNUS TAN OLURMUYDU
BİR HUNKARIN İLEME ACILAN KAPININ İLİM OLDUĞUNU SUVLEMESYDİ
BİLİM ADAMLARI OLURMUYDU
BİN TUTAM GUL İLE YEŞEREN GUNUL IRMAĞINI SERİN PINARLAR İLE İŞLEYEN
BU YUCE ULU ESERİNİ CANDAN NİYAZ EDERİM İYİKİ SZİLER VARSINIZ
SEYİT KAZİM EMEK UMUT SEVGİ İNSAN HAK İRFAN SZİDEN EKSİLMESİN SAYGILAR