KULE GÜNLÜĞÜ / Dipteki Tohum
İnsanın ve toplumun sorunları bende nasıl ilerledi, nasıl girdi yazdıklarıma bilmiyorum ?
Sabahın erken saatlerinde uyandım. Başım ağrıyor, ağzımda acı bir tat.
Çalıştığım masanın köşesindeki tabak, kaşık, çatal, bardak birlikteliği çağrışımlar oluşturuyor. İlginç dizilişleriyle yemek sahnesini bekliyorlar ama yemeyeceğim. Daha sonra yerim.
Geçmişle gelecek arasında üşüyen parmaklarımın kalemle kaynaşması, kalemle arkadaşlığı beni sevindiriyor. Duygularımın itmesiyle bir parça doğarken, bir parça da ölüyorum.
Kurduğum evrenlere sığınıyorum yarı çıplak …
İnsanın yaşamının bir gemide geçtiğini kabul edebiliriz. Günün birinde, suların çekilmesiyle o gemi sert zemine saplanıp kalıyor. Böylece insanın dünyası değişmiş oluyor.
Bu kavrayış karşısında bir an isyana kapılır gibi olduktan sonra derin nefesler alıyorum. Su içiyorum büyük bardakla.
Bütün çözülmelere, yozlaşmalara rağmen yeryüzünün, güneş sistemindeki yaşamını ve görevlerini sürdürmesi ne güzel …
Zaman hızlı geçiyor … Yeni bir haftaya başlıyor ve hızla bitiriyoruz. Fakat yeni bir güne uyanmanın coşkusunu ve yeni bir günde doğmanın tadını hissedemiyoruz. Gülümseme, anlayış, saygı ve incelik günlük yaşamımıza çok yansımıyor.
Toplumda bir şeyler eksiliyor sanki her geçen gün. Yaşamımızın değerlerini, beyinlerimizi yıkayan güçlerin aldatmacalarıyla ya da bilgisayarımızdan aldığımız sanal mesajlarla anımsar olduk.
Kısa yollardan lüks bir yaşam standardına ulaşmak istiyoruz ve doymuyoruz …
Doğru düşünüyor muyuz, doğru hissediyor muyuz, doğru davranıyor muyuz ? Çoğumuz kopyacılık, tembellik ve rahatlık içinde yaşamak bağımlısıyız. Bu tür bir bağımlılık: Ne iyi ne de kötü. Fakat gelişmemizi oldukça yavaşlatan bir engel.
Yaşadığımız olaylar ve edindiğimiz deneyimler yardımıyla, bağımlılıklarımızla tanışıyoruz ama sonunda onlardan kopmamız gerektiğini kabul ediyoruz.
Mahkumiyet ve uyuşukluk zincirleri her insan tarafından, görünmeyen satıcılardan büyük bedeller karşılığında satın alınıyor ve kullanılıyor. Kullananlar işkence gördükleri halde, sahte bir mutluluk havası yayıyorlar. Aslında zevklerle değil, acılarla boğuşuyorlar.
Paraca zengin insanların, yoksullara göre daha sıkıntılı, daha mutsuz geçen yaşamları olabiliyor.
Alexander Solzhenitsyn diyor ki: Keşke her şey basit olsaydı. Keşke, bir yerlerde sinsice kötü işler yapan insanlar olsaydı da tek yapmamız gereken onları geri kalanımızdan ayırıp yok etmek olsaydı. İyi ile kötüyü ayıran çizgi her insanın yüreğinin içinden geçmektedir. Kendi yüreğinin bir parçasını yok etmeye kim gönüllü olur ki ?
Günümüzde insanların, yöneticilerin, sanatçıların, araştırmacıların en çok gereksinim duydukları şeyler:
1) Yürekteki temizliği korumak,
2) Zihindeki temizliği korumak,
3) Doğru kaynaklardan alınan doğru verileri paylaşmak,
4) Fikirsel anlamda kıvrımları, yamaçları olmayan açık yollardan yürümek …
Yol zemini önemli, hava önemli, sırt çantasındakiler önemli, dik yürümek önemli, selamlaştığımız insanlar önemli, elimizi uzattığımız insanlar önemli, gönlünü aldığımız insanlar önemli …
Kimileri yalnız başına yürümeyi tercih ediyor hedefine doğru, kimileri küçük bir grupla birlikte yürüyor, kimileri arkasından kitleleri sürüklüyor. Kimileri yürümüyor, hep koşuyor. Yolun bir noktasında kanatlanmış büyük felsefeciler de var ama onlar da anlıyorlar ki uçtukları alan ne kendilerini ne de başkalarını kurtarabiliyor. Özlem ve susuzluk: Öğrenmekle, yükselmekle ya da ermekle giderilemiyor … Dahası, aşk bile yetmiyor kimi insanlara ( sevebilenler için ).
İnsan, ulaştığı en uç noktada sadece kendini buluyor. Dünyadan bir başka gezegene taşınsa bile, orada kendi güzellikleriyle, kendi çirkinlikleriyle buluşacak … Ürettiklerinin girdabında dönecek … Düşleri, kaygıları, korkuları, kompleksleri, yalanları, şehveti o farklı gezegende insana eşlik edecek…
Her ülkede, toplumu aydınlatan ve yönlendiren insanların bilinçaltlarındaki bozuk formasyonlar, olumsuz birikimler, hiç beklenmedik zamanlarda bilinç üstüne atlayıp, büyük bunalımlara, büyük yanlışlıklara neden olabiliyor. Doğru gelişen çok önemli bir sürecin dağılmasına neden olabiliyor.
Mevlana diyor ki: Eğer kalbinde kin, fesatlık, nefret duyguları varsa onları boşalt. Onların yerine, sevgiyi, şefkati ve merhameti koy.
Güzel insan elbette güzel düşünür. Güzel düşünmekten, pozitif düşünmekten söz açılmışken, çirkinin ve kötünün karşılığı olan iyiyi kastetmiyorum. Asıl demek istediğim, pozitif düşünmek: Farklı bir düşünce yaratmak, etki yaratmak, bir canlı için moral desteği yaratmaktır.
Güzel düşüncelerin oluşması ve bunların çoğalması için, her şeyden önce insanda varlık bilincinin ve varlık sevgisinin olması gerekiyor. Yalnızca insanlara, hayvanlara, çiçeklere, yıldızlara değil, tüm varlıklara karşı sıcak bir sevgi duymak gerekiyor. Varlıkların dış görünüşlerine değil, içlerine ve emeklerine ( dikkatle, saygıyla ) bakmak gerekiyor. Uygar, kültürlü insan açısından bu öncelikli ve zorunlu bir davranıştır.
Bir insanın: Yalnızca mesleği, serveti, giysileri, konuşmaları, ibadetleri, ilişkileri, eserleri onun ne ölçüde bir insan olduğunun kesin kanıtları değildir. İnsanı bütün yönleriyle tanımak mümkün olmayabilir de …
Günümüzde medya grupları, diledikleri noktalarda dikkat dağıtıcı ve dikkat toplayıcı oldu. Bir şeylerin açığa çıkmasını, görülmesini ve zamanında üzerine gidilmesini istemedikleri için, halka ekrandan kalın örtüler armağan ediyorlar. Halkın görüş alanlarına saldırılarda bulunuyorlar. Bu gibi bilinçli yöntemlerde amaç, halkın uzaktan köleleştirilmesidir. Kölelik tanımı biraz itici oldu ama …
Beyin yıkama işi, gereksiz şeyleri öğrenmekle, gereksiz bilgilere gereksiz değerler vermekle kendiliğinden gerçekleşiyor. Ne yazık ki dış merkezlerden gönderilen mikroplu bilgi akışları, yaşadığının farkında olmayan, iradesiz, bezgin ve yılgın insanların yaratılmasında çok etkili olmaktadır. Çünkü öteden beri bizim adımıza, bizim aleyhimize kararlar alan dış güçlerin yakamızı bırakmaya niyetleri yoktur. Başımıza PKK’yı dolayanlar da, yönlendirenler de onlardır.
Dünyada eğitim düzeyi zayıf toplumların psikolojilerinin ve umutlarının denetlenmesinin sayısız örneklerini görmekteyiz. Televizyon haberciliğinde, bütün yaşamsal konular dışlanıp acilen öne çıkarılan bir konu ya da bir isim üzerinde izleyiciler günlerce kafa yormakta, gereksiz tartışmalarla birbirlerini incitebilmektedir. Oysa o konunun gündeme gelmesi ( getirilmesi ), Siyonizmin, zehirli meyveler vermesi için topraklarımıza törenle diktiği özel bir ağacın sulanması ve gübrelenmesi yerine geçiyor. Gündemde bir süre tartışılan yani popülerlik kazandırılan ismin, o ağacı korumak ve yaşatmak üzere atanan sadık bir bekçi olduğunu çözemeyecek kadar kafalarımız boşaltılıyor …
Donuk, duyarsız insanlara baktığımızda hoş manzaralar göremiyoruz doğal olarak. Onlar için üzerinde yaşadıkları vatan topraklarının geleceği hiç önemli değil. Kendi ağızlarıyla itiraf ediyorlar zaten. Öncelik: Yeni bir araba, yeni bir ilişki, gelişigüzel cinsellik, işin ve maddi kazancın yükseltilmesi, keyif verici maddelerin alımı, çağın ego çıkışlı hastalıklarıyla iç içe yaşamak, gazete başlıklarına bakarak basit dedikodular yapmak, futbolcuların ve yarış atlarının son durumları, kaçırılmaması gerektiğine inanılan televizyon dizileri …
Tüketimlere ve dıştaki kişilik maskesine abartılı yatırımlar yapıldığında kişi, kendi cehennemini hazırlıyor. Kışkırtılan egolar, o kişinin bilincini yavaşça kilitliyor. Kişi kendi yaşamını değil, başkalarının sunduğu yaşamları yaşamaya başlıyor. Hiç sorgulamıyor dayatılan rolü. Gerçekte kim olduğunu unutmaya kadar varan kaymalarla zaman içinde kişiliği bile siliniyor.
Kapitalizmin istediği de budur. Düşünmeyen, üretmeyen, sadece tüketen bireyler … Sadece öğretileni öğrenen sessiz bireyler …
Halkımız, mutlu yuvalarında akşam yemeklerini yiyemez oldu. Televizyondaki itici haberlerin şokuyla geriliyor, keyfi kaçıyor.
Örneğin: Cahil öğretmen öğrencisine tacizde bulunmuş,
Örneğin: Hasta doktor çocuk pornosu sektörünün içindeymiş,
Örneğin: Koskoca milletvekilinin çantasını kapmışlar,
Örneğin: Filan manken filan yerde köşe yazarı olmuş yakında kitap yazacakmış … Magazin dünyası önümüzdeki günlerde bayağı sallanacakmış …
Örneğin: Ambulans zamanında gelmemiş,
Örneğin: İtfaiye aracı zamanında gelmemiş,
Diğer taraftan, siyasi parti liderlerimiz her akşam ekrana çıkıp kendi propagandalarını yapmak zorundalar sanki. Birbirlerine çamur atmaları bir gelenek …
Toplumun izlediği ( sokulduğu ) çizgi, yıkımları getirecek yakında … Çünkü bütün işler, bütün hizmetler, bütün yayınlar saygısız ve sevgisiz biçimde yürütülüyor.
Emperyalizmin uzun vadeli tasarımları ve istekleri çok daha tehlikeli. Rudyard Kipling diyor ki: Büyük Oyun ancak herkes öldüğünde bitecek …
ABD, kendi geleceğine ve göbeğinden bağlı bulunduğu İsrail’in geleceğine yönelik muhtemel hamlelerin önünü kesmek için, 2014 - 2026 yılları arasındaki zaman diliminde bazı ülkelerle doğrudan çarpışmak yerine, onları içten çökertmeyi, zorlamayı, yıpratmayı amaçlayan programı yürürlüğe koyacak … Askeri harekatlar yerine, terör, ayaklanma, psikolojik harekat, bilgi harekatı devreye sokulacak … 7 yıl sonrasının planları en ince detaylarıyla bugünden hazır …
Yıllardır ABD belasının, ABD canavarının dopingleri, İsrail, İngiltere ve Ermenistan’da üretiliyor. Bu büyük canavarın pençeleri her yere uzanıyor ve her şeyi söküp alıyor.
Anlaşılan o ki, dünyamıza uzunca bir süre barış gelemeyecek …
Evangelistlerin yorumlarına göre: Şu an İsa Mesih’in ordusunu ABD temsil ediyor ve Hıristiyanlarla, Yahudilerle birlikte olmayan herkes Deccal’ın ordusudur.
Evanjelist inancına göre: Türkiye’nin bölünmesi Tanrı’nın emridir.
Bu gibi şiddet ağırlıklı inançlar ( ütopik saplantı ), küresel politikaların parçası yapılmaktadır.
Köktenci papazlara göre: İleride Mesih’in şahsında gerçekleşecek olan Teokratik krallığın yegane düşmanı Türklerdir. Zaten Türkler tarih boyunca, Hıristiyanlığın çarpıtılmış biçimi olan İslam dininin dünya ölçeğinde yayılmasını sağlamış bir millettir. Bu millet şeytandır.
Düşünülen krallığın kurulması için zorunlu görülen Armagedon Savaşının bizim yanı başımızda gerçekleştirilmesine çalışılıyor. Onların projelerine göre: Büyük İsrail Krallığının toprakları bizim Güney Doğu Anadolu Bölgesini de kaplayacak kadar kuzeye doğru genişletilmiş olacak ( vaat edilmiş topraklar ).
Dindar Avrupalılar için Deccal: Artık Rusya ve Çin değil, Müslüman ülkelerdir ( Amerika’daki ikiz kulelere yapılan 11 Eylül saldırısından sonra kabul ettirilen düşünce ). Diyorlar ki vaazlarında: Ortadoğu coğrafyasında her türlü şiddeti ve kargaşayı beslemek dini bir görevdir. Kaosun yaygınlaşması, İsa Mesih’e bir an önce kavuşma anlamını taşır.
Dünya krallığı, Hıristiyan mezheplerinin ortak görüşlerinden biri. İsrail’in yürüttüğü işler Tanrı’nın onayladığı işlerdir biçiminde düşünülüyor.
Grace Hallsell, yazılarında, Tanrı’yı kıyamete zorlamaktan söz ediyordu 2003 yılında.
Bu gibi düşünceler hangi düşünce sınıfına giriyor ve bunları düşünenler Tanrı’yı ne sanıyorlar da Tanrı adına dehşet verici kurgularını devletlere dayatabiliyorlar ?
Tanrı inancı, Tanrı’yı ve tüm yarattıklarını sevmeyi gerektirir. Çatışmalar, savaşlar, virüsler çıkararak, kimlerin bozgunculuk ve şeytanlık yaptığı ortada.
Milenyumcu hareketlerin tarih içinde örnekleri çok. Fakat Hıristiyanlık sürümündeki ana teolojik görüş: Mesih’in dünyaya dönerek bir krallık kuracağı ve Kudüs’te bin yıl hüküm süreceği şeklinde ( Altın Çağ ).
Mesih, Sion tepesinde Hazreti Davud’un tahtına oturarak dünyayı yönetecek. Bu inanç ABD toplumu ve ABD yönetimi tarafından paylaşılan en yaygın inanç …
Eski Ahit’te yer alan şu cümle bu ideolojinin esasını oluşturuyor:
O gün Rab Abramla ahdedip dedi: Mısır ırmağından Fırat ırmağına kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim …
( Tekvin, 16/18 - 19 )
Teokratik dünya krallığının anlamı, açılımı: Demokratik ve laik devlet anlayışlarının son bulmasıdır. Öyleyse günümüzde barış, güvenlik, özgürlük, silahsızlanma ve diyalog adına yürütülen çabalar, projeler, toplantılar ve yayınlar sahtedir. Zaten ABD ve İsrail, demokratik ve insan haklarına saygılı devletler değildir. Kendileri dışındaki dünya halklarını hiç sevmezler. Sevgisizliğin ötesinde, bir gerekçe, bir kılıf uydurarak insanları aşağılar, sadist mantıklarıyla masum insanları vahşice katlederler. İnsan hakları adına tüm insanlığın onurunu her zaman, her yerde açıkça çiğnerler. Vicdanları yoktur. Ayrıca, bütün devletlerin en gizli bilgilerini, arkeolojik, askeri ve politik sırlarını mutlaka elde ederler. Elde ettikleriyle inanılmaz stratejiler üretirler.
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Prof. Dr. Nadim Macit bir konuşmasında: Bugün ülkemizde bazı dini grupların, Türkiye’nin tam bağımsızlığını savunacakları yerde, Avrupa Birliği ve ABD’nin kilise çıkışlı stratejilerinin içinde yer almaları, mevcut inançlarımızı zayıflatmaya ve cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini tahrip etmeye yöneliktir. Dini bölücülüğün, etnik bölücülüğün içinde yer alan aydınlar tayfası, her türlü cemaat despotizmini, çok duyulan ve çok okunan meşhur hoşgörü kelimesiyle örtüyorlar. Aynı aydınlar, devletin kurumlarını egemen gücün diliyle yerden yere vuruyorlar. Bu durum ortak ve çok tehlikeli bir amacın uzantısıdır dedi.
Vatikan’ın Ankara Büyükelçisi Monsenyör Lucibello, 21 Aralık 2007 tarihli gazetelerde yayınlanan açıklamasında: Papa 16. Benedictus’un 2008 yılını Aziz Paul yılı ( Hz. İsa’nın havarilerinden ) ilan ettiğini belirtiyor ve şöyle diyor: Tüm Katolik dünyasına ve onların temsilcileri olan piskoposlar konferansına mektup göndereceğiz. Katolik cemaatini Aziz Paul’un doğduğu Anadolu topraklarına davet edeceğiz. Türkiye’ye binlerce ziyaretçinin gelmesini bekliyorum. Türk kamuoyunda basının da etkisiyle ortaya çıkan farklı bir atmosfer var. Tür halkının çoğunluğunda, Hıristiyanlık ve diğer dinler ile bunların mensuplarına karşı hoşgörü ve tolerans ortamının basının tavrı sayesinde geliştiği kanaatindeyim. Türkiye’de misyonerlik kelimesi yanlış anlaşılıyor. Hıristiyan din adamlarının din değiştirilmesi için insanlara baskı yaptıkları sanılıyor.
Yukarıdaki açıklamanın hemen ardından, yani 22 Aralık 2007 tarihinde gazetelerde kısa bir haber yayınlanıyor. Haberde, Papanın Kardinaller Kurulu’na hitaben en son söyledikleri yazılı. Papa diyor ki: Katolikler olarak dinler arası diyaloğa büyük önem veriyoruz, ancak bu kilisenin misyonerlik çalışmalarından vazgeçmesi biçiminde yorumlanamaz. İsa Mesih’in mesajından kaynaklanan çağrı ve umudu insanlara ve tüm dünyaya önermeye devam edeceğiz. Böylesi büyük bir gerçeği tanıyanlar, bu büyük sevinci yakalamış olanlar, bunu sadece kendilerine saklayarak, başkalarına yaymamazlık yapamazlar.
21 Aralık 2007 tarihinde basına yansıyan Moskova kaynaklı bir başka haber şöyle: Ermenistan parlamentosundaki oturumda konuşan Dışişleri Bakanı Vardan Oskanyan, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmemesinden Türkiye’yi sorumlu tuttu. Soykırım konusunu unutmadıklarını, Türk - Ermeni sınırının bugünkü halini de kabul etmediklerini belirtti.
Türkiye’den toprak taleplerinin gündemden düşmediğini ortaya koyan, resmi ağızdan bir itiraf, bir yakınma …
İtalya eski Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga ise, New York’taki Dünya Ticaret Merkezinin, 11 Eylül 2001 tarihinde bombalanmasıyla ilgili olarak geçtiğimiz günlerde önemli bir açıklama yaptı. Aynı zamanda hukuk profesörü olan Cossiga, saygın bir isim olarak, açık sözlü bir insan olarak tanınıyor. NATO himayesindeki Gladio örgütünün varlığını ve rollerini cesaretle açıklayanlardan biri. Diyor ki ( özetle ): 11 Eylül saldırısı CIA ve Mossad tarafından, Arap dünyasını ve Arap kimliğini suçlamak, Batılı güçleri Afganistan ve Irak’a müdahaleye tahrik etmek için planlanıp gerçekleştirildi. Saldırı uzmanlık eseridir. Sadece fanatik kamikazeler devşirmekle olmaz. Yüksek uzmanlık düzeyinde personel gerektirir. Bu saldırı, radar sistemine ve uçuş güvenlik birimlerine sızılmadan asla gerçekleştirilemez. 60, 70, 80’li yıllarda Avrupa’daki bazı bombalama eylemlerinin arkasında, ABD istihbarat birimlerinin gözetiminde çalışan Gladio örgütü vardır.
Egemenlerin planlarını, tezgahlarını düşünmeyi bırakıp insana dönüyorum. Yukarıdan aşağıya doğru hızlı bir dalış oluyor ama …
Çatılarda daha fazla gerilirsem sağlığım etkilenecek … Titretici değil, dondurucu soğuk var Mason cephelerinde …
İç dünyalarını yontup düzeltmeyi başarmış, başkalarına en küçük bir zarar vermeden yaşayan ve yarınları görebilen kaç insan var acaba, merak ediyorum ?
Son zamanlarda, birlikte yaşamada, duyguda, dostlukta, ticarette ortak estetik alanlar yaratmanın tersine yoğun bencil çabalara tanık oluyoruz.
Halk arasında sık sık vurgulanan, iyi niyet faktörü çok önemli. Çünkü bu tarz bir yaklaşım, her girişimin en başından itibaren, insanda bilinçaltının olumsuz yorumculuğunu durduruyor, susturuyor.
İyi niyetle, iyi taraftan bakma eylemi, egoizme dayalı bütün negatif yorumların sınırlarını çiziyor. Etkileşimlere bağlı sürpriz heyecan durumları da denetlenebilirse ( kişinin yeteneğine bağlı ), doğru ve güçlü kararlar alınıyor.
İnsanda güzel düşünme sürecini gerçekleştiren, insanın niyeti ya da niyetleridir.
Kanser, mantar ve AIDS gibi ciddi hastalıkların, anormal hücre çoğalmalarından, virüslerden kaynaklandıkları belirtilse de, daha alt katlarda, yani temelin de aşağısında, çağımızın yerleşik sevgisizliğinin etkisi büyük. Gün geliyor, insanın iç dünyasındaki donanımlar tepki gösteriyor.
Sevgisiz yaşamaya mahkum edilen ruhlardaki dengesizlikler bu gibi hastalıklarla ortaya çıkabiliyor. Günümüzdeki alışkanlıklara, ilişkilere bakılırsa: Başka hastalık türleri de ortaya çıkabilecek.
Ufkuna bir anda yayılan acıları hisseden insan, değişiyor, gelişiyor, olgunlaşıyor ama o özel, özgün ışığı giderek zayıflıyor.
Sağlık problemlerinin, yani hastalıkların, insanın doğal savunma mekanizmaları olduğu bir gerçek. Tabandan yüzeye doğru büyüyen protesto dalgalarını çözmek gerekiyor öncelikle. Çözülemediği takdirde böylesi mükemmel bir makinede yani insanda bütün üretimler duruyor. İnsan tıkanmış oluyor.
Yaşarken duygu, düşünce ve vicdan dengesini ayarlamayı başaramazsak, vücudumuz ve yaşamı yöneten evrensel yasalar: Bizi, çözmek zorunda kalacağımız, belki de hiç çözemeyeceğimiz derin acılarla, ağır hastalıklarla buluşturabilir …
Günün birinde, dipteki tohumun canlanma olasılığı yüksek …
Yazan ve paylaşan - Claudius
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler