- 1053 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
GERÇEK
İslam öylesine bir dindir ki insan neden sevilip sevilemeyeceğini de bu dine bakarak öğrenebilir..Asla insanın hilkatine ters bir şey içinde barındırmaz akılla mantıkla çelişmez.Neden ve niçin kavramları ile sorgulanmaz teslimiyet gerektirir.
Kainatın tanzimi bile bu dinin icra dairesindeki Padişah’ça çok net açıklanmıştır.Önemli olan biz insanların nereden gelip nereye gideceğinin farkında olmasıdır.O padişah elçileri vasıtası ile biz insanları defalarca davet etmiştir.Elçi ise o padişahın sarayına varacak yolları bize göstermekle mükellef kılınmıştır.Ayrıca dört kitapla da bize davet ve davete icabet yolları açıklanmıştır.
Peki, bunca eğitimden geçen; elçiler, kitaplarla eğitilen biz insanoğlu neden hala cehlini pekiştirip ilahi noktaya hala kıt aklımızla diklenmekteyiz. Bunca eğitimden sonra cehalet içinde bir ömre tabii olarak hala nasıl yaşıyoruz. Ya da yaşarmış gibi yapıyoruz.
Bize öğretilen ile değil de; yobazın yoz ahlakından nemalanıp ,içimize sindirmeye nasıl devam ediyoruz. Dişimizin arasında kalan bir yabancı cisme tahammülsüzlük gösterip anında müdahale ederken, neden yaradılışımızın hilkatimizin dışında bize sunulan bir ömre yozlaşmaya tahammül noktasında sessiz kalıyoruz.
Nedeni nedir biliyor musunuz? “Kulaklarımız” Biz kulaklarımızı yitireli müdahale hakkımızı da peşinen yitirdik. Doğruya kulak tıkıyor, öğrenmemek için direniyor doğrunun naşirine kulak vermiyoruz..Peki söyler misiniz bu şartlarda nasıl öğreniriz? Sorsam şimdi hepimizin tek cevabı var hepimiz doğruya hayran ve muhtacız.
Nasihat değerli olana, kıymeti bilinene edilir..İlahi hitap noktasında yapılan gerçek hitapla edilen nasihatlere, o yol yordam öğreten elçilere ne vakittir bizler kulak tıkadık…Yanlış yaşamaktan, yanlışı görmekten yorulduk, bıktık, usandık. Sizi bilmem ama ben çok sıkıldım, usandım. Dünya bir mezbahane her yer de kan, şiddet, öfke, küfür, hakaret, soygun… Kötülük sınır tanımıyor her yerde… Ebu cehil kıtaları dolaşıyor. Topluma bakın yüzyıllardır hızla süratle kirleniyor. Ne toplumun genelinde, ne ailede, ne de bireysel ölçüde kulak tıkadığımız değerleriz içimizde yer bulamıyor, barınamıyor, ufak ufak yitip gidiyor.
Hâlbuki bize düzen ta ötelerden öğretilmişti, uyacağımız sözü ile dağılmıştık yeryüzüne. Kanaat edecek, yetmeyene elimizdekinden verecektik. İlahi seda noktasında her şey anlatılmıştı bize.Kabullenmiştik... Kusursuz yaratıldık, günahsız ve masumduk ta ki şu fenada; fenaya kapılana kadar. Burada ötelerde verdiğimiz sözün tekrarını yaşama geçirecekken bununla mükellefken; iki güzel ,iki birbirine meftun kelimenin arasını bozduk.
İslam ve insan !!...Nasıl ki toprak tohuma örtü olup onu bahara saklamakla görevliyse İslam da insana örtü olup onu haşra hazırlayacak olan ilahi noktanın ta kendisi değil miydi? Hal böyleyken nasıl oldu da insan, İslam’dan bu denli uzak kaldı. Kendi hilkatine yaban kaldı.İnsanla –İslamın arası neden bozuldu düşünmek gerekmez mi zaman zaman. Görmeye çalışmak gerekmez mi yanlışımızı.
Gözün neden kendine verildiğini bilen insan yanlışı görmeye muktedirdir. Gözün amacını sadece bakmak olarak sanan görmekten uzak kalacaktır duymaktan ırak kaldığı gibi. Ne uzun süredir güzele bakmaktan uzak, iyiyi duymaktan nasipsiz kulaklarımız… Neden güzele kefil kılamıyoruz ömrümüzü, birbirimizi güvensizliğimizin nemalandığı yeri görmek, düşünmek de gerekli.
Yanlış en büyük başarıyı, kazanımı başıboşlukta elde eder. Aman yarabbi ne çok savrulduk başıboşluğumuzla. Ne nasihatleri duyacak kulağı ne de yanlışı görecek gözü arama çabasına düştük. Anlamadan, dinlemeden ret ettik külfet saydık doğruya intikali. Kolaydı yobaza kapılmak, yoz ahlakla ahlaklanmak.Ucuzdu kulluğu düşürdüğümüz nokta gibi ömrümüz için haşrı değil de haşmeti aramak… Sefada buluruz zannına kapıldık üç günlük olduğunu bile bile yalancı saadeti.
Hâlbuki hayata bakın; geceye-gündüze, mevsimlere, suyu içinde tutan toprağa, ateşe nefes olan havaya bakın; hepsi eşitlikten düzenden yana… Tekmili birbiri hakkına saygılı, kendine verildiği kadarına hakkına razı. Ya insan... En donanımlı en mükemmel en akıllı(!) varlık. Kendisine “Ey Nas” diye seslenilen kadın ya da erkek, ya da siyah beyaz ayrımına tabii tutulmayan, kulluğu aktarma konusunda kulağına aynı hitapla ses akan.
Biz ki dengelerimizi alt üst ettik. Nerede nasıl bozduğumuzu, aslımızı nerede ne zaman yitirdiğimizin bile gafletindeyiz. Hep alacaklı hep haklı olduğunu düşünen insan her zaman kavgayı başlatma hakkını da kendinde bulur. Hep kendimizi alacaklı kabul ettik…Kendimizle bile kavga ettik...
Bilenin, bilmeyene borcudur öğretmek... Bilmeyenin de bilene borcudur kapısını çalmak..
Öğrenmek de, öğretmekle eşit kazanımlı bir alışverişe tabiidir.
Mesuliyetler eşittir.
Din eşitliktir.
Eşitliğin olduğu yerde ocaklar da hatta o ocağın baş eğdiği ayla yıldız da azizdir.
Eşitlik azizliktir. Zillete perde, kaosa dur demektir.
Yanlışın örtüsü yoktur; gözü ,kulağı olana...
Örtsen de yanlışa örtü, bil ki günü gelir o örtüyü İslam’ın doğrusu açar.
Ez cümle;
Bizim kalemimiz yan/çıkmak ya da yan olmak gayesiyle değil Kendisine ezelden öğretilenin gözünün kulağının hakkını verme gayretindedir.Yanlışın örtüsünü çekmek doğrumuzsa çekme gayretimizde Rab izin verdikçe sürecektir..
Eşitliği vaat edene ta ötelerden verilmiş sözümüz var.
Mahcup etme Ya Rab!
Perihan TUNÇOK KILIÇ
Esmize
13 Kasım 2011
YORUMLAR
Bence de İslam dini öyle bir din ki önceden görmüş her şeyi kadına şahitlikte yarım demiş,2 kadın bir erkek şahitliğine eşit,erkek dört eş alabilir, kadından hakim olmaz,imam olmaz,devlet yöneticisi olmaz ve lhasıl eksiksiniz ,yazdıklarınızda eksik olduğunuzunu kanıtı umarım bunları öğrenip,umarım eşitlik kavramınız değişmez,cariyede alabiliyoruz 10,100 belkide bin,siz kadın olarak bu saydığım haklara sahip misiniz,bunlarda akıl ve mantıkla çelişmez,:) biz memnunuz umarım nesilleri bunlara uygun yetiştirrisiniz.
bu sayfa nasıl geldi ben de bilmiyorum....kendime yorum yapmışım!!!????
Esmize - Perihan TUNÇOK K tarafından 11/14/2011 8:10:51 PM zamanında düzenlenmiştir.
mehmet ali unsal
Perihan Hanım Kardeşim.
Bir Tarih Öğretmeni olarak konuya ben de tarihten bazı yapraklarla katkıda bulunayım dedim.
Bir büyük yenilgiden sonra İngiltere parlâmentosu toplanarak 'Çanakkale hezimetini' bütün aşama ve ayrıntıları ile görüştü. (1916) Saatler süren öfkeli, sinirli, gergin ve heyecanlı oturum boyunca milletvekilleri Başbakan David Lloyd George'u hedef alarak en ağır şekilde eleştirip suçladılar. Korkunç ve acımasız hücumlar yönelttiler. Başbakan bütün konuşulanları olanca sükunetiyle sonuna kadar dinledi.
Nihayet, elinde bir kitapla kürsüye çıktı.
Elindeki kitap Kur'an-ı Kerim di...
Kendisine ve orduya yöneltilen eleştirilere, çok kısa ve öz olarak şöyle cevap verdi:
"Şu elimdeki kitabı görüyor musunuz ? Bu, Türklerin taptığı kitaptır. Kuranı Kerim... Biz bu milleti tam 300 yıldır bu kitaptan ayırmaya ve dinlerinden uzaklaştırmaya çalışıyoruz. Demek ki başaramamışız. Zira, bu kitap Türk'lerin elinde olduğu ve onlar bu kitaba göre amel ettiği sürece, bütün dünyanın orduları bir araya gelse, yine de Türkleri yenemezler. Ne vakit ki, onları bu hayat ve kuvvet kaynaklarından soğutur, uzaklaştırır ve ayırırız, işte o zaman Türkleri yenmek dünyanın en kolay işi olacaktır" dedi.
Bir başka örnek:
1820'lerde Fener Rum Patriği olan Papa V. Gregorius, dönemin Rus Çarı'na Türklerin yola getirilmesi ile ilgili bir mektup yazmıştı. Mektuptan Padişah II. Mahmut her nasılsa haberdar oldu. Sürüp giden yıkıcı ve bölücü faaliyetleri, cürümleri nedeniyle patriğin suç dosyası zaten çok kabarıktı. Mektup da deşifre olunca, malum Papa, patrikhanenin kapısında asılarak idam edildi. İşte o mektup:
"Türkleri, maddeten ezmek ve yenmek mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli (dayanıklı, imanlı-şuurlu) insanlardır. Gayet mağrurdurlar. Onurlu ve izzet-i nefis sahibidirler. Bu hasletleri de, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, an'anelerinin kuvvetinden; Atalarına, Padişâhlarına, kumandanlarına ve büyüklerine olan bağlılık itaat, teslimiyet ve sadakatlerinden ileri gelmektedir.
Türkler zekidirler, namuslu ve dürüsttürler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık, cesaret ve secâat (yiğitlik, yüreklilik) duyguları' da an'anelerine (örf, adet, töre, kültür ve geleneklerine) olan samimi bağlılıklarından, ahlâk salâbetinden (sağlamlık ve yüksekliğinden) ileri gelmektedir. Bu nedenle, Türklerde, evvelâ ve mutlaka itaat ve sadakat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek, dini hasletlerini zaafa (zayıflık-kuvvetsizlik) uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, milli ve manevi ananelerine (değerlerine) uymayan harici fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır.
Türkler, dış yardımı reddederler; Haysiyet duyguları buna manidir. Velev (hattâ isterlerse) ki, geçici bir süre için dahi zahiri (görünen) kuvvet verse de, Türkleri mutlaka dış yardıma alıştırmalıdır.
Maneviyatlarının sarsıldığı ve Kur'an dan soğutulup İslâm'dan uzaklaştırıldıkları gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kuvvetli, güçlü, kalabalık ve zahiren hakim kudretler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak kolaylıkla mümkün olabilecektir
Bu sebeple, Osmanlı devleti'ni tasfiye için mücerret (soyut) olarak (yalnızca) harp meydanlarındaki zaferler kâfi (yeterli) değildir, ve hattâ sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet, onur ve vakarını (ağırbaşlılığını) tahrik edeceğinden, hakikatlere nüfuz etmelerine de sebep olabilir.
Yapılacak olan, Türklere hiçbir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı, her ne pahasına olursa olsun tamamlamaktır."
Şimdi olanlar işte bunlardır. Sonunda kısmen de olsa başardılar. Ve eminim ki sizin bu yazınız bazı aydın !!! larımızca bir mürtecinin şeriat sancıları olarak değerlendirilecektir. Ya da her hangi bir yorum yapılmayacak kadar önemsiz bulunacaktır.
Ben kendi adıma artık bunlarla uğraşmaktan bıktım. Zamanımızın Ebu Cehilleriyle uğraşmak daha zor. Ebu Cehil hiç olmazsa Allah'ı biliyor ama sahip olduğu efendilik elinden gideceği için karşı çıkıyordu. Zamanımız Ebu Cehilleri Allah'ı da bilmiyor.
Her neyse. İşe kendimizden başlamak lazım ya nasıl? Onu da unuttuk maalesef.
Selam ve saygılarımla.