SAHİPLİ DÜŞLER
“Evroka”…
Diyen dedikten sonra bir defa daha söylemenin bir zararı yoktur nasılsa. Arayan buluyor gerçekten belasını da Mevlasını da. Yeter ki bulunmak istensin.
Bulduğumun resmidir bu satırlar. Buldum yitiklerimin başlangıcını. Nöbet tutan bir kederle bekliyormuş meğerse bulmamı. Melez tenini güneş ve zaman incitmemiş hiç. Her şeyi olmuş, zaman denilen yalanın sayfalarında. Bir kedisi olmamış ama hiç. Bir küçük kedi sarılmamış ve sürtünmemiş paçalarına. Yalvarmamış sev beni diye. Geçen yılların içinde bir yer bulamamış beyaz tüylerine. Sokak kapısının arkasında unutulmuş yıllar yılı. Sesi çıkmamış. Ağladığı duyulmamış.
Soğuk bir apartmanın merdivenlerinin arkasında bulunmayı ummuş yıllarca. Sahibini görmüş hep rüyalarında. Kâbuslarını kovmuş onsuz gecelerce. “Hayır yaşıyor!” diye diretmiş “gelecek bir gün biliyorum, alacak evinin içerisine!”. Kim istese izin vermiş sevmesine ama içindeki acıyı dindirememiş. Yabancı kollarda hakikat olan el sevdalarına bile dayanamamış. Bulursa doyduğu, bulmazsa doymayı uydurduğu bir hayatı yakalamış kendi kuyruğunda.
Arada bir sokağa çıkmış. Bakınmış sağa sola bir ümitle. Görür müyüm görünür müyüm diyerek. Ne gören olmuş ne görünebilmiş. Güneş gözlerini almış, fersiz kalmış. Bir masal yazmış tüylerince uzun uzadıya. Başka kedilerle dalaşmadan ama arkadaş ta olamadan. Yürümüş sokaklarca. Minare tozlarını koklamış gölgelerinde. Gözüne gölgeler düşünce, başı göklere yükselmiş. Gördüğü ince uzun beyaz şahadet gibi duran minareleri şahit tutmuş tek başına gezdirdiği yalnızlığına. Korkmuş bulutlara bıçak gibi saplanacak minarelerden. Ya bu kadar uzaksa varlığın diye ve ya bu kadar uzunsa bulunduğun dünyaya uzanan yol. Ağaç olsan tırmanır çıkılırsın. Rüzgâr olsan tövbeyle sığınırım. Şimşek olsan… Allah kerim.
Yılları uçurtma kuyruklarına eklemiş yeni yetme çocuklar. Ne kadar uzun olursa o kadar güzel uçacağına inançla. Yorulmuş üstü açılmadık günahta. Soyunmuş varlığından, dönüp geldiği merdiven aralığında yummuş feri sönen gözlerini ve uyumuş derin bir uykuya.
Ummuş geleceğini ama. Söylenen tüm yalanlara inanması bundanmış. Ümit etmekten başka payına kalan olmamış. Anlamış dalarken rüyaya. Hayat denilen heyula aramakla yorarmış. Bulan bulduğunu indirirken kucağından, kıymet ve değerini bilemeden, bulamayanı kuyruğunu yakalamaya çalışan kediler gibi dolanır, ağlarmış. Son bir rüya dilemiş Mevla’sından sahibini göstersin diye. Bir düşün içinde saklamış sıcaklığını ve derin bir uykuya bırakmış kendini.
Bulduklarında tiksinerek bakmışlar çıplak uyuya kalan kediye. Bir kürek ucuyla kazımışlar olduğu yerden bir poşete koymuşlar iğrenerek. Bir zamanlar yaşadığının önemi olmamış. Bir kadın söylene söylene yıkamış en keskin deterjanlarla kedinin sahipli düşlerini dökülen yerlerden. Nefret etmiş buradan başka bir yer bulamadın mı diye dırdırlanmış. Küçük bir çocuk elleri dudaklarında, tırnaklarını ısırmış. İki damla yaş bulmuş kalbinde gizliden. Annesinden habersiz acımış bir rüyanın kazınışına. Kedinin gözünde donup kalan gözyaşı, bir çocuğun gözlerinden tazecik kalbine, ömrünce kurtulamayacağı bir keder olup akmış.
YORUMLAR
kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan kedinin hezimetine tiksinenler mi inanmalı yoksa annesinden habersiz bir rüyanın kazınışına acıyan çocuğa mı? Çocuğun gözlerinden damlayan çiy taneleri ve ömrünce kurtulamayacağı keder de cabası... kediyi ve kendi kuyruğunun peşinde beyhude çabasını kedi olmadan anlayabilmek mümkün değil gibi geliyor. bu depremi yaşamadan anlamaya çalışmak gibi. haber alırsınız ya da görüntüleri seyredersiniz "vah vah" der bir süre sonra etkisinden kurtulursunuz. fakat olay anını ve sarsıntıyı yaşayan bu filmi ömrü boyunca seyredecektir. kedinin kuyruğunun peşine düşmesi gibi yaşanmış da yaşayanın peşinde ayak sesleriyle ürküte ürküte koşturacaktır.
teşekkür ve saygılarımla sayın ASRAN