- 1743 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
Aşk köprüsü..
İlkokulu köyünde bitirince Almanya ya yanına almıştı tek oğlu Ali’yi annesi, okusun adam olsun diye.
Ali, Almanya’ya kısa zamanda adapte olmuş, hatta çokta hoşuna gitmişti buranın özgür, başıboş yaşamı. Köyünde yaz sıcağında dana otlatmaktan kurtulmuş, tek oğul olmanın verdiği avantajın tadını çıkarmak daha bir güzeldi şimdi.
Tabiî ki, lise yıllarına gelmeden her gün bir başka kızla çıkmaya da çoktan başlamıştı bile. Sonunda Helga da karar kılmış ve onunla çıkmaya başlamıştı.
Gençliğinin verdiği heyecan ile ipe sapa gelmeyen hareketleri anasını çok üzüyordu. Tabii ki bu şekilde yetişmesinde anasının payı çoktu. “Evimin direği, tek oğlum” diye üstüne titredikçe, Ali’nin karakteri bir türlü oturmuyordu.
Ali, kız arkadaşı Helga’yla ilişkilerini bilinçsizce derinleştirince, hesapta olmayan bir şey olmuş, Helga, hamile kalmıştı. Bu durumu öğrenen Ali’nin eli ayağı birbirine dolandı, ne yapacağını şaşırdı. Daha liseyi bile bitirmemişti. Bu durumu annesine anlatmaya çekindi. Annesi namusuna düşkün bir insan olduğu için, Helga için de aynı iyi niyeti düşünür ve onların daha öğrenci olduklarını düşünmeden evlenmelerini şart koşardı.
Üstelik Alman Devleti reşit olmayanlara evlenme izni vermiyordu. Ali ile Helga için kâbus dolu günler geçmek bilmiyor, Helga’nın karnı gün geçtikçe büyüyordu. Ali, bu şehirden kaçmak, kendisini kimsenin bulamayacağı uzak bir yerlere gitmek istiyordu da nereye?
Ali’nin beklediği fırsat, annesinin başka bir şehirden iş bulmasıyla ortaya çıkmıştı. Helga’nın hamile olduğunu anasına anlatmadan, yüzüstü bırakıp anasının peşinden uslu oğlanlar gibi gitmişti.
Helga, Ali’nin gitmesinden sonra bir oğlan çocuğu dünyaya getirmişti. Ailesi önceleri kızsa da torunlarını kabullenip adını Marcus koymuşlardı.
Ali, Helga’yı terk ettiği için vicdan azabı çekip eski okul arkadaşlarından gizli gizli bilgi alıyordu. Arkadaşlarından, bir oğlu olduğunu öğrenmişti ama Helga’nın karşısına çıkacak gücü kendisinde bulamadığı için bir daha ne aramış, ne de sormuştu. Kabus gibi geçen yıllarda birkaç kez başarısız evlilikler yapmış, bu evliliklerinden bir kız, bir de erkek çocuk sahibi olmuştu.
Ali’nin gitmesinden sonra Helga, Josef’le evlenmiş, Josef, Markus’u kendi evladı gibi büyütmüştü. Helga’nın, Josef’den de iki kızı olmuştu. Marcus, josef gibi sarışın mavi gözlü değildi. Tam tersi esmer, kara gözlü atletik yapılı bir delikanlı olmuştu.
Marcus’a âşık olmayan kız yoktu okulunda ama onun gözü İranlı Leyla’dan başkasını görmüyordu. Marcus’un bütün dinlere saygısı vardı ama Leyla’nın ailesinin bu konuda ne düşündüğünü bilmediği için üzülüyordu. Aşkı ile arasına hiçbir şeyin girmesini istemiyordu.
Marcus’un aşkından emin olan Leyla, arkadaşlık ettiklerini bir şekilde babasına anlatıyor; fakat Leyla’nın babası Hıristiyan bir damat istemediğini açık açık söyleyip, Markus’la arkadaşlık etmesini yasaklıyor. Hatta gerekirse okuldan alacağını da söylüyor.
Bu olaya çok üzülen Marcus, konuyu annesine açıyor, Leyla’nın babası, kendilerinin Müslüman olmadığı için kızıyla evlenmesine karşı çıktığı için, gerekirse Leyla’yı kaçıracağını, bütün sorunlarla savaşacağını söylüyor.
Helga ise, oğlunun üzüntüsü karşısında ne yapacağını şaşırıp gerçek babasını açıklıyor. Babasının Müslüman olduğunu öğrenen Marcus, sevincinden göklere uçuyor ve hemen babasını nasıl bulacağını araştırmaya başlıyor.
Birkaç ay sonra, babasının okul arkadaşlarına ulaşıp onlardan babasının yeni adresini alıyor. Sevincini annesine anlatıp babasını bulmak için izin istiyor. Arabasına atladığı gibi şehir kazan Markus kepçe babası Ali’yi arıyor. Kendisine verilen adresi buluyor. Tesadüf bu ya, adreste gerçekten Ali adında yaşlı bir adam oturuyor. Markus, adamı görünce “Papa!” diye öyle bir sarılıyor ki, heyecandan adamın yaşına başına bile bakmıyor. Yaşlı adam ne olduğunu anlamıyor. Markus, niye geldiğini iyice anlatıp babasının annesinde kalan tek fotoğrafını gösterince gerçeği anlıyor yaşlı adam. Markus’u kendi elleriyle götürüp Ali’ye teslim ediyor ama oğlu olduğunu söylemiyor.
Baba-oğul karşılaşmaları çok dramatik oluyor. Ali, kendisine ikizi gibi benzeyen gence bakıyor. Eli ayağı titriyor, dizlerinin bağı çözülüyor. Hemen gerçeği anlıyor, bu olsa olsa oğlu Markus olmalı diye düşünüp genç adama sıkıca sarılıyor. Böylece baba-oğul kavuşmuş oluyor.
(Ali anasına daha önceden bir oğlu olduğunu söylüyor, fakat uzakta kalındığı Helga’nın evliliğine zarar gelmemesi için peşine düşmüyorlar.)
Marcus,la babası eve geldiklerinde babaannesi, gelenin torunu olduğunu daha ilk bakış da anlıyor. Çocuğa sarılıp pişmanlıklar içinde ağlıyor.
Birkaç gün babasında misafir kalan Marcus, sevdiği kızı ve kızın babasının tavırlarını anlatıyor. Ali buna çok üzülüyor. Marcus, Müslüman olmaya ve sünnet olup adını Mahmut olarak değiştirmeye karar veriyor.
Leyla’yı babasından istetiyor. Markus’un Müslüman olacağını öğrenen adam, kızını veriyor ve düğün hazırlıklarına başlıyorlar. Ali ile Helga’nın başlattığı köprüyü, Leyla ile Markus kuruyor. Darısı diğer aşıkların başına.
Aliye Uyanık
YORUMLAR
Sevgili Aliye, öncelikle, yazı bölümünde "ben de varım" dediğin için sizi en baştan tebrik ederim.
Öyküye gelince, yazı yazmadığınız halde çok güzel ve akıcı olmuş. Ayrıca hikayenin konusu da hayatımızda olabileceklerden. Nereden, nereye dedirten bir öykü. Eh, ne diyelim, Allah Mahmut'la Leyla'ya mutluluklar versin.
Tebrikler arkadaşım, sevgiler...