- 6013 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAHİNLER VE KEMAL ATATÜRK'ÜN KEHANETLERİ
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BİR KÂHİN MİYDİ?
Dünya tarihinde gelecekle ilgili kehanetlerde bulunan pek çok kâhin ortaya çıkmıştır. Bazı kehanetler zaman içinde tezahür etmiş; bazılarının da tezahür edeceği gün eklenmektedir.
T.C. Devleti’nin kurucusu Gazi Paşa, hayatının hiçbir döneminde kâhin olduğunu iddia etmemiştir. Gazi Paşa, dünya insanlığının takdirini kazanmış, adil, şefkatli, dikkatli, korkusuz, basiretli bir devlet adamı ve büyük bir komutan olmayı başarmış ender liderlerdendir. Gazi Paşa, devletin içinde bulunduğu olumsuz şartları lehine çevirmekle kalmamış; dünya siyasetinin ve teknolojinin hangi evrelere ulaşacağını da önceden tahmin edebilmiştir.
Gelecek ile öngörülerde bulunan Muhittin Arabî, Hintli Mihrace ve Notradamus, bu muhteşem devlet adamı ile ilgili bir takım öngörülerde bulunmuşlardır. İşte o müthiş öngörüler:
a-) Muhittin Arabî Hz.leri:
a-) İslam dünyasında çok önemli bir yere sahip olan Muhittin Arabî Hz.leri; gelecek ile ilgili yazdığı kitabında Atatürk’ü işaret ederek; “Devlet-i Aliyye yıkılacak, batıdan uzun boylu, mavi gözlü bir adam gelecek. Baktığı zaman karşısındaki insanı eritecek. Serbest Fırka kurulacak; adına da Serbest Cumhuriyet denilecek. Dünyaya milletini tanıtacak ve 15 sene hükümdarlık yapacak” Arabî Hz.lerinin bu öngörüleri kurtuluş savaşının patlak vermesiyle ve Atatürk’ün tarih sahnesine çıkmasıyla tescillenmiştir.
b-) Hintli Mihrace:
Hindistan halkı, Kurtuluş savaşı yıllarında Atatürk’e maddi ve manevi destek vererek yanımızda olmuştur. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yani; 1929 yılında Hintli Mihrace, Kemal Atatürk’ü Pera Palas’ta; 10 numaralı odasında ziyarete gelmiştir. Mihrace, Atatürk’e sırlarla örülü altın sırmalı ipek bir seccade hediye etmiştir. Seccadenin üzerindeki desende bir şamdanın asılı olduğu bir düz kemeri; her iki yanında birer güvercini bulunan beş kubbeli bir diğer kemerin çevrildiği görülüyordu. Desenin en ilginç unsuru ise, her iki kemerin arasındaki dal kıvrımı ve gül motifleriyle süslü boşlukta yer alan Romen rakamlı bir saat kadranıydı. Bu saat 09.08’i işaret ediyordu; yani Atatürk’ün öleceği vakti!
Atatürk’ün Öngörüleri:
a-) Bulgar Ivan Manelof ile Sohbet:
Kemal Atatürk, Türk Milleti’nin var olma mücadelesinden mutlak galip çıkacağından emindi. Atatürk’ün 1906 yılında Bulgar Ivan Manelof ile Selanik’te yaptığı şu konuşmalar çok dikkat çekicidir: “Bir gün gelecek; ben, hayal olarak kabul ettiğiniz bu inkılâpları başaracağım. Mensup olduğum Türk Milleti bana inanacaktır. düşündüklerim demagoji mahsulü değildir. Bu millet gerçeği görünce arkasından yürür. Saltanat ortadan kalkacaktır. Devlet mütecanis (tek çeşit) bir unsura dayanmayacaktır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılacaktır. Batı medeniyetine döneceğiz. Batı medeniyetine girmemize engel olan yazıyı atarak, Latin kökünden alfabe seçilecektir. Kadın ve erkek arasındaki farklar ortadan kalkacaktır. Emin olunuz ki, hepsi bir bir olacaktır” Kemal Atatürk, bu konuşmayı yaptığı dönemlerde Devletin başında Sultan Abdülhamit bulunuyordu.
b-) Önemli bir uyarıda bulundu ama…
Gazi Paşa şöyle diyor: “Yataktan kalktım, giyindim. İş odasına girerek bir muharebe emri yazdım” Yazdığı muharebe emri şöyleydi: “Düşman 19 Eylül akşamı taarruz edecektir” “Sonra bu emre alınması gereken tedbirleri ilave ettim. Bu emri Grup kumandanı olan Leyman Fon Sanders Paşa’ya gönderdim. Çok hükmet ettiğim bu zat, benim raporuma gülmüş ve ‘ihtiyattan zarar gelmez’ diye bana da bir şey söylemeye lüzum görmemiş.”
19 Eylül gecesi, kolordu kumandanlarına verdiği emirlerin ve alınması gereken tedbirlerin yerine getirilip getirilmediğini sormuş. Kendisine, tüm tedbirlerin alındığı bildirilmiş; ancak ne yazık ki; kolordu kumandanları da böyle bir emri ciddiye almayıp, hiçbir tedbir de almamışlar! Gazi Paşa, gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığını takip için bir süre sonra yeniden telefon açmış ve olayın sonucunu yine Gazi Paşa’dan öğrenelim: “Ben daha telefon konuşmamı bitirmeden, düşman topçusu muharebe hattımız üzerine ateş etmeye başladı. Gece muharebe ile geçti. Benim ordumun sağ cenahındaki ordu yarıldı, esir oldu ve boş kalan cepheden geçen düşman süvarileri Leyman Fon Sanders’in karargâhını bastı. Hakikat anlaşılmıştı; fakat neye yarar…”
c-) Donanma Kehaneti:
Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu, 1.Dünya Savaşı’na Almanya ile birlikte girmiş, Almanya’nın yenilmesiyle de mağlup duruma düşmüştü. Bu gereksiz savaş, Osmanlı İmparatorluğu’nun her şeyini kaybetmeye yetmişti. Savaş sonrasında, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalanmış; Osmanlı İmparatorluğu topraklarını kaybetmekle kalmamış, yavaş yavaş tarih sahnesinden de silinme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. İstanbul’un işgal günlerinde İstanbul’a dönen Gazi Paşa, düşman donanmalarını Dolmabahçe Sarayı önünde görünce büyük bir üzüntüyle: “Geldikleri gibi gidecekler…” Olayın sonrasını herkes biliyor; geldikleri gibi gittiler.
Gazi Paşa’nın bu sözleri, Notradamus’un “Centurien” adlı kitabındaki öngörüsüyle büyük bir benzerlik arz ediyor. Şöyle ki: “Kongre başkanını tutan devlet adamları işgal kuvvetlerince Malta’ya sürülecek. Girilmiş İstanbul’a, alınmış Rodos Adası ama geldikleri gibi gidecekler…”
Tarihi bilgilerimizi gözden geçirdiğimizde; 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas Kongresi toplanmıştı. Kongre başkanlığına işgale meydan okuyan Gazi Paşa seçilmişti. Ne var ki; Gazi Paşa’yı destekleyenler işgal kuvvetleri tarafından Malta Adası’na sürülmüştü.
d-) Casusları gözlerinden tanırdı:
Kemalettin Sami Paşa; İstanbul’un işgal günlerinde (16 Mart 1920) gemi ile Anadolu’ya geçerken; gemide Hintli bir Müslüman olan Mustafa Sağir ile tanışmıştır. Hintli, kendisini Hindistanlı Müslümanların yolladığını, Atatürk’e Milli Mücadele’de maddi ve manevi yardımda bulunacağını söylemiştir. Kemalettin Paşa, kötü günlerde Hindistanlıların daima Türklerin safında yer aldığını bildiğinden bu Hintli Müslüman’ın söylediklerinden etkilenmiştir. Mustafa Sağir’in Atatürk ile görüşmesini sağlamıştır; ancak Gazi Paşa, uzun süren görüşmeler sonunda Hintliyi göndermiş ve Kemalettin Paşa’ya şöyle demiştir: “Bana bak Kemal! Bu adam casustur” Gazi Paşa’nın bu ani tepkisi karşısında şaşkına dönen Paşa; “Aman Paşam, siz de çok şüphecisiniz” diyerek Gazi Paşa’ya inanmadığını ifade etmiştir. Gazi Paşa, derhal yaveri olan Hayati Beyi yanına çağırarak şu emirleri vermiştir: “Bu Hintli İngiliz casusu olacak. Kendisini takip etsinler. Mektuplarını da çok dikkatli okusunlar…”
Hayati Bey, Hintliyi sürekli takip ederek pek çok mektup ele geçirmiş ve bu mektupları kimya öğretmeni olan Avni Re-fik Bey’e teslim etmiştir. Mektupların analizleri yapıldıktan sonra Hintlinin bir İngiliz casusu olduğu anlaşılmıştır. Hintli yakalanmış, suçunu itiraf etmiş ve sonrasında idam edilmiştir.
e-) Görülemeyen yerleri görürdü:
Sakarya Savaşı sona ermiş, cepheden alınan bilgiler Gazi Paşa’ya okunuyordu. Kâğıttaki bir notta cephe komutanlarından biri, Seyit Gazi’nin Kuzey doğu yönünde bir düşman ırkasının dolaşmakta olduğundan bahsediyordu. Gazi Paşa, kaşlarını çatıp bir süre düşündükten sonra; “Hayır! Orada düşman yoktur. İyi baksınlar! Subay, öğ-leden sonra tekrar Gazi Paşa’nın yanına gelerek; “Haber aldım komutanım. Bahsedi-len yerde düşman yoktur” diyerek, Gazi Paşa’nın öngörüsünü onaylamıştır.
f-) Sözünü Yerine Getirirdi:
Anadolu topraklarını düşman işgalinden kurtarmak amacıyla başlatılan Büyük Taarruz amacına ulaşmıştı. Ordularını yok olmaktan kurtarmak isteyen itilaf devletleri, Gazi Paşa’dan randevu talep ederek görüşmek istemişler; ancak Gazi Paşa gönderilen elçilere şu cevabı vermiştir: “Sizinle 9 Eylül 1922 tarihinde Nif (Kemalpaşa) Kasabası’nda örüşebilirim” Çok tuhaftır ki; Türk ordusu bu sırada Nif Kasabası’nın çok uzağında bulunuyordu. Çarpışarak ta olsa, normal şartlarda da olsa verilen tarihte orada olmak mümkün değildi. Ancak aradan on gün geçmişti ve Gazi Paşa söylediği tarihte orada bulunuyordu. Bu durumu Nutuk’ta şöyle izah etmiştir: “Dediğim gün Nif’te idim, fakat benden randevu isteyenler orada yoktu…”
g-) Ankara’nın Başkent Olmasını İstedi:
Gazi Paşa’nın özellikle Ankara’yı Başkent yapmak istemesinin sebebi bir hayli ilginçtir. Konu ile ilgili olarak Gazi Paşa bakın neler söylemiş: “Ben Türk’ün imkânsızı imkân haline getiren kudretini bütün dünyaya göstermek için Ankara’yı istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar yeşil ağaçların çevirdiği villalar arasından uzanan yeşil sahalar, asfaltlar ve binalarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceği, yakında olacak…” Ankara 13 Ekim’de başkent oldu. Bir kısım Avrupa Devletleri, Ankara’nın nü-fusunun azlığını ve kırsallığını ileri sürüp, Başkent Ankara’ya büyükelçi göndermeyeceklerini bildirseler de; Atatürk, batılıların bu anlamsız tavırlarına hiç önem vermemiştir.
h-) İtalyanlar, Habeşistan’a Saldıracak!
Atatürk’ün yakın arkadaşı olan Münir Hayri Egeli diyor ki: “Habeşistan Savaşı başlamadan önce İtalya’nın Rodos’a askeri harekâtta bulunduğu günlerdi. Bir akşam Atatürk’ün sofrasına davet edilenler onu balkonda gezinirken buldular. Atatürk: ‘Tevfik Rüştü nerede?’ diye sordu. Ankara Palas’ta bazı sefirlere ziyafet veriyorlar’ dediler. Daha sonra hep birlikte davetin verildiği Ankara Palas’a gidildi. Atatürk, Arnavut Elçisi Asaf Bey’in yakınında giriş ve çıkış kapısını iyi görebileceği bir yere oturdu. Atatürk; ‘Asaf Bey, gazetelerde bir takım resimler görüyorum. Arnavutluk’ta operet mi oynanı-yor?’ Bu sözler ile Kral Zogo’nun sorguçlu resimlerini kastettiğini anlayan elçi şaşırıyor ve Atatürk devam ediyor. Cumhuriyet’te ne zarar görüldü ki, krallık ilan edildi. Hem takip edilen politika tehlikelidir. İtalya’nın Arnavutluk’u Balkanlar’da bir basamak yapması muhtemeldir’”
Atatürk’ün sözlerine müdahale etmeye yeltenen İtalyan sefirine Atatürk şunları söylemiştir: “Haber aldığımıza göre Roma’da bazı öğrenciler elçilik önünde gösteri yaparak Antalya’yı istemişler. Antalya sigara paketi midir ki sefir cebinden çıkarıp versin. Antalya buradadır. Buyurun alın. Hem benim bir teklifim var. Hakikaten böyle bir şey düşünüyorsa Mussoloni’ye müdahale edelim. Antalya’ya asker çıkarsın. Bütün icraat tamam olunca harp ederiz. Mağlup eden hakkına razı olur” İtalyan Sefiri; “Bu bir harp ilanı mıdır?” diye karşılık verdi. Atatürk: “Hayır, ben burada bir fert olarak konuşuyorum. Türkiye’de harp ancak TBMM’nin yetkileri içindedir” Bunun üzerine Başbakan İsmet İnönü’ye haber verilmiş, çok geçmeden İsmet İnönü Ankara Palas’a gelmiştir. Atatürk, İsmet Paşa’nın geldiğini haber alınca; “Hükümet geliyor, biz gidelim” diyerek Çankaya’ya Köşkü’ne çıkmıştır. Orada şunları söylemiştir: “İtalya ile harp tehlikesi yoktur. Rodos’a yapılan hareket Habeşistan’a yönelecektir.”
O yıllarda İtalyan Faşizmi yeni sömürgeler aramakla meşguldü. Avrupa’da yayınlanan gazetelerde İtalya’nın Rodos Adası’na yakın Anadolu topraklarını işgale hazırlandığı-nı yazıyordu. Türk Hükümeti de her ihtimale karşı tedbirliydi. Ancak Atatürk’ün işaret ettiği gibi İtalya Habeşistan’a saldırmıştı.
i-) Rusya altmış parça olacak!
Bilindiği üzere, Kurtuluş Savaşı’nda Ruslar Atatürk’e destek vermişti. Atatürk, Lenin’in ve Stalin’in tüm politikalarını yakından takip ediyordu.1936 yılında Çankaya’da bir akşam yemeği sırasında Rusya meselesini konuşuyordu. Masadaki arkadaşları sürekli Rusya’nın tarımda, sanayide, ekonomide ve askeri alanlarda büyük ilerlemeler kaydettiğini anlatıyorlardı. Atatürk, arkadaşlarının konuşması bitince masadaki bir tabağı alıp hızla yere vuracakmış gibi yapıp; “Eğer bunu yere bırakırsam kaç parça olur?” diye sormuş. Masadakiler; “Kırk parça olur Paşam” diye cevap vermişler. Atatürk; “Hayır, bilemediniz! Biraz sabredin. Yurtta Sulh, Cihanda Sulha sarılın. Çünkü 60 yıl sonra Rusya 60 parça olacak. Bu nesil, Bolşevik İhtilalı yaptı. Kan kussa, kızılcık yedim der. Oğulları da babalarının istikametinde gider. Ama ondan sonraki nesil, Rusya’yı 60 parçadan böler… Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır, fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Os-manlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün Rusya’nın elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dos-tumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çık-maya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlan-mak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını beklemeliyiz. Rusya bir gün dağılacaktır. O zaman Türkiye onlar için bir örnek ülke olacaktır.”
j-) Avrupa Birliği Kurulacaktır!
Atatürk, dış politikaya büyük önem vermiştir. Komşularımızda meydana gelebilecek olaylardan ülkemizin de etkileneceğini çok iyi biliyordu. Atatürk, çocukluk arkadaşı Asaf İlbay ve bazı dostlarıyla Çankaya köşkünde dış siyaset konuşuyordu. Paşa şunları söylüyordu: “Bir Balkan Birliği’ne lüzum vardır. Beni bırakınız ki fırkamın lideri olarak Balkanlar’da bir seyahat yapayım. Balkan Devlet adamlarıyla konuşayım ve efkârı umumiyeyi hazırlayayım. Dünyanın ufkunda kara bulutlar görüyorum. Balkan Birliği kurulabilirse, bir Avrupa Birliği’ne yol açabilir. Batı devletleri de er geç birleşmiş ola-caklardır. Evet, bir Balkan Birliği ve sonra da Batı Devletleri Birliği beşeriyeti ve ulus-ları görünür görünmez felaketlerden koruyabilir. Yoksa insanlığın başına gelecek fe-laket ve ıstıraplara ölçü yoktur. Dünya bir uçuruma doğru gidiyor…”
Avrupa Birliği düşüncesi ilk olarak 2. Dünya savaşı sonrasında ortaya atılmıştı. 1960’lı yıllara gelindiğinde Batı ülkeleri tarafından üzerinde konuşulmaya başlanmış olan bu düşünce, 1980 yılında ancak genişleyebilmiştir.
k-) Annesinin Öleceğini Gördü!
Atatürk, trenle yurt gezisi yaparken, kompartımanında uyuya kalmıştı. Rüyasında büyük bir sel, annesini alıp götürüyordu. Endişeyle kalkıp, bir sigara yaktıktan sonra yaveri Ali Çavuş’u yanına çağırarak; İzmir’e bir telgraf çekilmesini ve annesinin akıbe-tinden haberdar olmak istediğini söylemiştir. Kısa zamanda telgrafa cevap gelmişti. Zübeyde Hanım, ilerleyen rahatsızlığı sonucunda Uşakizadelerin evinde vefat etmişti. Atatürk, memleket meseleleriyle ilgilendiği için çok sevdiği annesinin cenazesine yetişememiş; annesinin ardından şunları söylemiştir: “Bana malum oldu. Bunun kâbusunu gördüm ben. Anam, zavallı çilekeş anam. Benim anam öldü, başka analar sağ olsun…”
Konuyu toparlayacak olursak; ülkemizin dünyada sözü geçen bir ülke olabilmesi için “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk gibi liderlere ihtiyaç vardır. Ufukların ötesini görebilen, sorunlar karşısında acizlikten gözyaşı dökmeyen, hiçbir şart altında bağımsızlığından ödün vermeyen, gözlerine baktığı büyük devlet liderlerini titreten, aldığı kararların daima arkasında duran, Devletinin ve Milleti’nin menfaatleri doğrultu-sunda politikalar geliştiren liderlere ihtiyacımız vardır. Ülkemizin şu an içinde bulun-duğu tabloya baktığımızda; ülkemizin ve milletimizin özlenen seviyeden bir hayli uzak olduğunu görebiliriz.
Halit DURUCAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.