- 7794 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
ATATÜRK'ÜN KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ
ATATÜRK’ÜN KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ
NOT : Bu yazıyı hazırlarken pek çok kaynaktan faydalandım. Atatürk cihana sığmadı ki, bu yazıya nasıl sığsın? Eksiklerim olmuşsa, ki- muhakkak vardır, affınıza sığınıyorum değerli arkadaşlarım.
* Boyu 1.74 idi.Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46′ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi.
* Atatürk, boğazına düşkün, çok yiyen bir insan değildi. Kendisi bir konuşmasında ziyafetlerde çok yemek yenmesini tasarrufa aykırı bulduğunu ve sağlığa zararlı olduğunu söylemiştir.
* Sabah kahvaltısında; çay, kahve içer, fazla bir şey yemezdi. Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini ve sigarasını burada içerdi.Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı. Sigara ve kahveyi severdi. Günde 10-15 fincan orta şekerli kahve ve 40-50 arası sigara içerdi.Soğuk ayranla, bir dilim ekmek yerdi. Bazen bir kâse yoğurt yer, sonra sütlü kahve içerdi.Öğle yemeğinde bir iki dilim ekmek yerdi. Etsiz kuru fasulye, pilav çok sevdiği yemekti. Kuru fasulyeye, yağlı fasulye derdi. Ayran ve limonata içerdi.İki dilim ekmeği ayrana batırarak yerdi. Yoğurdu da ayrıca yiyordu.”Kuru fasulyeye okulda alıştım.” demiştir. Kışla yemeği, askerî yemek sayılmıştır kuru fasulye. İkindi üzeri ekmeksiz bir bardak ayran içerdi.Sofradan genellikle doymuş olarak değil, aç kalkarmış. Akşam yemeğinin ayrı bir önemi var. Konuklarıyla birlikte yerdi. Devlet görevi akşam yemeklerinde devam ediyordu. Omlet severdi.Özellikle gece geç saatlerde acıkınca peynirli omlet yermiş. Sahanda yumurtayı da severmiş. Etli taze bamya de sevdiği yemeklerdendi. Karnıyarık da sever, pilavla karıştırarak yermiş. Haşlanmış kuşkonmaz da sevdiği bir yemekmiş. Enginarı hiç yememiş. İstediği halde hiç yiyememiş. Hastayken enginar yemek istemiş. Hatay’dan ısmarlamışlar. Fakat kendisi komaya girmiş ve yiyememiş. Ara sıra fava denilen zeytinyağlı, limonlu bakla ezmesinden istediği olurdu. Tatlılarla arası pek iyi değilmiş. Ama gül reçeli severmiş. Meyvelerden kavunu seviyormuş. Kavrulmuş, tuzlu leblebi, fıstık da sevdiği yiyeceklerden. Soğan, sarımsak, pastırma gibi kokulu yiyecekleri sevmiyormuş. İçkilerden rakı ve bira içiyordu. Sofrasında çeşit bol değilmiş.
* Sofrada uzun süre oturmak geleneğini Atatürk’te görmekteyiz. Bugün çağdaş ülkelerde insanlar, sofralarda uzun zaman oturmaktadırlar. Tartışırlar, eğlenirler, iş hallederler. Atatürk de öyle yapmıştır. Sofrayı O, ülke sorunlarını çözümlemede bir araç olarak kullanmıştır. Sağlıklı beslenmenin koşullarından olan az yemek, Atatürk’ün de beslenme politikası olmuştur. Onun sofrasında bol çeşit olmaması da bu hususu kanıtlar. Geleneksel Türk içkisi olarak O’da rakıyı seviyor ve leblebi, kavun gibi mezeler yiyor. Bunlar da O’nun geleneksel yanlarından birisini oluşturuyor. Beslenmesinde Türk zevkinin egemen olduğunu görüyoruz. Türk mutfağının yemekleri, mezeleri, tatlıları, içecekleri ve meyveleriyle besleniyordu. Avrupa mutfağının yiyecekleriyle beslenmemiştir.
* O’nun döneminde devlet görevlilerinin sofralarında et yemeği hemen hemen yoktu. Kebaplar, yağlı ağır yemekler yemiyordu. Bazen tavuk yada hindi yeniyordu. Anadolu’da halk eti Kurban Bayramında görebiliyordu. Ülke yoksul durumda idi. Halkının et yemediğini Atatürk çok iyi biliyordu. Kendi sofrasında da bazen etli yemek oluyordu. O’nun ülkenin bu yoksul durumunu göze aldığını ve bu nedenle de et yemediği söylenebilir. Yemek sofrasında ve sevdiği yemeklerde daha çok sebze ağırlıklı yemekler dikkati çekiyor. Yemeklerdeki gelenekselliği sürdürmesi, O’nun geleneksel Türk kültüründen kopmayışının bir kanıtıdır.
* Kendine koruma önlemi aldırmaz ve buna çok kızardı. Önemli memleket meselelerini geceleri ve yemek esnasında görüşür, hangi konu görüşülecekse o konuya vakıf kişileri çağırırdı. Hiç kimse Atatürk’ün sofrasına izinsiz, davetsiz gelemezdi. Her şeyi bilmek , her bildiğini değerlendirmek inancında idi. O nedenledir ki konuştuğu insanları rahatlatabilmek , her şeyi konuşabilmek ve çözümlemek için sofrasına çağırırdı. Şu inançtaydı; içki ve dostlukla rahatlamış insanlar , bir süre sonra fikirlerini cesaretle ortaya koyar, bildiklerini , işittiklerini kendi görüşlerine göre değerlendirirlerdi. Bu yüzden Atatürk; bir çok devlet memleket, dünya meselelerini zaman zaman sofraya getirmiş , orada konuşulmuş hatta karara bağlamıştır. Devlet ,memleket , dünya olayları Atatürk sofrasının aynasıdır. Fikirler ulusal görüşlere orada dönüşürdü. Örneğin, sofrasındaki en yakın arkadaşlarını çevresinden uzaklaştırır, bakan,başbakan değiştirir ,kadrosunu kurar, kadrosunu tasfiye eder, halkı aydınlatır ve devlet adamlarını uyarırdı. Mustafa Kemal, “İçkiyi severim, fakat istediğim zaman bunu keserim. Vazifem esnasında bir damlasını ağzıma koymam. Vatan işlerine içki karıştırmam. İçki ve vazife iki ayrı şeydir” derdi. Çankaya’da, çalışma vakti gelince sofradan kadeh ve meze kalkar, yerine kağıt ve kitap gelirdi.
ATATÜRK’ÜN SOFRASI İLE İLGİLİ ANILAR, DÜŞÜNCELER :
Hilmi Uran:
“Atatürk’ün sofrası umumi karakteriyle bir bilginler sofrasıydı.”
Kılıç Ali:
“Sofrasının çok muntazam olmasını isterdi. Sofrasına otururken her şeyin yerli yerinde, düzgün halde bulunmasına bilhassa ve bizzat dikkat ederdi. Sofranın tanziminde, sofra örtüsünde, tabaklarda, çatal bıçaklarda bir çarpıklık, bir yanlışlık görürse bunları bizzat düzeltir, ondan sonra sofraya otururdu.”
F. Rıfkı Atay:
“Bu bir içki ve cümbüş sofrası değildi. Dostları ile hatta düşmanları ile sohbet ve tartışma meclisi idi. (..) Pek azı zevk ve eğlence meclisi olmuştur. Saatlerce pek ciddi şeyler okur veya yazardık. (..) “Türk dili ve Türk tarihi meselelerinin, onun sofrasında tam bir fakültelik zaman tutmuş olduğunu tahmin ediyorum.”
Sabiha Gökçen
"Şu bilinmelidir ki, Gazi Paşa’nın sofrası asla bir işret alemi yeri, bir vakit geçirme, bir zaman öldürme yeri değildi.. O bu sofrayı adeta bir okul haline sokmuştu. Dünya sorunlarının, yurt sorunlarının, ilmin, felsefenin, sanatın, insanlık idealinin ve uygar Türk Ulusu’nun geleceğinin sabahlara kadar tartışıldığı bir okuldu bu sofra... Aydınlıklarla, iyi niyetlerle dolu bir sofra."
Soyadını Atatürk’ ten alan İbrahim 1925 yılından ölümüne dek Atatürk’ ün sofrabaşılığını yapmış ve anılarında Atatürk’ ün sofralarına şöyle yer vermiştir :
“Atatürk’ün sofrası, sofradan çok bir okula benzerdi. Sofrayı hazırlarken nasıl çiçekle süslemeyi ihmal etmezsem tabakların, bıçakların yanına mutlaka birer bloknot ile kalem yerleştirmeyi de hiç unutmazdım. Yemek odasının bir köşesinde de okullardaki gibi bir de kara tahta bulunurdu. Tebeşiriyle silgisiyle o da sofranın bir parçasıydı. Belki şaşanlar olurdu ama o karatahtaya ben bile çağrılmıştım.
Biz sofrayı hazırlarken, Atatürk’ün davetlileri de genellikle bilardo odasına alınırlardı. Bazen Atatürk davetlilerini bilardo oynarken karşılardı. Bilardoyu çok oynardı. Davetliler tamam olunca da: ‘Buyurun, isterseniz sofraya oturalım’ diyerek ev sahipliği yapardı. Sofrada konuşulan, yada tartışılan konular, çoğu kez şafak sökünceye kadar sürebilirdi. Tartışılan konuyu ise, düşüncelerini öğrenmek istediği misafirlerine:
‘Beyefendi, siz bu konuda ne buyuruyorsunuz?’ diye sorardı. En uzun konuşmaları bile sabırla dinlerdi. Sonra da bir başka misafire dönerek: ‘Ya siz ne diyeceksiniz acaba? Ya da sizin bir diyeceğiniz var mı’ diye sürdürürdü.
Kısaca, sofrasında bulunanların gözlemleriyle de belirtmeye çalıştığımız, Atatürk’ün sofrasına çağırılanlar; elbette O’nun değer verdiği kişilerdi. Çoğu kez kalabalık bir topluluğu oluşturan bu kişiler; hepsi kendi alanlarında otoriter isim yapmış kimselerdi”
Yokluk ve savaş yıllarında yetişen Atatürk yemek seçmez ve ısrarla yemek isteği olmazdı. Bir konuşmasında ziyafetlerde çok yemek yenmesini tasarrufa aykırı bulduğunu ve sağlığa zararlı olduğunu söylemiştir. Damak zevki konusunda geleneksel yemeklere ve özellikle zeytinyağlılara önem verirdi. Hemen hepimizin bildiği gibi en sevdiği kuru fasulyeydi. Kuru fasulye ve pilav Atatürk’ ün vazgeçilmezleriydi. Ana yemeklerde tereyağı kullanılmasını isterdi.
1931 – 1935 yılları arasında Atatürk’ in aşçılığını yapan Halit Atay anılarını şöyle anlatıyor :
“Atatürk sabaha kadar çalışırdı. Sabah, iki yumurtalı, içerisine beyaz peynir katılmış omlet yerdi. Bazen, omletin soğuk olduğunu söyler gönderirdi. Biz de tekrar yapar gönderirdik. Yemek konusunda çok titizdi ve asla soğuk yemek yemezdi.’
Atatürk’ün en sevdiği yemeğin kuru fasulye olduğunu ifade eden, bu nedenle mutfaktan kuru fasulyenin eksik olmadığını kaydeden Atay, ’İster Çankaya’da olsun, isterse Dolmabahçe’de, kuru fasulye yemeği yapardık. Hatta trenle yolculuk yaptığımız zamanlar bile ilk yaptığımız yemek, kuru fasulyeydi’
Halit Atay, Atatürk’ün toplantı için Yalova’ya gittiği dönemde, Dolmabahçe Sarayı’nın mutfağında, ocakta unutulan bir tencerenin, yangın çıkmasına neden olduğunu da şöyle anlatıyor :
’O gün sabah erkenden mutfakta çalışmaya başladık. Büyük tencerelerle krema hazırlıyorduk. Ocağın üzerine bıraktığımız tencereyi unuttuk ve diğer işleri yapmaya başladık. Ocağın üzerinde unuttuğumuz tencere çok ısınmış. Bir patlama oldu. Patlamadan sonra mutfakta yangın çıktı. Yangını söndürmek için itfaiye ekipleri geldi. Yangın büyümeden söndürüldü. Bunun için çok sayıda ifade verdim. Ne kadar çok ifade verdiğimi hatırlamıyorum. Bu durum Atatürk’e ulaştı. (Bize şimdi kızacak) diye beklerken, o bize hiç kızmadı.’
İsmet BOZDAĞ Atatürk sofralarını şöyle anlatıyor :
“Atatürk, sofra ne kadar kalabalık olursa olsun, bütün konukları ile tek tek ilgilenir, onların eksiklerini görür, isteklerini hemen fark ederdi. İçki içerken mezelere el sürmez, sadece leblebi yemekle yetinirdi. Leblebiyi, derin bir çanaktan sağ elinin üç parmağı ile alır, teker teker ağzına atar, sofrada yabancı yoksa, leblebiyi havaya atar ağız ile yakalardı.
Güzel bir fikir söyleyen, ya da güzel bir espri yapan oldu mu, elindeki birkaç leblebinin bir yada ikisini bu arkadaşının avucuna koyarak beğenisi açıklardı.
Sevdiği yemekler: Etsiz kuru fasulye(Atatürk buna “yağlı fasulye” derdi), pilav, omlet, karnıyarıktan hoşlanırdı. İçki ne kadar uzarsa uzasın yemek yemez, içki bittikten sonra yemeğe otururdu.”
* Bir ders ve tedris yeri olan sofrasında sabahlayan Atatürk, ekseriya, “İnönü çalışıyor, ben rahat ediyorum” derdi.Uykunun dostu değildi. Zaman zaman geçirdiği kısa hastalıkları müstesna; sabah güneşini görmeden yatağına girmez ve uyumazdı.
* Evinde ,çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.
* Uykusu çok hafifti. Yaşamında hiç kimseyi pijamasıyla karşılamamıştır. Çalışkanlığı, zekası, kibarlığı, dürüstlüğü, hiç kimseden çekinmeden her şeyi herkesin yüzüne karşı söylemesi en büyük özellikleriydi.
* Alnı geniş, kaşları çok gür ve kalkık, dudakları ince, saçları altın sarısı, gözleri masmavi, omuzları geniş, elleri ince ve zarifti.
* Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi. Konuşma zevki ve merakı ile renkli, neşeli ve sade anlatış üslubuna sahipti.
* Kuvvetli ve yanılmaz bir hafızaya sahipti.
* Sevdiklerine “ çocuk” diye hitap ederdi.
* Frenk musikisine bağlı, alaturka musikide ise makamları ayırabilecek kadar bilgili idi.
* Yerine göre türküler de söylerdi. Sesi mat, yavaş, tatlı ve cazibeli idi. Bilhassa Rumeli türküleri söylerken derin ve onulmaz bir gurbet ve sıla acısı gözlerinde yaşarırdı.
* Atatürk’ün kendisine mahsus telaffuz ettiği bazı kelimeler vardır. Mesela: Tabancaya “tapanca”, kırbaca “kırpaç”, henüze “henus”, muhakkaka “muhakkaka”, yoğurta “yuğurt”, sarhoşa “sarfış” derdi. En ağır kelimesi “ebleh” yerine geçen “hebenneka” (ahmak) idi.
* Tevazu ve mahcupluğu ile tanınırdı.
* Mükemmel ölçülerde siyasi ve askeri kabiliyete sahipti.
* Kimi severse onlara yakınlık gösterirdi. Kendisine yakın arkadaşlarının ailelerini de toplardı.
* Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya düşkün değildi, ama cani istediğinde çok sevdiği gül reçelini tercih ederdi.
* Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. “Fox” adını verdiği köpeği, Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti.
* En sevdiği dans valsti. Zeybek de oynardı. Oyunu efekari ve kibardı. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu.Klasik Batı müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.
* Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre`de özel olarak dikilirken sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük edebilmekiçin Beyoğlu`nda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı.
* Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi.Lacivert takım giymeyi sevmezdi.
* Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızca’yı sonraki yıllarda geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardı. Konuşurken araya Fransızca sözcükler de eklerdi.
*Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı.Oyun sonunda
kazandıklarını iade ederdi.
* Sportmen kişiliği vardı. Her gün at biner, yüzmeye gider ve bilardo oynardı.
* Eğitim hayatı boyunca en başarılı dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayatı boyunca sürdü.
*Kuşları çok severdi.Çankaya Köşkü`nde özel bir bakıcının ilgilendiği güvercinliği vardı.
* Millî Mücadele’de millî birliği temin eden eşsiz bir liderdir.
* Büyük vazife ve mesuliyet adamı idi. Zihni daima bir düşünceye takılı idi.
* Sık sık derine inen bir felsefi düşünüş, ince bir zekanın ve titiz bir sağduyunun devamlı kontrolü altında bir mantıkçılık, duyduklarını kolayca tutup kavrayan, sonra hepsini boş bir sentez içinde yoğuran bir muhakeme, metotlu ve ilmi bir tefekkür eksikliğinin boşluğunu örtmekte idi.
* Mektep dersanelerinde olduğu gibi kara yazı tahtası daima karşısında duran feyizli sofrası; bazı geceler uzun sürerdi.Arkadaşlarının tahammüllerinin tükendiğini gözlerinden anlayan Atatürk; tuzlu leblebisinden veya şamfıstığından birkaç tane verir, uykularını giderirdi. Daha laubalilerini yüzlerini yıkamaya sevk ederdi. Fakat o gecenin ilhamının ortaya koyduğu mevzuyu neticeye bağlamadan yemek gelmesini emretmezdi.Sarhoşluktan hiç hoşlanmazdı.
* Ramazan ayı gelir gelmez Atatürk’ün emriyle, İncesaz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil geceleri de köşkte saz çalınmazdı. Hafız Yaşar (Okur) ’u huzuruna çağırır, Kur’an-ı Kerim’den bazı sureler okuturdu. Ayrıca Peygamber efendimizin dirayetli bir devlet adamı, iyi bir başkumandan olduğunu da sık sık tekrarlardı.
* Gerek Kur’an, gerek mevlit okunurken çok mütehassis olduğu görünürdü. Hatta Mızıka heyetinde bulunan hafızlardan ramazanlarda camilerde mukabele okuyanlara bir ay müddetle izin verirdi.
* 1927 yılında Büyük Nutuk’unu yazarken akşamları yine sofra kuruluyor, herkes karşısında yiyor, içiyor; fakat o, ağzına bir damla bile içki koymamıştır. Hatta yemek yerken herkesin içişini gülümsemeyle seyretmiş, kırk sekiz saat hiç gözünü kırpmadan yazıyı dikte ettirmiştir. Öyle ki, yazı yazmaktan yorulan değişiyor, fakat o, binlerce belge arasından ayırdığı notlarıyla büyük eserini tamamlamak için uykusunu bile vermekten çekinmemiştir.
* Yakınlarının deyişlerine göre, Atatürk, küçük yaşlardaki çocuklardan hiç hoşlanmaz, hele viyaklamalarına, yaramazlıklarına kesinlikle katlanamazmış. Yalnız; ömrünün sonlarına doğru, kundakta görür görmez, hayret edilecek bir yakınlıkla sevip, bağlandığı küçük Ülkü bunların dışında. Fakat yine hayret edilecek bir şey ki, genellikle küçük çocuklardan hoşlanmayan Atatürk, ömrü boyunca rastladığı kimsesiz çocukları evlat edinip bağrına basmaktan da kendini almamıştır.Atatürk, gençliğinden beri, kız, erkek dokuz çocuğu evlatlık edinmiştir.Atatürk’ün bu koruyuculuk özlemi, daha çok ömrü boyunca evlatsız kalıp, annesinin ölümünden sonra kız kardeşinden başka bir yakını bulunmayışından ileri gelmektedir. Koruyuculuk ettiklerinin hepsiyle ilgilenerek, özellikle iyi yetişmeleri için her fedakârlığa katlanan bir baba şefkatiyle severdi.O kadar ki; sofrasında daima beraber bulundurur, her arzularını yerine getirirdi.Hesabını kitabını iyi bilmekle tanındığı halde, evlat saydıklarından hiçbir şey esirgemezdi ve etrafındakilerin de, onları sevip saymalarını isterdi.Çankaya Köşkü’nde, hepsinin bir arada bulunduğu zamanlarda, aralarına kıskançlık girmesin diye, iş taksimi yapardı.Masraflarını, Genel Sekreteri Hasan Soyak’a gördürürdü. Harçlıklarını da onun vasıtasıyla verdirirdi.
ATATÜRK KAPALI YERDE VE GECE FOTOĞRAF ÇEKTİRMEZDİ
*Atatürk’ün fotoğrafla ilgili bilinmeyen bir özelliğini Hanri Benazus şöyle anlatıyor : "Atatürk’ün gözleri mavi olduğu için çok hassastı. O zamanlar bugünkü gibi modern flaşlar yoktu. Işık olarak magnezyum çubukları yakılırdı. Fotoğrafçılar onları yakar öyle fotoğraf çekerlerdi. Atatürk’ün gözlerini bunlar rahatsız ettiği için hiçbir zaman kapalı yerde ve gece fotoğraf çektirmezdi. Çok az sayıda kapalı yerde fotoğrafı vardır. Onlarda özel olarak her taraftan ışıklar açık olduğu için flaşsız çekilirdi.’’
* Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi.
* Binlerce kitabi vardı.Ama bunların arasında bir tanesini hayati boyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadı. Reşat Nuri Güntekin’in ünlü Çalıkuşu” romanını hep yanında taşır, her gün rast gele bir yerinden açar, birkaç sayfa okurdu.
* Hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünüyordu.
* Hoşgörülüydü. Köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli
yanmış bu sebepten gıyabında Atatürk’e küfretmişti. Adam mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra “ Az bile söylemiş, Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin” demiştir.
* Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş, Atatürk “sekiz” demişti. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek şu cevabı cevap vermiştir. “ Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım”.
* Bir sabah milletvekilleri ile trene bindiğinde kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırmış ve nedenini sormuştur.Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, “Ne de güzel halkçılık ama” demiştir.
* İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermiştir: “Adam olmak demektir hocam,adam olmak!”
* “Atatürk” hitabını ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Başkanı bir konuşmasında kullanmış, Mustafa Kemal de çok beğenerek soyadı olarakalmıştı.Kendisine ” Ata” diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.
* Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı. Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz, böyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini engellerdi.
* Fransız tarihçisi Herriot Ankara`ya geldiğinde Gazi`nin kulaklarının duyuyor olmasına şaşırmış, anılarında bunu esprili bir dille anlatmıştı: “T.C`de birtane kulakları duyan kişi var onu da Cumhurbaşkanı yapmışlar”.
* Bir gün halk arasında dolaşırken çarşaflı bir kadına rastlamış, “Hafız Hanım benim hatırım için başındaki örtüyü açar mısın?” diye sormuştu. Kadın baş örtüsünü açarak , Atatürk`un önünde eğildi ve ellerini öptü.
* Annesine çok bağlıydı. İzmir’de bulunan annesinin ölüm haberini almadan şifreli telgraf açıldığı esnada tahmin eden ve gördüğü rüyasında annesi ile birlikte yeşil kırlarda gezerken birden ortaya çıkan bir selin annesini yanlarından alıp götürdüğünü tahmin etmiştir.Öldüğünü öğrenince de gözlerini havaya kaldırarak yanaklarından sel gibi akan göz yaşlarını içlerine akıtmak istercesine; “ Millet sağ olsun. Milletin annesi benim annemdir.” demiştir.
* İçinde bulunduğu şartları değerlendirmede, engelleri ortadan kaldırmada gösterdiği büyük başarı Atatürk’ün ayrı bir özelliğini teşkil etmektedir. Diyebiliriz ki Atatürk, Türk toplumunda sadece çağdaşlaşma gereğini gördüğü için değil, bu çağdaşlaşmayı en kısa zamanda gerçekleştirecek yolu gösterdiği için ve nihayet çağdaşlaşmaya engel olan etkenleri cesaretle bertaraf ettiği için büyüktür. Esasen "Modern Türkiye’nin Kurucusu" sıfatını da işte bu büyüklüğünden almaktadır.
* Muzaffer Başkomutan olarak İzmir’e girdiği gün, önüne serilen düşman bayrağını, "Bayrak bir milletin bağımsızlık alâmetidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!" diyerek, onu yerden kaldırtmıştır.
* Bir milleti hürriyet ve bağımsızlığa kavuşturan büyük eserinin haşmeti karşısında, memleketin büyük sanatkârları, şairleri, tiyatro sanatçıları elini öpmek istedikleri zaman "Sanatkâr el öpmez; sanatkârın eli öpülür!" cevabını vermiştir.
* Çanakkale’de kendisine karşı savaşırken bir kolunu kaybeden ünlü Fransız Generali Gouraud’ya, yıllar sonra Ankara’da karşılaştıkları zaman -Generalin boş kolunu işaret ederek- : "Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!" demiştir.
* Mısır elçisine, bir sabah, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek: "Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şu anda günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Bu milletler, bütün güçlüklere, bütün engellere rağmen mânileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir âhenk ve işbirliği çağı alacaktır!" demiştir.
* "Yurtta barış, cihanda barış" için çalışmak, Atatürk için dünyamızda yaşayan bütün insanları birbirine daha çok yaklaştırmak, daha çok sevdirmek yolundaki çabaların bir parçası idi. O, "İnsan her şeyden önce mensup olduğu milletin varlığı ve mutluluğu için çalışmalı; fakat başka milletlerin de huzur ve refahını düşünmelidir" derken, işte bu çabasını dile getiriyordu.
* Atatürk’e göre "Milletleri idare edenlerin vazifesi, hayatı mutlu kılmak hususunda milletlerine yol göstermekti. Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdu. Hayatta mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı ve huzuru için çalışmakla mümkündü.
* O, karşılık beklemeksizin, insanlığın mutluluğuna hizmet edebilecek adam yetiştirmenin, en büyük zevk olduğunu söylüyor ve şöyle diyordu: "Bahçesinde çiçek yetiştiren insan, bu çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren insan da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket etmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki memleketlerine, milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olabilirler".
* Atatürk’e göre, milletler arasında düşmanlıkların yerini akrabalık bilinci almalı idi. Kıt’alar ve milletler arasında ırkçı ve şoven yaklaşımlar, yerini bütün insanlığın paylaştığı bazı ortak değerlere terk etmeli idi. "İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirine yaklaştırarak, onları birbirlerine sevdirecek karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerji idi. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve muvaffak olmasıyla mümkün olacaktı. Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmeli, insanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerini almalıydı." Bütün milletlerin çağdaş uygarlık düzeyinde birleşmesi, bu ortak uygarlığa dahil olması Atatürk’ün en samimî arzusu idi. Çünkü O, insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı sayıyordu.
* Atatürk’e göre, insanlar arasında artık hiçbir renk, din ve ırk ayırımı tanımayan bir ahenk ve işbirliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, her türlü emperyalist görüşün dışında, insanlığın ortak değerlerinde birleşmeli idi. Bu ortaklaşa değerlerin kıtaları birbirine bağlaması, insanları renk, ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması lâzımdı. Çünkü insanlığın yükselmesi, insanlık idealinin gerçekleşmesi bu şuurun ayakta tutulmasına bağlı idi. İşte Atatürk, görüş ve düşünceleriyle, bu yönüyle de insanlık tarihi önünde aşılamayacak bir büyüklüğü temsil etmektedir.
ATATÜRK’TEN ÖZDEYİŞLER :
"Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz."
”Kadının en büyük vazifesi evlattır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse bu vazifenin ehemmiyeti layıkıyla anlaşılır. Milletimizin kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir.. Bugünün gereklerinden biride, kadınlarımızın her hususta yükselmesini. temindir. Bu sebeple kadınlarımızda alim ve teknik bilgi sahibi olacaklar ve erkeklerin seçtikleri Bütün tahsil derecelerinden seçeceklerdir. Sonra kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyecek ve birbirinin yardımcısı ve koruyucusu olacaktır. “
”Çocuklarımızı artık düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde; yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışılmalıdır."
”Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
”Bütün ümidim gençliktedir.”
”Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir.
Milletin bağrında temiz bir nesil yetişiyor. Bu eser (Türkiye Cumhuriyeti Devleti) ona bırakacağım ve gözüm arkamda olmayacak.”
”Çocuk sevgisi insan sevgisi için bir ihtiyaçtır.”
”Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.”
İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
“Arkadaşlarımdan tek bir dileğim var: Ben öldükten sonra beni millete unutturmasınlar. O kadar sevdiğim milletin beni unutması ruhum için en acı azap olur.”
Vatan sana minnettardır, rahat uyu ulu önder Atatürk.
Vecdi Murat SOYDAN
10 Kasım 2011-Isparta
YORUMLAR
Yazı 10 Kasım 2011 yılına ait. Mihriban hanımın dikkati sayesinde güncellenmiş. Hem bu buram buram insan kokan yazınız için sizi, hem de bu yazıyı okuma fırsatını yaratan Mihriban hanıma teşekkür ediyorum.
Yazınızın üzerinden 7,5 yıl geçmiş. Aşağıda yorum yapan Janet isimli bayanın vefat ettiğini biliyorum. Allah taksiratını affetsin. Bu 7,5 yıllık süre içerisinde o kadfar çok değişti ki... Mesela yine aşağıda elinden geldiği kadar kibar olmaya çalışan bir yorumcunun bugün kuduz itler gibi Atatürk'e hakaret ettiğini biliyorum. Bu 7,5 yıllık süreç bu gibi naylon Müslümanlara Atatürk'e hakaret etme cesaretini fazlasıyla aşıladı. Şimdi pirim yapma konusunda en çok kullanılan malzemedir Atatürk... Göğsünü gere gere "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyebilen, Türklüğünü her fırsatta vurgulamaktan çekinmeyen bir ADAM'la, Türk kelimesini ağzına almamak için kıvrım kıvrım kıvranan bir şahsı, Türkleri Saraya sokmayan, evlenmeye dahi layık görmeyen, dahası kadınlarını cariyeliğe bile layık görmeyen, gayrimüslimlerin insiyatifine verilen ticari hayatı Türklere yasaklayıp onları varoşlarda yaşamaya mahkum eden, nalbantlık, lağımcılık, tamircilik, kayıkçılık gibi ayak işlerine layık gören, kısacası Türk düşmanlığı tescilli bir zihniyeti aynı kefeye koymaları ne kadar ilginç değil mi ? Ki bu kişiler de güya Türk Milliyetçisi ve Türklüğüyle övünüyor ! Hani şu ayaklar altına alınan Türklüğüyle.... Gülsek mi ağlasak mı bilmiyorum.
Mesela 7,5 senede baş tacı edilen bir hainin birden nasıl gavur edildiğini gördük. Hatta Amerika'ya iki nota birden verdik. Askerlerin başına çuval geçirildiğinde değil haaa ! Şimdilerde hain, namussuz şerefsiz ilan edilen fırıldak bir adam için verdik bu notaları. Hem de hain ilan edilmeden yaklaşık 1 hafta önce :)
İzmirli hanımefendinin bir öğrenciye ait paylaşımını daha önce okumuştum. Çok çok güzel ve anlamlıydı. Ama zaman onu da eksik bıraktı... İlavesini biz yapabiliriz. Mesela, kendisine saray yaptıracak kadar kudretliyken tenezzül dahi etmedi. Yedi ceddini ihya edebilirdi etmedi... Binlerce korumayla gezmedi. Namaz kılarken, dua ederken yüksek çözünürlüklü son teknoloji fotoğraf makinelerine poz vermedi.
Sabaha kadar yazabilirim bu konuda. Ama yetsin diyorum... Sonra onuncu, on birinci köye doğru yola çıkma ihtimali belirir...
Yazınızı tekrar tebrik ediyorum... Saygılar.
Değerli kalem dostum.
Emek sarfederek çok güzel bir yazı hazırlamışsın. Kutlarım. Bir Tarih öğretmeni olduğum halde benim bile bilmediğim pek çok özelliğini öğrendim Atatürk'ün. Fakat bence günün etkili yazısı İzmir Yasemin tarafından gönderilen Bir İlköğretim öğrencisinin yazdıkları olmuş. Ben bu gün Atatürk ile ilgili yazılan tüm şiir ve yazılar, yorumlar içinde en çok bu yazıyı beğendim.
Selam ve sevgilerimle.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Okudukça ve araştırdıkça bilmediğimiz konuları öğreniyoruz.
Saygılar sunuyorum.
Buraya yazacağım yazı, bir ilköğretim öğrencisinin duvar gazetesine yazdığı kendi yazısıdır Tek harfini değiştirmeden ekleme yapmadan aynen yazıyorum .
TEK SUÇU İKİ KADEH RAKI İÇMEKTİ
Bu ülkede yaşayan her insanın bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan ATATÜRK
Gençliğinde kot pantolon giyememiş.Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş.
Padişah ona Trablusgarp cephesinde görev verdiğinde lüks uçak şirketinin first class koltuğunda viskisini yudumluyarak görev yerine gidememiş.
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej eşliğinde mercedeslerle gezememiş ANADOLU'yu..
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 MAYIS'ta SAMSUN'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş.
Tarih kitaplarına bakılırsa Yunanlıları İZMİR'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar.
Ülkesinde yapacağı devrimleri unutmamak için not alacağı bir cep blgisayarı olmadığı gibi kendisine suikast girişiminde bulunacaklarını da cep telefonundan öğrenememiş.
ATATÜRK için üzülüyorum.Dağ gibi adam bir radyo programına faks çekemeden ,İsmet Paşa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti.
Lozan zaferinden sonra veya Cumhuriyetin ilanından sonra arabasına atlayıp sabahlara kadar korna çalıp elinde bayraklarla tur atmadı
Evinin balkonuna çıkıp bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
ATATÜRK'e acıyorum.Sen kalk dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel. Sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir.Ah aaaah
Çılgın discolara gitmek sabahlara kadar içip rock yapmak babasının mercedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken bunları yapmadı.
ATATÜRK keyif çatmadı yan gelip yatmadı.Vatan topraklarını satmadı..
Tüm hayatını ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı.İşte onun için büyük adamdı ATATÜRK.
Her fırsat elinde vardı.O ise sadece bu milletin bağımsızlığını istedi.
Bütün suçu iki kadeh rakı içmekti o kadar.
ATATÜRK
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Bu yazıyı yazan ilkokul çağındaki o öğrencimizin alnından öpüyorum.
Vesile olduğunuz için sizi de tebrik ediyorum, saygılar sunuyorum.
Sadece şunu belirteceğim :
BENİM BABAM DA İKİ KADEH RAKI İÇERDİ, ama her zaman içemezdi. yokluk içinde öldü. Parası olduğunda içerdi, parasız kaldığında votkaya tonik yerinde, su kattığını çok görmüşümdür.
İçmesin mi? su mu içseydi???
Atatürk,, bir milletin sorumluluklarını yüklenmiş sırtına.
Gece dememiş, göndüz dememiş hep düşünmüş. Kafa patlatmış.
İki kadeh içki içti diye alkolik mi oldu? hadi bi de olsun. Kime ne?
Cennete gitmeyecekmiş.. yok yaa,,
İnancı yokmuş.... hadi yaa...
Diktatörmüş,,,, vayy be...
Eeee,,, başka????
başka bi şeyi yoktu ki garibimin,,, İki kadeh rakısı mı göze battı??
yuhhh be....
Bol bol kitap okusuno Atatürk düşmanları.
Utanmasalar, İzmir'i ayyaş kafayla Atatürk yaktırdı diyecekler...
Derler,,, utanma arlanma yok ki bunlarda...
ne diyeyim,,, içimden bunları yazmak geldi...
saygılar... İzmir'e selamlar...
İzmir Yasemin
Yüreğinize sağlık sizin de İzmir'den selamlar.Geçmiş bayramınız kutlu olsun Bayram hediyesi olarak sayfanıza yasemin çiçekleri bırakmıştım siz de bana pembe gül vermişsiniz teşekkür ederim.
Yazınızı büyük bir zevkle ve dikkatle okudum. Atatürk'ün bilmediğim bazı özelliklerini yazınız sayesinde öğrendim. Sizi bu güzel çalışmanız sebebiyle kutlar saygılarımı sunarım.
Fikrimizin rehberi Ulu önder Atatürk'ümüzün ruhu şâdolsun.
Türk gençliği, onun emaneti olan Türkiye Cumhuriyetini ilelebet payidar kılacatır.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Tekrar teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum..
Sağlıcakla kalınız.
Aynur hanımın yukarıda söylediklerine asla katılmıyorum .Atatürk biraz daha ılımlı davransaydı şimdi
yapılanların kat kat altında bir yönetim başta olurdu . Onun dik ve onurlu duruşu getirdi bizi bu sevi-
yelere. Siz oldukça objektif yaklaşmışsınız. Yine de altından kendilerince anlamlar çıkarıyorlar .
Bu tavır gericilerin tavrı .. Sizin yazınızı gönülden kutluyorum .Sanki Atatürk cehennemlik te ona bol
bol dua edeceğiz.. O duayı şimdi vatanı dış güçlerin emrine bırakanlara yapsınlar..
Atatürk büyük kurtarıcımız kimlerin diline kaldın , gözlerim yaşlı senden bu kendini bilmezler adına
özür diliyorum.. Selâmlar..
Aynur Engindeniz
Ayrıca duaya sadece cehennemlikler mi ihtiyaç duyuyor.Unutmayın ki, kılınan mevlid namazlarından sonra meydana gelen sevap en başta peygamber efendimize hediye ediliyor. Onun duaya ihtiyacı mı var? Bu konudaki sözlerinizi hayretle okudum fakat yine de saygılıyım.
Saygılar sayın glenay.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Ne demişti Atatürk :
"Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz.
Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir.Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi,hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir. "
"Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol..."
"Milleti mahveden, esir eden, harap eden kötülükler hep din perdesi arkasındaki dinsizlik ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar."
"Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.."
glenay
çalışanlara söylüyorum. Onunla kişisel hiç bir sorunum olamaz. Konu ATatürk
olunca sözcüklerin dizgini kaçabiliyor. Sözüm tek kişiye değil onun gibi düşüne
nlere .Onu sonsuza dek gömmek istiyorlar. Çünkü önlerindeki en büyük engel
Atatürk ideolojisi.. Atatürkçülük.. Buna fırsat vermemeliyiz.Yoksa emperlalist
lere yem oluruz.. Sizi tekrar tebrik ediyorum.. Selâm ve saygımla..
ÇOK GÜZEL BİR ÇALIŞMA VE EMEK SARFEDİLMİŞ BİR YAZI..TEBRİK EDİYORUM
.BEN KLİŞELEŞMİŞ SÖZLERİ SARF ETMİYECEĞİM..KURTARICIMIZ GİBİ.... İKİ KELİME İLE ÖZETLEMEK İSTİYORUM
TÜRK OLMAK?.. BUNU, BEDENDE TÜM VARLIĞI İLE HİSSEDEBİLMEKTİR.TÜRK OLMAK ...
TEOMANDAN CENGİZ HANA..CENGİZ HANDAN ALPASLANA.. FATİH SULTAN MEHMET HANA VE KANUNUYE KADAR TÜRK BÜYÜKLERİNİ BU DEVLETİN BAŞINA NASİP EDEN, YÜCE YARADANDIR.
YARADAN TÜRKLERİ;YAŞANTI BİÇİMLERİYLE VE ATALARINA OLAN MİNNETTARLIKLARINDAN DOLAYI MUZAFFER EYLEMİŞTİR, KAÇ TÜRK DEVLETİ ÇÖKERTİLDİ VE KAÇ TÜRK DEVLETİ OLUŞTURULDU ADI İSTER BEYLİK OLSUN ..İSTE İMPARATOR..NE FARK EDER...EN SON ENTRİKALARLA ÇÖKERTİLEN OSMANLININ DA ZİLLİYETTE DÜŞMEMESİ VE KURTULMASI ,İÇİN ATATÜRKÜ VE SİLAH ARKADAŞLARINI NASİP ETMİŞTİR..BU KELAM YARADANINDIR..SÖZ KONUSU İSLAM DEVLETİ İSE.
ATATÜRKÜN FİKRİ, FATİH SULTAN MEHMET HAN GİBİ ÇAĞ YAŞATMIŞTIR..ATATÜRKÜN HİZMETİ ALLAH VE VATAN İÇİNDİ...BU DEVLETİ KANIMIZLA KURDUK VE BU DEVLETE ATATÜRK'ÜN EMEĞİ GEÇTİ DİYE DEĞİL NAMUSUMUZ DİYE SARILMAMIZ GEREKTİĞİNİ VURGULAMAK İSTİYORUM..BEN HER DAİM ATALARIMA 1 DAKİKALIK SAYGI DURUŞU İLE DEĞİL EDEBİYETE GÖÇ ETMİŞ OLMALARINADAN DOLAYI FATİHA OKUYARAK EN BÜYÜK İYİLİĞİ EDERİM.ÇÜNKÜ.ONUN RUHU ŞAD OLURKEN OKUNAN AYETLERİN SAYESİNDEDE BENİM BU DEVLETİMİN DEVAMLILIĞI DEVAM EDER..ÖNCE ALLAH..VATAN..NAMUSTUR DİYEBİLMELİ BİR TÜRK...TÜRKÜN DUASI DAİM OLSUN
KALEMİNİZDE VAR OLSUN ..ESEN KALINIZ..
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Cengiz Han’ın esas ismi Timuçin’dir. Avucunda kanla doğduğu şeklinde bir rivayet vardır. Cengiz Han ne Müslüman ne de Türk’tür, Moğol’dur. Müslümanlara büyük eza ve cefalar etmiştir. Moğol orduları ele geçirdikleri şehirlerde kadın, çocuk demeden insanları öldürüp evleri, camileri, kütüphaneleri yakıp yıkıyorlardı. Bilhassa Orta Asya tarafında nice âlimleri öldürüp şehit ettiler. Etapları yaktılar. Cengiz’in torunu Hülagu Bağdat’ı yakıp yıkmış, bütün Müslümanları kılıçtan geçirdiği gibi yüz binlerce kitabı da Dicle Nehri’ne atarak yok etmiştir. İsmi bilinen fakat cismi meydanda olmayan birçok kitabın Moğol tahribatı sebebiyle günümüze ulaşmadığı bir hakikattir.
Cengiz ve ordularının yaptıkları zulümler hesaba gelmez. Cihan zulümle payidar olmaz derler, nitekim Moğol imparatorluğu da çok geniş topraklara yayılmışsa da saman alevi gibi az zamanda ortadan kalkmıştır.
Cengiz Han’dan yaklaşık bir asır sonra Moğol devletleri İslam’la şereflendiler.
(alıntıdır)
.
Gül ESEN
Merkitler, karısı Börte’yi kaçırınca, kan kardeşi Camuga ve babasının arkadaşı Keraitlerin lideri Togril Han ile Merkit kamplarını basıp Merkit kabilesini yok etti ve karısını kurtardı.
Cengiz Han’ın ordusunda birçok Türk boyu da vardı ve bu yüzden Cengiz Han’ın Türk tarihinde de önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Hatta Türk olduğu konusunda iddialar dahi vardır.
Çin Seddi’ni birçok kez aştı. Cengiz Han’ın uzattığı barış elini reddettiği gibi, gönderdiği elçileri ve tüccarları da öldüren Harzemşah Devleti, Büyük Kaan’ın gazabına uğradı.
Başkomutanı Subedey, birlikleriyle Hazar Denizi’nin batısından Karadeniz’e çıktı, oradan Polonya’ya kadar ilerledi ve yolu üzerinde karşısına çıkan birçok orduyu yok etti.
Cengiz Han son olarak Çin seferine çıktı ve Kansu yakınlarında attan düşerek öldü. Doğduğu kent Hentiy’de kutsal Burhan Haldun dağına yakın, ama şimdiye kadar bilinmeyen bir yere gömüldü.
Mezarının şimdiye dek bulunamamasının sebebi, yeri belli olmasın diye aynı yerdeki nehir yatağı değiştirilmesi ve sonra da merasime katılan herkesin öldürülmesidir.
Hem doğuda hem de batıda hala mistik bir kişilik ve askeri bir deha olarak kabul edilen Cengiz Han hakkında onlarca film çekildi.
bu da bir alıntıdır..tarihleri yazanlar..yükseltmek içinde batırmak içinde istediği herşeyi yazabilirr..türkün kana kan göze göz demesi için nedenleri büyük olmuştur herhalde ..o zamanlarda akınlar..çok daha vahşiceydi..bir millet katledilmişse o zamanın şartlarına bakmak gerekir diye düşünüyorum
internette hele yabancı kaynakların tarihlerimizi kötülemesi beni bağlamamalı..ona bakarsan ermeni döllerinin ağzından kendi katlettikleri söylenilmez..türklerin yaptıkları söylenilir... islamdan öncede türk devletleride var idi.. ne de olsa onlar benim atalarım..islamlada büyük şerefe nail oldular..
esen kal arkadaşım..
muhteşemdi..aslında sayfayı açarken her zamanki sözlerin tekrarı olan sıradan bir yazı ile karşılaşacağımı düşünmüştüm.İyi ki açmışım özenli ve bir o kadar da özel bir yazı çıkmış ortaya kutluyorum sizi... Atamızı hakkıyla anlatmayı başarmışsınız belgesel olabilecek nitelikte..başarılarınızın devamını dilerim saygılarımla
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Nazik yorumunuz ve düşünceleriniz beni memnun etti.
Hakkında ne yazılırsa yazılsın yine de sığamaz cihana Atatürk.
Teşekkürler,,,
ATATÜRK'ü anlatan yazınızı büyük haz alarak okudum.
Emeğinize sağlık.
Ölümünün 73.yılında O'nu saygı ile anıyoruz.
Sağlıcakla kalınız....
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Teşekkürler değerli şairim.
Saygılarımla.
Atatürk hakkında özenli bir inceleme yazısı okudum. Gayretinize teşekkür ederim. Zatı alinizden istirhamım, bu kutuyu kullanarak Atatürk'e dil uzatmaya kalkışanların etkisinde kalmaksızın ve onlarla herhangi bir polemiğe girmeksizin, yazdığınız yazının 10 PUANLIK, MÜKEMMEL BİR YAZI OLDUĞUNUN bilicinde olmanızdır... Önünüzde saygıyla eğiliyorum...
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Nazik düşünceleriniz karşısında söyleyecek söz bulamıyorum. Saygılar benden efendim, çok teşekkürler,,, bilmukabele.
Sağlıcakla kalınız.
KUTLARIM GÜZEL ESERİNİZİ VECDİ MURAT HOCAM....
BİR CIHAN YIKILDI..BİR GÜNEŞ SÖNDÜ..TANRILAR AGLASIN .KULLAR AGLASIN..
DÜNYA YILDIZSIZ BİR GECEYE DÖNDÜ..,,YAKINLAR AGLASIN ELLER AGLASIN..
ONSUZ BU CIHANI ,GÖREMEZ GÖZLER ,,BOŞUNA GELMESIN BAHARLAR ,,GÜZLER
O,NUN BENZERİNİ GETİREMEZLER..YILDIRIMLAR ,KASIRGADIR ,,DÜNYAYI AYDINLATAN
GÜNEŞTIR..SANA BORCLUYUZ TA DERINDEN EN BÜYÜGÜ MUSTAFA KEMALLERIN..
TEBRIK EDERIM SEVGILERIMLE..JANET KOHEN..
ATAM RAHAT UYU..
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Paylaşımın için minnettarım. Anlamlı şiir paylaşımın şair Sami M. ÖZERDİM'e ait BU KADAR YAZABİLİRİM isimli şiirdir.
İzninle şiirin tamamını buraya almak istiyorum. Bunu yaparken, amacım asla, ATATÜRK'ü putlaştırmak değildir. Mecazi anlamlar var şiirde. Öyle de olmalı. sonuçta yüzyılan lideri. Türk'ün önderi. Askeri bir deha.
Allah rahmet eylesin,,,
BU KADAR YAZABİLİRİM
Bir cihan yıkıldı, bir güneş söndü,
Tanrılar ağlasın, kullar ağlasın
Dünya yıldızsız bir geceye döndü
Yakınlar ağlasın, eller ağlasın
Cihana öyle bir fert gelmemişti
O geldi cihanın seyri değişti,
O gitti, Allah'ım o ne gidişti,
Adıyla can bulan diller ağlasın.
Onsuz bu cihanı görmez gözler,
Boşuna gelmesin baharlar, güzler,
Onun benzerini getiremezler
Asırlar, devirler, yıllar ağlasın.
Mateme çevrilsin bütün duygular,
Ağlamak haline dönsün arzular,
Gözyaşı halinde çağlasın sular,
Onsuz yeşermeyen dallar ağlasın.
Sanki her taraf baş, her taraf ıssız,
Sanki bütün varlıklar kaldı yapayalnız,
Tabiat yaşar mı böyle ışıksız,
Onsuz kızarmayan yüzler ağlasın
Varlık dolmuş onun gür sesiyle,
Sanki can vermişti eşyaya bile,
En büyük avcıyla gelerek dile,
Ona hasret kalan yollar ağlasın.
Neşeden kalmamış bir yerde eser,
Tabiat sanki bu matemle inler,
Birer mavi göze çevrilip yer, yer,
Denizler ağlasın, göller ağlasın.
Ay ışıksız kalsın, yıldızlar sönsün,
Rüzgar hıçkırarak dursun, dövünsün,
Çağlayanlar susun, yasla düşünsün,
Irmaklar ağlasın, seller ağlasın.
Başını taşlara vursun Sakarya,
Gediz, Kızılırmak yansın Ata'ya
Bu acıyla yalnız sular mı ya,
Volgalar, Tunalar, Nil'ler ağlasın
Gökler güneşiyle, dağlar karlarıyla,
Denizler köpüklü dalgalarıyla,
Yurdumun yemyeşil ovalarıyla,
Birlikte stepler çöller ağlasın.
Şimdi yaşlı gözler bir pınar gibi,
Taslı gönülleri dünya dar gibi,
Güneşi kapayan bulutlar gibi,
Resmini örten o tüller ağlasın.
Sade, sema değil; dağ, deniz değil,
Karalar bağlayan ülkemiz değil,
Bu en büyük kayba sade sen değil,
Bütün alem, bütün iller ağlasın.
SAMİ M. ÖZERDİM
* İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermiştir: “Adam olmak demektir hocam,adam olmak!”
Daha bir çok dikakt çekici cümle...İnce ince tanıtmışsınız Murstafa Kemal'i. Yukarıdaki sözleri bir siyasetçi olarak söyledi değil mi? O halde katılmamak hakkımız vardır. Kimse de bize sen kim oluyorsun da Ulu Önder'i yargılıyorsun diyemez. Eğer bugüne kadar öğrendiğimiz şekilde demokrasi aşığı bir insansa, o da "tartışılmak" isteyecektir.
Bu söze katılmıyorum. Çünkü laiklikten önceki devlet anlayışımızı "adamdan saymamaktır" bu cümlenin varmak istediği yer. Bu da bence tarihe büyük saygısızlıktır.
Değindiğiniz kadar sağlıklı beslenen bir insan nasıl oluyor da alkol bağımlısı olabiliyor? Bunu ben söylemiyorum, doktorlarının anı yazıları söylüyor.
Halk fakir diye et yemekten çekinirmiş. Bu büyük bir davranış.
Fakat;
1928' de halk o kadar fakirdi de Taksime dikilen anıtın parası milletten toplandı?
O kadar milliyetçiydiler de neden Taksim'deki anıtta iki Sovyet Subayının bile figürü olduğu halde, Kazım Karabekir Paşanın adı bile yok? Kazım Karabekir Paşa ki kurtuluş mücadelemizin en önemli kahramanlarındandı...
Atatürk'ün kaşı gözü, ağzı burnu bizi ilgilendirmez. Onu yeteri kadar tanıyabilmek fiziksel özelliklerini bilmekle alakalı bir şey de değil. Kesinlikle Atatürk'e karşı değilim. Fakat insanların normalden beş kat daha büyük gösterilmesi, onlara taşımadıkları ruhani ve beşeri sıfatlar yakıştırılmasına, onların siyasi görüşlere kalkan yapılmasına, sömürülmesine, yozlaştırılmasına kesinlikle karşıyım.
Tarih kahramanları bu hayattaki rollerini oynayıp sahnelerini tamamladılar. Şimdi yüce mekanda bizi bekliyorlar. Ve kesinlikle bizden dua istiyorlar. Atatürk'ü sevenlerin şu an onun için yapabileceği en iyi şey ne laikliğe sıkı sıkıya bağlı kalmamız, ne cumhuriyeti korumamız, ne de inkilaplarını harfiyen uygulamamızdır. Ona yapabileceğimiz en büyük iyilik bir Fatiha okuyup, rahmet dilemek, Gazi sıfatıyla affedilenler ve korunanlar makamında olmasını dilemektir.
Her on kasımda aynı şeyleri duyuyor, okuyor ve söylüyoruz. Hep aynı klişe laflar ve hüzünler. En tuhafıma gideni de, "Atam gel bizi kurtar" diye haykıranların komik yakarışları. Bence Atatürk yaşasaydı bugünün laiklerini de İstiklal Mahkelerinde asardı. Tıpkı bağnaz bulup tehlikeli saydığı binlerce siyasetçiyi, alimi, muhalifi astırdığı gibi...
Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Memlekete faydalı işlerde bulunması ve gazi olması hürmetine.
Çalışmanıza vermiş olduğunuz emekten ve objektif yaklaşımınızdan dolayı 10 puan veriyor, saygılar sunuyorum.
Aynur Engindeniz tarafından 11/10/2011 9:08:45 AM zamanında düzenlenmiştir.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Eksiklikler, hatalar tabiiki olacaktır, sonuçta hiç kimse dört dörtlük değil. Sonuçta Atatürk (haşa) bir peygamber değil. Objektif olmak gerekir, kaynaklardan yararlanırken, Atatürk'ün anılarına yer verdim. Çevresinde bulunan kişilerden derlenen bilgi ve anıları paylaştım.
Tarih, bilirsiniz ki kendi dönemi içinde mütela edilmelidir. Osmanlı Tarihi için de böyledir, diğer tarihi olaylar için de böyle olmalıdır.
Sevaplarıyla, günahlarıyla sonuçta bir beşeri varlıktı Atatürk. Asker tarafı ve sivil tarafı vardı. Çevresi bir takım yanlış kararlar almasına neden de olmuş olablir Atatürk'ün. İtirazım yok. Hepimiz ölümlüyüz sonuçta. Gideceğimiz yer kara toprak.
Atatürk'ün putlaştırılmasına karşıyım. Nesil tanısın diye, bilinmeyen veya az bilinen özelliklerini araştırmamdan sonra kaleme aldım.
Objektif olmaya gayret ettim bu mevzuda.
Yanılmayan bir tek Allah'tır...
Saygılarımla...
Aynur Engindeniz
Tabiki tarih yaşandığı dönem içinde ele alınmalı. Fakat bazı tarih kahramanları vardır ki; yaptıkları hatalar bir milletin bütün geleceğini karartabileceği gibi, aldıkları önemli kararlarla yine bir milletin bütün isitkbalini aydınlatırlar. Kahramanları hangi kefeye koyacağımıza, elbetteki önyargılarımız, bize öğretilenler ve at gözlüklerimiz karar veriyor.
Emek verip hazırladığınız araştırma çalışmanızı can-ı gönülden kutluyorum. Verdiğiniz nazik cevap için de ayrıca tebrik ediyorum. Herkes bu üslubu kullanmazdı.
Tekrar saygılar sunuyorum.