- 1514 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
Bir kadın uyandı
Zeynep Hanım, elindeki kovayı balkona bırakıp, çalan telefona koştu. Ahizeyi eline aldı. Arayan yeğeni Gülcan’dı.
—Alo! Teyze, ben Gülcan; nasılsın, neler yapıyorsun?
—Canım benim! Ne yapalım iyiyiz işte, iş güç… Yarın pazar ya, işlere akşamdan başladım, temizliğe bir gün yetmiyor. Sen nasılsın?
—Yarın iş miş yok Teyze! Bizimle birlikte pikniğe geleceksin o kadar! Yeter o eve kapandığın. Dışarı çık! Dışarıda başka bir dünya var.
—İyi dersin, güzel dersin de, enişten ne diyecek bakalım; o gezmeyi pek sevmez ki.
—O gelmesin! Sen gel yeter bize.
—Ben yine de Eniştenle konuşayım.
Telefon konuşması bitince, ahizeyi yerine koyarken düşünüyordu. Hayatında bir kez bile, eşi ve çocuklarıyla, ne bir pikniğe, ne de gezmeye gitmişti. Hafta içi işe gider, pazar günleri temizlik yapardı. Evin dışındaki yaşamdan hiç haberi yoktu.
Kocası, yine akşam yemeğine gelmemişti o gün. Çok zamanda gelmiyordu.
Çocukları evlenip yuvadan uçalı, akşam yemeklerini ve sabah kahvaltılarını yalnız yapıyordu. İlk zamanlar bu durum zor gelse de alışmaya başlamıştı. Başka çaresi de yok gibiydi. Kaderini kabullenmiş görünüyordu.
Tek başına yemeğini yiyip, bulaşığı yıkadıktan sonra, eline örgüsünü alıp örmeye başlamıştı ki, kocası geldi. Kalkıp onun sofrasını hazırlarken, Gülcan’ın dediği piknik aklına gelmişti.
—Ali, bugün Gülcan aradı. Yarın pikniğe gideceklermiş, bizi de çağırıyorlar, gidelim mi?
—Ben bir yere gidemem. İşim var!
Zeynep Hanım sustu. Daha fazla konuşup kavga etmek istemiyordu. ‘Amann sende, altı üstü bir piknik, gidilse ne olur, gidilmese ne olur, üstünde durmaya değmez.’ Diye düşündü. Üstünde durmayıp, örgüsüne devam etti.
Ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla, Gülcan arabasıyla kapının önünde durmuş, kornaya basıyordu. Zeynep Hanım, balkona çıktı. Balkondan el sallayarak, “Ben gelmeyeceğim siz gidin. Benim işim var.” Dedi. Kocasıyla tartıştıklarından bahsetmedi. Bahsetmekte istemiyordu.
Arabadan inen Gülcan, gençliğinin verdiği güçle merdivenleri koşarak çıktı. Teyzesinin elinden tuttuğu gibi aşağıya indirdi. Arabaya binmesi için adeta zorladı. Arabada, Gülcan’ın annesi ve babasıyla birlikte oğlan kardeşi de vardı. Hepsi neşe içindeydi. Şen-şakrak yollarına devam edip, çam ağaçlarıyla kaplı piknik alanına geldiklerinde, önden gelip yer alan kız kardeşi, eşi ve çocuklarıyla onları bekliyordu.
Zeynep Hanım, arabadan indi. Büyükçe bir ağacın altına oturup, sırtını köküne dayayarak etrafı izlemeye başladı.
İki kız kardeşi, eşleri, çocuklarıyla mutlu bir tablo oluşturuyorlardı. Hepsi cıvıl cıvıl gülüşüp eğleniyor, şakalar yapıyorlardı. Çaylar demlenip içilmiş, pideler yaptırılıp yenilmişti. Etraftaki güzellikler karşısında Zeynep Hanım’ın dili tutulmuştu adeta. Yemyeşil çayırlar, irili ufaklı ağaçlar, ağaçlarda ötüşen kuşlar, oradan oraya koşuşturan insanlarla, cennetten bir bölüm gibiydi bulundukları yer.
İçinden derin bir ‘Ah!’ çekip, ‘Şu güzelliğe bakın, insanlara bakın, çoluk çocuk ne güzel eğleniyorlar. Ben neden böyle olamadım? Ben de eksik olan nedir?’ diyerek geçip giden yıllarını sorgulamaya başlamıştı ki, kardeşinin sesiyle kendine geldi:
—Hey! Abla. Nereye gittin?
—Buradayım. Nereye gidebilirim ki?
Aslında öyle çok uzaklara gitmişti ki, kimseler bilmiyordu nereye gittiğini. Gördüğü bu güzellikler karşısında, geçip giden yıllarına bir kez daha ah çekti. Güzel bir gün çabuk bitmiş, akşam olunca evlerine gelmişlerdi. Ne olduysa, kocası o gün eve ondan önce gelmişti. Zeynep Hanım buna çok şaşırmış, “Hayret! Ne olduysa, akşam yemeğini benimle yiyecek…’ diye içinden geçirdi.
Vaktin geç olmasına aldırmadan dolaptan taze fasulyeleri çıkararak, divana oturdu, temizlemeye başladı. Kocası ise, her zamanki gibi televizyonun kumandasını eline alıp, durmadan kanal değiştiriyordu. Zeynep Hanım ise, bugün geçirdiği günü düşünmeye, geçmişini ve geleceğini irdelemeye başlamıştı. Karşısında oturan adamla, otuz yıldır evliydi. Hayatında unutamadığı hiçbir paylaşımları olmamış, hoş bir sohbetleri olmamıştı. Hastalandığında doktora götürmemiş, eve hiçbir ihtiyaç malzemesi almamış, kirayı bir kez bile ödememişti. Küçük bir çocuktan farkı yoktu adamın.
Elindeki bıçakla fasulyeleri doğrarken beyninde bir film şeridi boşalıyor gibiydi.“Peki, ben bu adamla neden evliyim? Benim hangi işime yarıyor? Hangi yaramı sarıyor? Ben bu adamın karısı değilsem, annesi miyim? Daha ne kadar bakacağım bu çocuktan farksız adama? Bu adamdan nasıl kurtulurum? Öldürmeliyim! Öldürmeliyim! Başka çözüm yok! Bu adamdan başka türlü kurtulamam!” diye bağırıyordu sanki beyninde bir canavar.
Fasulyeleri, kocasını kesiyormuşçasına hızlı hızlı kesmeye başladı. İçinden bir ses durmadan bağırıyordu, “Öldür onu! Öldür onu!” elinde bıçakla yerinden kalktı, kocasına doğru yürüdü. Kocası hâlâ televizyon izliyor, Azrail’in kendisine doğru adım adım yaklaştığının farkına bile varmıyordu.
Kocasına doğru eğildiği sırada bir ses daha duydu, “Bırak onu! Değmez! Bırak onu. Bu zamana kadar ne gün gördün de onu öldürünce göreceksin. Öldüreceğine terk et!” doğrulup kendine gelir gibi oldu ama diğer ses susmuyordu bir türlü, “Öldür! Yoksa ömrünün sonuna kadar mutsuz bir hayat seni bekliyor. Bu adam yaşamayı hak etmiyor. Kadının sırtından geçinen bir asalaktan başka bir şey değil. Öldür onu!” Zeynep Hanım’ın aklı karışmış, öldürmekle öldürmemek arasında ikilem yaşıyordu.
Elindeki bıçağı fasulye tepsisine koyup kocasına, “Ali! Ben artık ne seni, ne de bu evliliği istemiyorum! Canını seviyorsan git bu evden. Git!” diye bağırdı. Karısının sesiyle irkilen adam şaşkındı. Durup karısının gözlerine bakınca, korkunç gerçekle karşılaştı. Onu hiç bu kadar kararlı görmemişti. Gözlerinde nefret, kararlılık, hepsinden önemlisi de cesaret vardı. Şaşırdı adam birden, ‘Bu kadın bu cesareti nerden aldı, içki içmiş olmasın?” diye düşündü ama karısı bunca sene ağzına içkinin damlasını koymamıştı. “Yo yo. İçki falan içmemiş, bu kadın delirmiş. Delirmiş olmalı.” Diye düşündü. Dili tutulmuş gibi hiç konuşmadı.
Zeynep Hanım, fasulyeleri doğradığı bıçağı tepsiden tekrar aldı. Kocasına doğru yürüdü.
—Gidiyor musun, yoksa öldüreyim mi?
Adam ya gidecekti, ya da ölecek. Çaresiz bir süre bocaladı. Sonra külçe gibi yerinden kalkıp kapıya yöneldi. Ağır adımlarla kapıdan çıkarken ardına dönüp bir umutla tekrar baktı.
—Ben mutluyum. Gitmek istemiyorum.
Zeynep Hanım, delirmek üzereydi. Nefesi kesilmişti. Boğuk bir sesle, “Mutlu olan sensin, ben değil!” diye bağırdı.
Adam çaresiz, ağır ağır merdivenleri inerken, karısı kapıyı arkasından hışımla kapattı. Ev dar geliyordu. Balkona çıkıp hava almak istedi. Boğulmak üzere olduğunu hissediyordu. Tam o sırada havai fişekler art arda patlamaya başlamıştı.
—Oh be! Dünya varmış. Benim özgürlüğümü duymuş olmalılar ki, havai fişeklerle kutluyorlar.
Aslında kimse onun özgürlüğünü falan duymamıştı. Belediye hıdrellez eğlencesi düzenlemişti kent meydanında. Her zaman hiçbir şeyden haberi olmayan Zeynep’in, bu eğlenceden de haberi yoktu.
09.11.2011 Emine UYSAL
YORUMLAR
zeynebin yaşadığı hayat,acı ve hüzünlüydü pervasızca geçen yıllarda.
herkesin kendine göre süslü rüyasındaki uykudan uyandığı gibi, zeynepte kendi uykusundan uyanmış,
akşamlardan kalan efkarların sızdığı rüyasın yeni bir hayata uyanıştı....
tebrikler roman tadında uyanışa giden bir hikaye okudum..
ve nice zeynepler vardırki bu güzel sonu göremezler..
başarıların devamı dileklerimle hoş'ta kalın.
Ne yazık ki bazı evlilikler hala bu biçimde sürüp gidiyor kadınlar ne zaman insan olduğunu anlarsa değişecektir sanırım bu gidişat..kutluyorum kalemini arkadaşım ,örnek olmalı yaşantıları zindan olan hemcinslerimize sevgiler yüreğine...
Emine UYSAL (EMİNE45)
Bazen, "yapamam" dediğimiz bir şeyi, bir yerde okuyp içimize sindirirsek pekala yapabiliyoruz. Bu konuda bir kitap okumuştum. KORKUSUZ YAŞAMAK bu kitap sayesinde birçok korkumu yendim ve kendime güvenmeyi öğrenmiştim. Belki birileri de benim yazımı okur ve "YETER ARTIK" deme cesaretine ulaşır.
Güzel yorumun için çok teşekkür ederim arkadaşım. Zeyneplerin çoğalması dileğimle:)) sevgiler.
evet nihayet brikimin patlaması ortaya çıktı..
keşke her kes bu kadar cesaret gösterebilse...
elinize sağlık..
iyi bayramlar...
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgilerimle. size de iyi bayramlar arkadaşım.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sağ ol- var ol.
Sevgili Emine Hanım Kardeşim.
Hikaye ve anlatım olarak çok çok güzel bir yazıydı. Fakat yorumları okuyunca bir şey dikkatimi çekti: Hiç kimse Zeynep'in kocasının niçin eşini bir kez olsun bir pikniğe götürmediğini merak etmemiş. Ayrıca hikayede herkesin bir adı var ama Zeynep'in kocasının bir adı yok. Gelin isterseniz ona Sami diyelim.
Sami de yirmibeş sene süren evliliği süresince eşini çok az pikniğe götürdü. ( eşi on defa istediyse ancak bir kez ) Birlikte başbaşa bir kez olsun ev dışında yemek yemediler. Saminin Zeynepi'in kocasından tek farkı çalışıyor olmasıydı. Bir öğretmen, toplumun '' aydın '' dediği bir insan olmasına rağmen Sami adeta kaçardı eşiyle bir yerlere gitmak ve bir şeyler paylaşmaktan. Neden? Çünkü Sami çocuk ve gençken babası, ne zaman bir pikniğe gidilse mutlaka orada birileriyle kavga eder, o kavganın verdiği öfkeyle de akşam annesini döverdi. Saminin babası hiç bir zaman annesini dışarıya çıkarmazdı ama dışarıyı içeri getirir,ayyaş arkadaşlarını toplar rakı sofraları kurdurur ve annesini de o sofranın hizmetçisi eylerdi . O yüzden Sami nefret ederdi piknikten de yemek yerken birilerinin kendilerine hizmet etmesinden de. Bir nevi ruh hastasıydı ama doktordan da nefret ederdi. Çünkü babası hayatında hiç doktora gitmemişti.
Zeynepleri anlamaya çalışıyoruz ama Samiler neden Sami kimsenin umurunda değil.
Selam ve saygılarımla aziz kardeşim.
Emine UYSAL (EMİNE45)
“Karşısında oturan adamla, otuz yıldır evliydi. Hayatında unutamadığı hiçbir paylaşımları olmamış, hoş bir sohbetleri olmamıştı. Hastalandığında doktora götürmemiş, eve hiçbir ihtiyaç malzemesi almamış, kirayı bir kez bile ödememişti. Küçük bir çocuktan farkı yoktu adamın.”
Böyle bir evliliği sürdürüp katil olmaktansa bitirmeye karar verdiği için Zeynep hanım’ı alkışlamak gerekir bence. Adamın adı olmayışına gelince, bu adamlardan o kadar çok ki, hangisinin adını yazacağımı şaşırdım açıkçası en iyisi adsız kalsın çoluğunu çocuğunu düşünmeyen bencil insanlar.
Tekrar teşekkür eder, bayramınızı kutlarım. Saygılar.
Uyananımız çok olsun inşallah...
İnsanı bu denli cinnet noktasına getirmeseler ne hoş ama...Ama işte...
Kutluyorum, her zamanki gibi gerçekçi bir anlatımdı. Sevgiler.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgilerimle.
Sizin bütün anlatım ve şirleriniz hep mükemmel olmuştur bu da öyle onlardan bir tanesi tebrik ediyorum çok güzel anlatım yenilerini bekliyoruz iyi bayramlar diliyorum sevgi ve selamlarımla..
Emine UYSAL (EMİNE45)
size de iyi bayramlar. saygılar.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgilerimle. iyi bayramlar.
.....Darısı tüm ezilen, insan değil köle gibi davranılan, duygular ve emeği sömürülen kadınların başına. Ülkemizde o kadar çok Zeynep Hanım'ın dramını yaşayan var ki. ....ve siz de duyarlı yüreğiniz, güçlü kaleminiz ile bu dramı o kadar güzel anlattınız ki. Yüreğinize ve kaleminize sağlık.
....Sizi kutluyor ve saygılarımla selamlıyorum. İyi bayramlar.
Emine UYSAL (EMİNE45)
teşekkür ederim, saygılar, iyi bayramlar efendim.
Bu kararı verebilenler o kadar az ki, çevremizde görüyoruz.Çok güzel bir anlatım , sevgiler.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgilerimle, iyi bayramlar.
Evet Emine hanım,bu sadece bir hanımefendinin sorunu değil ki ülkemizde maalesef milyonlarcası bulunmakta.Zeynep hanım cesurca bir karar verip bu kabus hayattan geç te olsa kurtulmuş,ya kurtuluş çaresi bulamayanlar.Evet çok gerçekçi ve güzel bir yazıydı kutluyorum sizi.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Bu da kadının eğitilmesi ve ekonomik özgürlüğüne sahip çıkmasıyla mümkün olacaktır. Bazen ekonomik özgürlükte bir işe yaramıyor. Kadın, ar diyor, namus diyor ölünceye kadar eziyete katlanıyor. Böyle gelmiş ama böyle gitmemesi için bir şeyler yapılmalı ama ne?
Benim elimden bu kadarı geliyor:(
selam ve saygılar, iyi bayramlar.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgilerimle.