- 927 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
VALİ-İ VİLAYET-İ VAN/ TEZAKKUM-U İŞTİHA EYLER ŞABAN
BU HİKAYEDEKİ KİŞİ VE YER ADLARINA TAKILMAYALIM LÜTFEN. GERÇEK KİŞİ VE YER ADLARIYLA HİÇ BİR İLİŞKİSİ YOKTUR.
Vakt-i zamanın birinde Şaban adında bir genç yaşarmış. Nerede mi? Allah bilir.
Şaban pazarlarda yumurta satarak hayatını idame ettirmeye çalışan gariban bir köylüymüş. Her hafta pazara iner yumurta satar; un, yağ, şeker gibi gıda maddeleri alarak evine dönermiş. Fi denilen tarihte yine inmiş kasaba pazarına. İnmez olaymış. Meğer Padişah emir çıkarmışmış: ’ Bundan kelli Adı Şaban olandan, yumurta satandan, kafası kel olandan ve de kılıbıkladan bir akçe vergi alına ’ deyu.
Vergi tahsildarlar pazarda dolaşırken bakmışlar bizim Şaban yumurta satıyor. Yanaşmışlar yanına.
- Hemşerim ver bakalım bir akçe?
- Ne bir akçesi yahu?
- Padişah ferman çıkardı yumurta satandan bir akçe vergi alınacak.
Şaban çaresiz vermiş bir akçeyi ama tahsildarlar köşeyi döner dönmez ’Ben böyle verginin içine ederim’ diye basmış küfürü. Hemen yanındaki balıkçı Rıza uyarmış onu ’ Len Şaban küfür edip durma. Adamlar duyar muyar bir ton sopa yersin.’ Gerçekten de tahsildarlar duymuşlar Şabanı. Hemen dönmüşler.
- Hemşerim senin adın Şaban mı?
- Evet ne olmuş?
- Bir akçe daha vereceksin.
- O nedenmiş?
- Padişah fermanı . Adı şaban olanlardan bir akçe vergi alınacak bundan kelli.
Şaban uzatmış bir akçeyi ama sinirden de deliye dönmüş. Öfkeyle kafasındaki keçe külahı yere çalmış. Çalmasıyla birlikte tahsildarlar yine yakasına sarılmış.
- Bir akçe daha vereceksin
- Hoppalaaa... O da neden ki?
- Kafası kel olanlar da vergi verecek. Padişah buyruğu.
Şaban bir akçe daha ödedikten sonra başlamış söylenmeye yine: ’ Ulan kala kala bir akçe kaldı elimde şimdi ben karıya nasıl laf anlatırım. İnanmaz parayı vergiye yatırdığıma. Yandım ben ’ filan diye söylenince oralardan uzaklaşmakta olan tahsildarler tekrar dönmüşler.
- Hemşerim bir akçe daha vereceksin malaesef.
- Ula bir donum kaldı almadığınız. Onu da alın bari. Bu sefer ne vergisi?
- Sen baya baya kılıbıkmışsın. Padişahımız efendimiz hazretleri buyurdu ’ Kafası kel olandan da vergi alına’
Şaban son akçesini de vergi olarak ödedikten sonra üzgün ve de süzgün bir şekilde köyüne dönmüş. Olanı biteni babasına ve karısına anlatmış. Babası çok fena halde öfkelenmiş.
- Ulan ben ki bu milletin ölüsünü ... demiş ve sözlerini tamamlayamadan sekte-i kalpten dâr- bekaya avdet eylemiş ( Yani efendim kalp krizinden ölmüş ). Dünyanın en mülayim insanı olarak tanıdığı babasının ’ Ben ki bu milletin ... diye başlayan cümlesini öfkeyle söylenmiş olan bir söz zanneden Şaban kısa süre sonra anlamış gerçeği.
Babasının cenaze namazına koskoca köyden bir Allah’ın kulu katılmamış. İmam bile ölü defnedilir edilmez talkın malkın vermeden kaçmış mezarlıktan. Şaban şaşkın, üzgün ve de kırgın bir vaziyette evine dönmüş. Anasına sormuş.
- Ana. Benim babam bu köylüye ne yaptı ki hiç bir Allah’ın kulu cenazesine gelmedi?
- Oğul bana bunu sorma da ne sorarsan sor.
Şaban aynı soruyu köyde kime sorsa aynı cevabı almış.
- Bana babanı sorma da kimi sorarsan sor.
Sonunda köyün şarapçısı Memi dayı iki şişe şaraba anlatmış büyük sırrı.
- Oğul senin baban ölü soyucusuydu. Ne zaman birini toprağa versek dişlerinden, kefenine kadar nesi varsa soyardı senin baban.
Şaban bu sırrı öğrenince çok öfkelenmiş ’ Ulan diriyi soyana ’ Padişahım çok yaşa diyorsunuz, ölüyü soyana ise lanet okuyorsunuz ha. Ben size gösteririm ey köy halkı. Öyle bir şey yapacağım ki babamı rahmetle anacaksınız ’ demiş tüm köylülere. Köylüler aldırmamış tabii ki bu sözlere. Ölü soyuculuğundan daha kötü ne yapabilir ki diye düşünmüşler. Lakin çok yanılmışlar.
Ertesi gün köy mezarlığının yanından geçen köylüler ne görseler iyi: Bütün mezarlıklar açılmış. Cesetler çırılçıplak orta yerde. lakin feci olan bu manzara değil.
Feci olan : Her ölünün makatına bir kazık çakılmış olması. Anlamışlar köylüler bu işi yapanın Şaban olduğunu ve şöyle demişler: Yahu bunun RAHMETLİ babası hiç olmazsa sadece ölü soyuyordu bu namussuz kazık çakmış bir de’
Şaban tabii ki köyde duramamış. Kaçmış İstanbul’a. Kısa sürede nasıl etmiş, nasıl becermiş bilinmez padişahın gözüne girmiş. Padişah da onu Van’a vali tayin eylemiş.
Şaban Van’a varır varmaz başlamış halkı soymaya. İğneden ipliğe ne varsa vergi koymaya başlamış. Halk perişan, ser sefil sürünüyor lakin Şabanın koyduğu vergiler bir türlü kesilmiyor. Bu zulme ancak bir sene kadar dayanabilmiş ahali. Sonunda Şaban’ı padişaha şikayet etmeye karar vermişler ve çok güvendikleri birini ulak olarak padişaha göndermişler. Fakat ölü soyucusu oğlu Şaban boş durmuyor ki. Casusları vasıtasıyla öğrenmiş bir ulağın padişaha şikayet mektubu götürmekte olduğunu ve yakalatmış ulağı. Daha sonra da tellallar çıkararak halkın meydanda toplanması emrini vermiş. Ahali meydanda toplanınca adamlarının zar zor taşıdığı kocaman bir sandıkla çıkmış halkın karşısına ve başlamış konuşmasına
Ey ahali...
Bu sandığa iyi bakın. İçinde çokça altın var. Lakin sandık henüz dolmadı. Dolmasına iki parmak kadar bir şey kaldı. Az daha dişinizi sıkın sandık dolsun ondan sonra sizinle işim kalmayacak... Lakin şunu bilesiniz ki şayet ben bu ilden gidersem yerime gelecek vali boş sandıkla gelecek. Şimdi isterseniz şikayet dilekçesini bizzat ben göndereyim padişaha .
Bu nutuktan sonra artık ahali bir daha hiiiç şikayet etmemiş halinden. Mutlu mutlu yaşayıp gitmişler.
Her şey güllük gülistanlığa dönüşmüş ama Şaban’ın içinde bir ukde var: Tüm Valilerin adları önünde anlı şanlı, şatafatlı ünvanlar varken kendi adı sadece Vali Şaban. İşte buna içerler olmuş. Sonunda şehrin en ünlü ozanlarını konağına davet etmiş ’ Benim adım önüne de şöyle anlı-şanlı, şatafatlı bir ünvan bulun bakalım’ demiş.
Ozanlar her ne yazdılarsa beğenmemiş bizim Şaban. Sonunda Ozan Sami derler garip bir ozan bulmuş en uygun unvanı:
VALİ-İ VİLAYET-İ VAN
TEZAKKUM-U İŞTİHA EYLER ŞABAN
Şaban kendine çok yakışan bu unvanı ölünceye kadar kullanmış. Hatta mezar taşına bile yazdırmış:
Vali-i Vilayet-i Van
Tezakkum-u iştiha eyler Şaban
( Van Vilayetinin Valisi/ İştahla zıkkımlanır Şaban )
YORUMLAR
http://www.fikramasasi.com/yazi/gecmis-zaman-politikacisi
**
014. Mezar soyguncusu
Köyün birinde bir mezar soyguncusu varmış. Cenaze gömüldükten bir gün sonra mezara bir gidilirmiş ki, mezar soyulmuş, bütün ziynet eşyaları çalınmış. Köylü bu mezar soyguncusunu bilirmiş bilmesine de, bir türlü yakalayamazmış. Gel zaman, git zaman bu böyle sürüp giderken mezar soyguncusu ölüm döşeğine düşmüş ve oğlunu çağırarak; “Bak oğlum. Ben bu güne kadar sizin rızkınızı mezar soyarak çıkardım. Şimdi ölüp gidiyorum. Arkamdan tüm köylü bayram yapacak. Bir kişi bile ‘Allah rahmet eylesin’ demeyecek. ‘Oh be, öldü de kurtulduk’ diyecekler.” diye itirafta bulunmuş. Bu olay oğlanın çok gücüne gitmiş. Babasına; “Baba sana söz veriyorum, herkes arkandan rahmet okuyacak.” demiş. Derken mezar soyucu ölmüş. Bütün köylü bayramda. Birkaç gün sonra köyde gene bir cenaze. Ama köylünün içi rahat. Cenaze tüm ziynetiyle beraber gömülmüş. Bir gün sonra mezarlığa gidildiğinde o da ne? Mezar gene soyulmus ve eskisinden farklı olarak cenazenin kıçına koca bir kazık çakılmış. Köylüler bunu görünce; “Yahu Allah rahmet eylesin Ahmet efendi de mezar soyardı ama hiç olmazsa kazık çakmazdı.” demişler. Şimdiki siyasetçilere duy’rulur.
***
bu linkte yer alan hikayelerden türetilmiş yazı.. orjinal değil... selamlar..
sami biberoğulları
Her neyse . Değer verip okuduğunuz için teşekkürler.
Şimdiki veya geçmişteki siyasetçiler ...Değişen bir şey yok. Onu anlatmaya çalışmıştım.
Selamlar, Saygılar.