- 912 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TÖRE
1989 Yılında Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesinin bir köyünde öğretmenlik görevime başladım.Branşım
da öğretmen ihtiyacı olmadığı için sınıf öğretmeni olarak görevlendirildim.Köyün tek derslikli okulun
da, ben dördüncü ve beşinci sınıfları, öğretmen arkadaşım ise diğer sınıfları okutuyordu.
Köyü ve öğrencilerimi yeni yeni tanıyordum. Ağrı Dağı eteklerindeki bu köyün tüm evleri
toprak damlıydı.Evlerin hepsinin kapıları tek yöne ,ovaya,ovanın ortasından kıvrılarak akan dereye
bakıyordu.Köy,adını,ovayı ikiye bölerek adeta bir beşikte sallanır gibi,kavislenerek akıp giden bu akar
sudan alıyordu.Ovadan ,dağın eteklerine doğru yürüyüp köyün en tepesindeki evin arkalarından aşağı
lara bakınca ,dışarılarda kimseyi görmezseniz eğer,burada yerleşim olup olmadığı konusunda şüpheye düşerdiniz.Kışın ,köylülerin, üzerindeki buzu kırarak balık avladıkları derede yüzen ördekler,
kazlar ve kış değilse eğer, ovaya bırakılan ,sahip çıkılmayan eşeklerin varlığı bu güzel coğrafya da insan
ların da yaşadığını kanıtlıyor gibiydi.Köylülerin ,ovada üç mevsim serbest bıraktıkları,sadece işleri olduğu zaman yakalayıp çalıştırdıkları eşek ve atlara; kış gelince ,kurtlardan korumak için sahip çıkıyorlardı.Yaşlı ve sakat yük hayvanları ise,adeta “yabani hayvanlara yem olabilirler” der gibi ovada
bırakılıyordu. Uzun kış geceleri bu terkedilmiş hayvanlara,yabani hayvanlar saldırıyor,sararmaya
yüz tutmuş çimenlerde tam bir can pazarı yaşanıyor, yazıya terkedilen hayvanların sayıları her gece
biraz daha azalıyordu.
Okul açılalı henüz dört ya da beş hafta olmuştu. Öğrencilerimle son teneffüse çıkmıştım.Okulun arkasından ovaya doğru bir koşuşturma gördük.Köye yaklaşmakta olan bir koyun sürüsüne, derenin
kenarında pusuya yatan bir kurt saldırıyor ve kuzuyu kaptığı gibi hızla kaçıyordu. Olay bir film şeridi
gibi gözlerimizin önündeydi. Ovadan, dağın eteklerine doğru ağzında kuzuyla koşan kurt, onu
kovalayan dört tane çoban köpeği, onların arkasından iki çoban ve sürünün kendilerinin olduğunu
daha sonra öğrendiğim beşinci sınıftan bir öğrencim ,kurdun arkasından koşuyorlardı. Kurt ara sıra
geriye dönüp bakıyor ama hızını azaltmıyordu. Köpekler hem havlıyor hem de kararlı bir şekilde
koşuyordu. Çobanların bağırışı , ıslığı, köpeklerin havlaması, hiçbiri , kuzunun kurtuluşu için yeterli
olmamıştı. Kurt , dağın eteklerine varmış, dağa tırmanmaya başlamıştı. Köpeklerin önce biri, sonra
diğeri kovalamadan vazgeçmiş ,yorgun düşmüş ,olduğu yerde havlamalarını sürdürüyordu.Kurt, artık
gözden kaybolmuştu.Diğer köpekler de durdular ve çobanların yanına geri döndüler.Çobanlar da
yorulmuş , kuzu için yapacak bir şeyleri olmadığını anlamışlardı.Çobanların yanına dönen köpekler,
üzüntülerini belli etmeye çalışır gibi zaman zaman geriye dönüp havlıyordu. Kuzuyu kurtarmayı başaramayan ekip , ovanın bitiminden geri dönüp ,yorgun ve yenilgiyi kabul etmiş bir şekilde, köye doğru yürümeye başlamıştı. Ben , zili çalıp derse girmiştim.Dersin sonuna doğru kuzuyu kurtarmak için koşan öğrencim de sınıfa geldi.Gözleri yaşlıydı. Sırasına oturdu.Yanına gittim.Saçlarını okşayarak
üzülmemesini söyledim.Öğrencim adeta gözyaşlarına boğulmuş konuşamıyordu.Canavar kurt,onun
en çok sevdiği kuzuyu alıp kaçmıştı. Benzeri olaylar burada sık sık yaşansa bile ,işin içine sevgi girdiği
zaman yaşanan acılar ve üzünç belli ki katlanıyordu.
Bu olaydan birkaç gün sonra, öğrencilerimle ders işlerken okul bahçesinden bağrışmalar duyduk.
Bağrışmalar, köylülerin içme suyunu aldıkları okul bahçesindeki kuyunun başından geliyordu.
Köyde birkaç tane daha su kuyusu olmasına rağmen okul bahçesindeki suyun en temizi olduğunu
söylüyor, içme suyu için onu tercih ediyorlardı.Bu yüzden köyün en uzağında oturan köylüler de
bu kuyudan su alıyordu. Kuyunun başı bu nedenle hiç boş kalmıyordu.Evlere su taşıma işi de
nedense diğer işlerin çoğunda olduğu gibi kadınların omuzlarındaydı.
Dersten çıkma vakti gelmişti. Teneffüse çıktık.Bağrışmalar devam ediyordu. Ben, birkaç gün önceki
olaya benzer bir olay diye düşünüyordum.Ovaya doğru bakınca elinde bir eşarpla koşan bir delikanlı
ve arkasından ona kızarak,hakaret ederek ,onu yakalamaya çalışan üç genç kız koşuyordu. Kuyunun
başındaki birkaç kadın da bir şeyler bağırıyor ama ne dediklerini anlayamıyordum. Hatta kadınların bir
tanesi kendini yere atmış saçını başını yoluyordu. Öğrencilerime ne oluyor diye sorunca, şimdi
öğreniriz diyerek yanımdan ayrılıp, kuyu başındaki kadınların yanına koştular.
Ovada kaçan delikanlı ve onu kovalayan kızların ne yapmaya çalıştıklarını düşünürken ,delikanlının
gittikçe arayı açtığını görüyor ;kızların artık ona ulaşamayacaklarını anlıyordum.Ama ona rağmen
kızlar kovalamaya ve bir yandan bağrışarak bir şeyler söylemeye çalıştıklarını görüyor,duyuyordum.
Kuyunun başına ,olayın ne olduğunu anlamaya giden öğrencilerim yanıma gelerek:
“Öğretmenim,falancının oğlu,filancının kızının eşarbını alarak kaçmış.”dediler.
Ben bir şey anlamamıştım.
”Niçin kızın eşarbını alıp kaçıyor.”dedim.
Beşinci sınıfta okuyan bir öğrencim :
“Öğretmenim ,köyümüzde töredir.Bir delikanlı,bir genç kızın eşarbını alıp kaçarsa,o kızı artık kimse isteyemez.Kızı, eşarbı alıp kaçan oğlana vermak zorundadırlar.” dedi.
Bu açıklamayı anlamaya çalışırken, bir yandan da ovaya bakıyordum.Kızlar,oğlanı yakalayamaya
caklarını anlamış pes etmişlerdi.Ovanın ortasında oturmuş ağlaşıyor,adeta isyan ediyorlardı.Kuyunun başında ayılıp bayılan ,üstünü başını yırtan kadının da eşarbı kaçırılan kızın anası olduğunu
öğrenmiştim. Şok olmuştum. Bu ne acımasız, bu ne inanılmaz töreydi.
Ders zili çalmıştı. Sınıfa girdim.; ama doğrusu hala gördüklerimin etkisindeydim.Derste öğrencilerimle
bu konuda sohbet ettim.Yaşadığımız çağda böyle bir anlayışın , törenin ne kadar yanlış olduğunu
anlatmaya çalıştım.Öğrencilerimin bir kısmı düşüncelerime katılırken, bir kısmının sessiz kalması, bu
çetin coğrafyada bile, en katı kuralların,eğitimle değişebileceğine olan inancım daha da artmıştı.
Son dersten sonra lojmana geçtim.Öğretmen arkadaşım çay yapmıştı. Hem çay içiyor, hem de gördüklerimi anlatıyordum . Arkadaşım , olayı kendisinin de duyduğunu ve çok şaşırdığını söyledi.
Tam o sırada , sık sık ziyaretimize gelen köyün baş azası lojmanın açık kapısından içeri girdi.
Misafirimize sandalye verdik.Arkadaşım çay koyarken,ben hala şokunu üzerimden atamadığım olayı
anlatmaya başlamıştım. Baş aza beni dinledikten sonra :
“Evet öğretmenim bu köyümüzün töresidir.Eşarbı başından alınan kızı kimse istemez,isteyemez.
O kızı da kızın ailesi zaten kimseye veremez.Aksi halde kan çıkar.”dedi. Aza ,köyün girişindeki yanmış,
yıkılmış birkaç evin böyle bir olay yüzünden o hale geldiğini,o olayda üç kişinin öldüğünü,diğer aile fertlerinin ise köyü terk ettiklerini söyledi.
Azaya bu zamanda ,bu çağda böyle ilkel bir törenin,geleneğin,ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya çalışmamın boş bir çaba olduğunu ; azanın ,bana :
“Öğretmenim seni seviyoruz.Beğendiğin bir kız varsa eşarbını alıp kaçabilirsin.”dedikten sonra
daha iyi anlamıştım. “Aman aman”.dedim.
Bu köyde, öğretmenliğimin ilk aylarında yaşadığım bu iki olay: Bana,buradaki insanları, törelerin
kıskacından kurtarmanın ,kurdun ağzındaki kuzuyu kurtarmaktan çok daha zor olacağını öğretiyordu.
Haluk YOLSAL
YORUMLAR
Cehalete hayretler içerisinde bakakalıyorum.Allah akıl fikir versin, göremeyen kör olmus gözleri acsın.Kaleminize saglık.Saygılarımla...
haluk yolsal
.....Kaleminize ve yüreğinize sağlık değerli meslekdaşım. Yıllar öncesi tanığı olduğunuz o TÖRE denilen kahrolası olay günümüzde de yaşanmıyor mu? Halâ töre cinayeti adı altında gencecik fidanlar toprağa ve cezaevlerine gömülmüyor mu? Yaşamlar karartılmıyor mu?
......Sanırım bu da bize birer eğitimci olarak bir çare olamamaktan ötürü acı veriyordur. Çaresiz olsak ta kendimizi sorumlu sayıyoruz.
.....Böylesi önemli bir olayı aktardığınız için kutluyor ve saygılarımla selamlıyorum.
....Hoşça kalın, sağlıkla kalın.
haluk yolsal
Yazdıklarım ülkemi gerçekleri...Çok acı,bir o kadar da utandırıcı...
beğendiğiniz için teşekkürler...