- 842 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KOŞ
-Koş!
-Neden?
-Soru sorma; sadece koş!
-Nereye kadar koşacağım?
-Yarış bitene kadar! Bir daha sakın soru sorma!
-Peki...
Kim olduğunu bilmediğim birisi, bana, azarlarcasına emirler yağdırıyordu. Doğrusu ondan korkmuştum. Dediğini hemen yapmaya başladım. Yüzünü tarif bile edemem. Kimdi ki bu? Aklımdan onlarca soru geçiyordu. Koşmaya da başlamıştım. Nefesim tıkanacak gibi oluyordu çoğu zaman. Ama koşuyordum. Koşmalıydım da!
-Çok yoruldum. Biraz dinlenebilir miyim?
-Hayır. Dinlenmek için katılmadın bu yarışa!
-Ben yarışa katılmak istemedim ki!
-İtiraz etme, koş!
-Lânet olsun; tamam, koşmaya devam edeceğim!
Enteresan bir yarıştı bu; onlarca insan, birbirinden habersiz halde delicesine koşuyordu. Bense avazım çıktığınca çığlık atmak, bu saçmalığa bir dur demek istiyordum. Bu düşünce beynimi allak bullak ederken, göz bebeklerime, hastane koridorlarının duvarlarını süsleyen bir hemşirenin resmi yerleşiyordu. Hemşire, öfkeli gözlerle bana bakarak sus işareti yapıyordu!
-Ama ben çığlık atmak istiyorum!
-Hayır, çığlık atamazsın!
-Peki ya neden?
-Herkesin kulaklarını sağır ettim, kimse seni duyamaz!
-Kimsin sen?
-Soru sorma, koş!
Bir sürü insanla karşılaşıyordum yolda. Ama kimse kimseyi duymuyordu, hatta kimse kimseyle konuşmuyordu bile. Ayakkabılarını arayanlar görüyordum. Ayaklarında nasır olan bir sürü insan... Kimileri de hüngür hüngür ağlıyordu bir köşede. Seslerini duyamasam da anlıyordum onları! İsyan ediyorlardı bu yarışa... Yarıştan memnun olan insanlara da rastlıyordum. Ama onların dünyaları çok farklıydı; bambaşka bir yolda yürüyor gibiydiler!
-Bu insanlar neden yürüyor?
-Onlar yarışı bitirdiler.
-Kazandılar mı peki?
-Kazanamayanlar yürüyemez! Koş!
-Yollarda hiç levha yok. Nereye koşacağımı tam olarak bilemiyorum!
-Sesleri dinlersen yolunu bulursun, ama sakın dinleme!
-Bana o sesi çıkarır mısın?
-Hayır! O sesi sana şehrin caddeleri çıkartır!
-Ne zaman? Kaç kere?
-Bir günde 5 kere! Koş, vakit daralıyor!
-Tamam!
Sadece koşuyordum... Bazı insanlar, koşarken bile birtakım işlerle meşgul oluyordu. Onları “aptal” olarak nitelendiriyordum. Yarış bitecekti elbet. Bana gerekli olan, sadece koşmaktı. Düşünmek, vakit kaybı olabilirdi! Yarışın bitmesine de az kalmıştı zaten; hissediyordum! Aklımla çelişkiye düşmeye başlamıştım. Sorgulama yapmam lâzımdı! Ama alışkanlıklarımdan dolayı, bir şeyleri sorgulamak bana zor geliyordu.
Bir ses duydum! Yarış bitmişti! Adı İsrafil olan bir melek, yarışı bitirmişti! Bir düdük sesi çalınmıştı kulaklara! Yer ve gök yer değiştirmişti! Gazete ve televizyonları farklı mahlûkatlar ele geçirmişti! Flaş haber olarak “Kıyamet koptu!” deniliyordu! Koşmamamı isteyen o iğrenç suratlı yaratık da yoktu! Koşarak vardığım nokta bir köprüydü. Köprünün başında ise Sırat yazıyordu! Sırat kelimesini bir televizyon kanalında duymuştum. Bir dizinin ismiydi! Benden önce yarışı bitirenlerden bazıları rahatça köprüyü geçiyordu. Kimileri ise debelenerek aşağı düşüyordu ve düşerken “Ne olur, beni tekrar yarışa sokun!” diye bağırıyordu!
Kimisi de yarış esnasında gerekli uyarıların yapılmadığını söylüyordu. Şimdi anlıyordum caddelerden gelen o sesi! Günde 5 defa, gerekli uyarılar yapılmıştı aslında!
Korkuyordum ateşe atılmaktan! İtiraz edecek oldum; “İtiraz vakti geçti!” dediler.
Şimdi yanmıştım işte!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.