- 785 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Nil Karnında Aşka Evrim
Saklamaya gelmez. Çığlığını duymalıyım. Çınar ağaçlarının yaprakları gibi gözyaşların delip de geçmemeli kendime ayrılmış sevgi bahçemi. Bir kaktüs sancısı taşıyan, acele aşkların dörtnala çakıdığı şimşeklere benzemiyor hiçbir hissim. Bir düzine şiir içinde, bin düzine çekirdeğim yanıyor güneşin sesiyle. Ben buna hayat diyorum, sen ise ölüm! Ağından fırlayan balıktan hiçbir farkım yok; yine yakalanacağımı bilip, son dakikalarımı uzatıyorum.
Balığın Nil’de uzanan sancısıyım. Suratıma alık alık bakan işçiler görüyorum. Kimi Yakubu, kimi Yusufu, kimisi de Bünyamini gördüğüne dair hikâyeler anlatıyor. Ama ben Mısır değilim, yanamıyorum tarlamda. Birkaç şiirlik korkunç şaşkınlığımla sade bir balığım ben. Balık olmanın tarz-ı muhal tahayyüllerinde zaman aşımlarına müstahak; yumurtanın göğsünde tüllenen sorular kervanıyım. Katığım uzun akşamüstleri; üstü başı açık gübrelerin kokularında memeler görüyorum gökyüzünde. Gökyüzüm başımın üstü, geviş getiren insanlarla arkadaş oluyorum ara sıra.
Son dakikalarımda Firavunun bahçesine giriyorum. Asi oluyor bir kadın; kadının göğsünden dizkapaklarına uzanan kırmızı bir tül! Bu tülün hikâyesine kendimi kaptırıp gidiyorum. Su içinde nefes alma mucizesine karşılıklı bir masal uyduruyorum. Kadın geri çekiliyor, gölgesinde aşk acısı; erkek olmak da suç! Eşsesli bir acının tam ortasında gerçeküstü kıvrımlarına dokunuyorum. Şurası batı olmalı, şu meme ucu da doğu. İkisi de aynı; hiçbir farkları yok! Sarımtırak gölgelerimi seçiyorum. Yeşilliğimin son adı ’sararmak!’
Hiçbir dalga sekmelerin içinde kurşunları tutamıyor. Bu tarif edilmez acıya Nemrut dahil oluyor. Ama Nil daha aşağıda olmalı! İbrahim’in ateşler arasında gönlüne huzur veren ele bakıyorum; ’hiçlik’ bir olmak tezahürü. Hizmetçiler süpürüyor gözkapaklarımı. Toprakla kucaklaşmış her bir yaprak perdelerin çengisi, ’çıt çıt’ seslerini duymak da güzel! Meydan okuyor iki el; iki el de yörüngelerin sarımtırak tutkuları. Doğusunda yalnızlık, batısında şömine sıcaklığı. Bir kadında iki coğrafyaya bölünüyor zaman. Güneşle kadehe tutuşan yıldızların ölümlerini izlemek için bir bahanesi olmalı şu küskün dalın. Kadınlar hep tabidir bir firavunun iki dudağına. İki dudak arasında yakılmayı bekleyen acı mezar taşının tarifsiz rüzgârına çarpılıyor dağarcığım. ’La’ olmadan katıksız doğranıyor parmaklarım.
Duyduğum son söz, bir daha söz söylemeyeceğim olmasıydı. Yalana benzer tarihi okutan koca adamların hiçbir esintisi yok bu imgelerde. Birbirini selamlayan kuşlar, böcekler ve hatta ağaçlar bulsam kafi gönlüme! Akrepleri seviyorum önceleyin, sonra da birkaç garip örümcek. Sarının ortasında ’camel’ yazan maşrapalar buluyorum. Fakat söndürmüyor hiçbir yanıgını iki hece. Deve mi, yoksa bir sigara markası mı; anason kokusunda bulutlar dağılıyor uzun efkarımın ertesinde. Odun kokusun ekmekler; ama balıklar ekmekten çok hayal kurmayı severler. Ben ikisini de seviyorum. Kadının uzattığı son sigara benim ölümüm olabilir, benden bu kadar uzak durmasının bir manası olmalı! Kediler görüyorum.
-Nereden çıktınız siz pisi pisiler?
-Miyav, miyavvv...Biz buradaydık asırlardır. Seni yeni görüyoruz, sen kimsin, nereden çıktın? Miyav, miyavvv...
Laf anlatmaya çalışsam da faydası yok. İleride bir akrep. Korkutan sessizliği ile yanıma doğru geliyor.
-Sen...sen kimsin be?
-Ben de akrebim. Akrep kardeşim. Seni çok severim, bana yolu tarif eder misin?
-Sen daha çok balığa benziyorsun. Sana güvenmiyorum. Şüphe içinde kaldım.
-Bu kadar şüphe etmene gerek yok! Bana güven, bir kez de güvenmeyi dene hayatında.
-Yapamam, doğama aykırı!
-Yani?
-Sen yoluna devam et!
Yolumu sonlandıran Nil! Bu kadar aşık olacağımı bilemezdim kimsesizliğimde ki kimseleri anlatan hayal piyesime. Akrep dahi beni tanımıyorsa, kuşlara sormaya bile gerek yok. Zaten leylekler gelirse beni yerler, biliyorum.
Adam son sayfayı çevirirken, kadına söylemesi gereken şeyden ne kadar da uzakta! Ya sevmeyi bilemeyecek kadar, neden bu kadar sevgisiz kaldı bu insanlık?