- 1616 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
BİR AVUÇ DOLUSU YANLIZLIK
BİR AVUÇ DOLUSU YANLIZLIK YANLIZLIK
Deniz kenarında mavi suların, çakıl taşlarını dövüşünü seyrediyordu. İçinde ki bir avuç dolusu yalnızlığı, bir bebeği büyütür gibi büyüterek.
***
_ Anne nasılsın?
Mine bembeyaz olmuş yüzüyle banyodan çıkıp bir külçe gibi kanepeye yığıldı. Gece başlayan mide bulantısı bir türlü kesilmemiş, sürekli safra çıkarmaktan boğazı ve gırtlağı yanıyordu. Kahredici, berbat bir bulantı sürekli iz peşindeydi. Aldığı ilaç hiçbir etki göstermemişti.
Sesinin tonuna yalancı bir ahenk vermeye çalışarak oğlunu cevaplandırdı.
_ Canım iyiyim. Merak etme sadece biraz bulantım var. Biliyorsun bir süre sonra geçecek. Biz alıştık değil mi?
_ Biliyorum anne. Merak etme geçecek. Sana masaj yapmamı ister misin?
Genç kadının konuşmaya dahi tahammülü yoktu. Tüm bedeni acayip bir hengâmenin içerisinde savruluyor gibiydi. Zoraki bir yüz ifadesi takınarak oğlunu cevapladı.
_ Çok iyi olur Mert.
Küçük çocuk annesinin başını cılız bacaklarının üzerine alıp, kalem kokan parmaklarını genç kadının terden buz kesmiş anlında gezdirmeye başladı.
Mine gözlerini yumdu. Kulakları uğulduyordu. Başının içerisinde dolaşan bir burgu sürekli beynini kemiriyordu. Ağzının içi zehir gibiydi. Yutkundukça bu zehir bulanan midesine oradan da tüm vücuduna yayılıyordu. Bunu düşündükçe midesi daha çok bulanır oldu. Başka şeyler düşünmeye çalıştı. Oğlunun bebekliğini düşünmeye başladı. Bir süre sonra göz kapakları ağırlaşmaya başladı. Sancılı bir uykunun koynuna yuvarlandığını hissetti. Her zaman ki kâbuslarına, kendini teslim etti.
***
_ Sana inanamıyorum!
_ Böyle olmasının biraz da sen istedin.
_ Ben mi istedim. Neler saçmalıyorsun sen!
_ Sürekli ilgilendiğin konular sadece seni bağlıyor. Varsa yoksa okulun ve öğrencilerin. Etrafındakiler umurunda dahi değildi!
_Gerçekten sana inanamıyorum!
_ Neden? Ben bir erkeğim. Ve sen bir kadın olarak beni ihmal ettin. Sonucunu görüyoruz.
_ Zamanlaman mükemmel doğrusu… Bir aile olarak sana en çok muhtaç olduğum bir vakitte yaptıklarına inanamıyorum. Kahretsin…
Seni asla affetmeyeceğim. Varlığına tahammülüm yok. Defol hayatımdan…
Genç kadın çarpan kapının ardından, sabitlediği bakışlarının duvarın pembesinden çekip aldı. Yüreğini sıkan ele inat derin bir iç çekişle boğazını temizledi. Böylesine alçak bir adam ile dokuz yılını nasıl geçirdiğine şaşırdı. Bir insanın kaç türlü maskesi olabilirdi ki. Tahmin edemedi. Ama eşi olacak alçağın maskesi nihayet düşmüştü. Son aylarda durgunluğunu başka şeylere yorarken altında yatan sebep ne kadar da iğrenç ve küçük düşürücüydü. İhanet, üstelik bir de şu haliyle asla kaldıramayacağı bir durumdu.
Rahmetli annesi ne vakit babasına öfkelense; erkek milletinin bir çanağı varsa birine mutlaka… Derdi.
Ah anacığım keşke şimdi yanımda olabilseydin diye inledi. İşte şimdi ağlayabilirdi. Annesinin yokluğuna, kendisinin yaşadıklarına, oğlunun babasız büyüyeceğine…
***
Doktorun yeşil gözleri beyaz yüzünde boncuk tanesi gibi duruyordu. Ciddi yüz ifadesi bir nebze dahi aklından geçen düşüncesini ele vermiyordu. Mine vücudunda gezinen ellerin, ritmik ve titiz hareketlerini merak ile takip ediyordu. O an ne hissediyorsun diye sorsalar, kocaman bir hiç diye cevap verebilirdi. Sanki içi boşalmış gibiydi. Yeşil gözlü doktorun sesiyle boşta bulunup irkildi.
_ Mine Hanım, giyinebilirsiniz.
Genç kadın çar çabucak üzerindekileri sırtına geçirip doktorun karşısındaki koltukta yerini aldı. Bakışlarını doktorun yüzünde gezdirirken, ardı sıra sorulan sorulara boğazı kuruyarak cevap verdi.
Evet evliydi. Doğum yapmıştı. Otuz dokuz yaşındaydı. Anne tarafında meme kanseri tanısı yoktu. Teşhisi tespit edebilme adına sorulan soruların cevapları alındıktan sonra, doktor madeni bir ses tonuyla konuştu.
_ Mine Hanım, acilen mamografi ve ultrason almamız gerekiyor.
***
İçerisi ne kadar soğuk diye düşündü. Etrafında dolaşan yeşil önlüklü insanlar ne kadar büyük geliyordu gözüne. Robot gibiydiler. Alışkanlıklarını devam ettiren insanların rahatlığıyla işlerini yapıyorlardı. Hemen yanında koluna tansiyon aletini bağlamaya çalışan genç kızla göz göze geldi. Genç kız özenle gözlerine makyaj yapmıştı. Mavi far mavi gözlerini olduğundan daha büyük gösteriyordu. Yüzündeki maskenin ardından gülümsedi.
Mine sadece baktı. Öylece…
Başının üzerinde yanan ışık gözlerini kamaştırıyordu. Günlerdir yaşadığı olayların sonucunda sinirleri yay gibi gerilmişti. Oysa şimdi içi boşalmış gibiydi. Korku namına hiçbir şey hissetmiyordu. Bu Allahın bir lütfü diye düşündü. Aklına gelen tüm duaları okurken, gözünü kamaştıran ışıkla beraber başının ucundaki mavi farlı kız küçülmeye başladı. Küçüldü küçüldü nihayetinde buhar gibi uçup gitti.
Aslında o an bir süreliğine uçup giden Mineden başkası değildi.
***
Önce;
Otuz dokuz yıl beraber yaşadığı uzvunu kaybetti.
Memesini.
Yerinde kocaman, yirmi dokuz dikişlik kesik duruyordu. Kupkuru bir tahta gibi…
Arada bir gerilip burada eksik bir şeyler var diye sinyal veren iz, kadınlığının eksikliğini aynalarda yüzüne çarpıyordu.
Sol kolunun tümörlü lenfleri temizlenmişti. Geriye kalanlar ise, bir ömür boyunca bir yüzük bile takamayacağı kolunun ne durumda olduğunun apaçık göstergesiydi. En çok örgü öremeyeceğine hayıflanıyordu. Hâlbuki ne çok severdi ilmekleri örmeyi. Ruhunun dinlendiğini hissederdi.
Son zamanlarda aynalara küsmüştü. Eşinden sonra ikinci küstüğü şey aynalardı. Kendisini daha bir çirkin gösterir olmuşlardı. Saçsız başı ve birkaç tane kalmış kaşlarıyla pek çirkindi. Oğlu anne böyle de çok güzelsin diyordu. Oysa? Ah saçları nede güzeldi.
Evliliği bitmişti. Bir başka hemcinsi uğruna eşi kendisini aldatmıştı. Sağlıklı iken bunları yapsaydı, bu kadar üzülür müydüm diye düşünür olmuştu çoğu zamanlar. Kendi kendine öfkelenir, ne fark ederdi ki diyerek çok sonraları anlamsızlaşacak düşünceleri başından kovmaya çalışırdı. Evlilik öncesi yapılan yeminin sahteliği kahkahalara boğulmasına neden olurdu.
Hastalıkta ve sağlıkta…
Al sana kocaman bir yalan…
İşin en başından…
***
Çakıl taşlarına takıldı gözleri. Ne çok seviyordu denizi ve suyun kenarındaki deniz kabuklarını. Çocukken babasıyla beraber sahilde deniz kabukları toplardı. Babası en büyük deniz kabuğunu kulağına yaklaştırır usulcacık;
_ Dinle Mine. Denizin sesini dinle. Derdi.
Şimdi deniz kabuğu olmadan denizin sesini dinliyordu Mine.
İçindeki bir avuç yalnızlığı denizin mavi sularına serpiştirerek…
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
SEVİLAY DİLBER
güzel yorumun içinsağol..
iyi bayramlar..
SEVİLAY DİLBER
güzel yorumun için..
teşekkürler..
selamlar..
Sevgili kardeşim: si orom - sevilay dilber
Bir hekim olarak yazınızı ilgiyle okudum. Yaşamın acı gerçeklerinden bir kesit olan öykünüzü çok başarılı bulduğumu belirtmek isterim. Yazmak bu kaleme yakışıyor.
Başarılarınızın devamını diliyorum.
Her şey sizin ve sevdiklerinizin gönlüne göre olsun efendim.
Sevgi ve saygılarımla.
Dr. İrfan Yılmaz. TEKİRDAĞ.
SEVİLAY DİLBER
güzel yorumunuz için..
saygı ve sevgilerimle...
Ellerim bu kadar zayıf olmasaydı...
Bu kadar taş olmasaydı yüreğim.
Ve gözlerim sana bakarken...
Senden öteleri görebilseydi.
Uzanıp ruhunun kulaklarına dokunur ,
"Seni hep sevdim" diye haykırmak isterdim.
"Seni hep sevdim,hep özledim!"
Dost ey !
Bu hayat sürgünü bittiği zaman,
Avuçlarımda neler kalacak?
Hangi acılara ağlayacağım?
"si ma ororper"
"si ma oroper"
Kutlarım.
Saygı ile.
Değerli kardeş.
SEVİLAY DİLBER
değerli kardeşim..
cuma mati si oroper..
selamlar..
Bu hikaye veya "anı" bana Halil Cibran'ın "Ruhumu Yedi Kez Aşağıladım "adlı şiirini hatırlattı tabi ki konu olan "adam "açısından...
Bir de küçük bir "uyarım" olacak:Başlıktaki "yalnızlık" olmalıydı,kaldı ki aşağılarda "doğru" yazılmış zaten.
Yazınızın "güzelliği" düşündürücü olmasıydı bence.
Bir de rumuzunuzu merak ettim.
Bir ahlakçı düşünürün okunuşu mu acaba?
sabri ayçiçek tarafından 11/4/2011 12:54:52 AM zamanında düzenlenmiştir.
SEVİLAY DİLBER
hemen düzeltiyorum...
rumuzum lazca bir cümle..
ben komohti lazım..
si orom seni seviyorum demek
öyküme yaptığınız yorum için sağolun..
sevgilerimle..