- 787 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
EVLAT-LIK
EVLAT-LIK
Genç adam; demir parmaklıklı kapıyı ardına kadar açıp, çam ağaçlarının sıralandığı bahçenin içerisine doğru yöneldi. Ilık esen rüzgâra karışmış reçine kokusu burnuna çarptı. Ayağının altında ezilen, kurumuş çam pürünün çıtırtısı etrafta uçuşan serçelerin cıvıltılarına karıştı. Etraftaki durağan sessizlik, tuhaf derecede insanı ürpertiyordu. Sonbaharın yumuşak havasına rağmen, üşüdüğünü hisseden Cüneyt ceketinin yakasını kaldırıp ürperen ensesini korumaya aldı. Olağan dışı çarpan kalbi ve kuruyan boğazı, kendine itiraf edemese dahi ne kadar heyecanlı olduğunun göstergesiydi.
Toprak yolun sonuna yaklaştığında sola doğru döndü. Aradan geçen onca yıla rağmen bu geniş bahçeyi ve köşke uzanan ince uzun yolu dün gibi hatırlıyordu. Hemen burada bir yerlerde eski bir kameriye olmalıydı diye düşündü. Bakışlarını etrafında merak ile gezdirirken, harabe haline gelen sundurmayı fark etti. Yılların ardından yaşlı bir ağaç misali yana doğru yatmış kendi kabuğuna çekilmiş gibiydi.
Küskün ve öylece…
Genç adam yaşlı sundurmayı ardında bırakıp, yoluna devam etti. Birkaç adım sonrasında; çam ağaçlarının etrafını sardığı, rüyalarından bir an dahi çıkmayan köşkün çehresiyle burun buruna geldi.
Olduğu yerde kımıltısız kalıp uzun bir süre karşısında duran köşkün resmini rüyalarındaki ile kıyasladı. Bebekliğinin, çocukluğunun hatta gençliğinin geçtiği koca bina, gözüne bir an küçücük geldi. Hani insanlar yaşlandıkça küçülürmüş ya; köşkte üzerine yağan onca yağmurun, karın, esen yelin altında ufalmış ihtiyarlamış heybetinden eser kalmamıştı.
Genç adamın yüreğini sıkan el boğazına doğru yönelince, derin bir nefes ile başına musallat olan duyguyu savuşturmaya çalıştı. Tavsif edilemez duygular içerisinde, köşkün yosun tutmuş merdivenlerine doğru seğirtti.
Ardında onca çocuk çığlıklarını bırakarak…
***
Bomboş yatakhanenin koca pencerelerinin ardında esen şiddetli rüzgâr, okulun ahşap yapısını hiddet ile sarsıyordu. Camlara vuran esintili yağmur damlaları saatlerdir şiddetini bir türlü kesmemişti. Yağmur neredeyse eskimiş ahşap pencerelerin pervazlarından içeriye doğru girecek ve olanca gücü ile yatakhanenin mozaik zeminlerine doğru akıp yol bulacaktı.
Cüneyt yatağından kalkıp, boş yatakların etrafından geçerek pencereye doğru yanaştı. İncecik bedenine rağmen uzun boyuyla beraber hemen kırılıverecekmiş gibi duran narin bir vazoyu andırıyordu. Dingin ve ifadesiz bakışlarını, dışarıda kavak ağaçlarını döven rüzgârın ellerine çevirdi. Rüzgârın ellerinin ne büyük olduğunu düşündü. Kendi küçük ellerine baktı. Sonrada ellerini hırkasının ceplerine soktu.
Eline; sabah elini öptüğü Hasena kadının verdiği çilekli şeker geldi. Bir öfke ile şekeri alıp demir ranzaların altına doğru fırlattı.
Nefret ediyordu bayramlardan.
Çilekli şekerlerden…
El öpmekten…
Tüm arkadaşları bayram tatillerinde ailelerinin yanına giderken, kendisinin bu kocaman okulda yapayalnız kalışından nefret ediyordu. Gece yatağında gözünü uyku tutmayınca, uykusu gelene kadar ağlamaktan ve gözyaşları ile ıslanmış yastığına başını koymaktan nefret ediyordu.
Yıllar sonrası düşündüğünde; o zamanlar nefret diye hissettiği duygunun aslında içinde patlayan isyanın lavlarının yakıcılığı olduğunu muhakeme etmişti.
Küçüktü.
Bunun farkına varamayacak kadar küçük.
***
Küçük çocuk, holün sağ tarafındaki duvara asılmış olan resme uzun süre baktı. Tuvalin üzerine ustaca serpiştirilmiş renk senfonisini hafızasına kazırcasına bakışlarını uzun süre ayırmadı. Bebeğini kucağında sıkıca tutan annenin gözlerindeydi gözleri. Bu gözler yeşil mi yoksa mavimi kestiremedi. Kendi gözlerini düşündü. Ela gibiydi. Murat öğretmen öyle söylemişti. Acaba hangisinin gözleri ela idi?
Merak etti.
Annesinin mi?
Babasının mı?
***
Cüneyt elindeki fotoğrafa uzun süre dalgın bakışlar ile baktı. Fotoğraftaki annesinin, gülen yüzünün şemaili ve ela gözlerine takılı kalmıştı. Ne kadar genç ve güzel diye düşündü. Yıllarca hayallerini süsleyen anne görüntüsünden resimdeki kadın çok uzaktı. Fotoğrafın karesini süsleyen kadın, o kadar toy ve masumdu ki bir anneden çok küçük bir kız çocuğunu andırıyordu. Ela gözler ve o gözlerin masumluğu ana oğlu birbirlerine bağlayan tek unsurdu.
Genç erkek; kendisine ait olan ve onun adına onca yıl bu özel eşyaları saklayan müdire hanıma minnet duydu. Yaşlı müdire birkaç gün evvel kendisini karşısına almış ve olabildiğince anaç bir eda ile yaşamının sır perdesinin aralığını açıp içeriye güneşin girmesine izin vermişti. Lakin anlatılan yaşam hikâyesi, genç hayatına renk katacağı yerde sisli bir bulutun gününün ortasına çöreklenmesine neden olmuştu.
Anne ve babası hazin bir trafik kazası sonucu hayatlarını kaybetmişlerdi. Kendisi ise kaldırıldığı hastanede, günlerce küçücük bedeniyle Azrail ile mücadele ederken bir mucize eseri kurtulmuştu. Altı aylık bebeği yuvaya teslim eden hastane yetkilileri, ailesinden kalan birkaç özel eşyayı da beraberinde yuvanın müdürüne vermişlerdi.
Siyah bir deri kol çantası içinde…
Siyah beyaz bir fotoğraf…
Beyaz keten bir mendil…
Ve birkaç bozuk madeni para…
Ailesinden kendisine hatıra kalan siyah çantayı, anne kokusunu ararcasına usulcacık kokladı.
Bir medet umarak…
***
Genç adam köşkün yosun tutmuş mermer merdivenlerini ağır adımlar ile tırmandı. Koca ahşap kapının demir kilidine doğru elini uzattı. Demir kilide okşarcasına dokundu. Gülümsedi. Bu gülümseme aynı anda, çorak bir acı ile yoğrulmuş şaşkınlığın yüz mimiklerine yansımasıydı.
Çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği bu köşk kendisine yuva olmuştu. Şimdi kilitli kapılarının ardında nice gizemli sırlarının açığa çıkarılmasını bekleyen yaşlı bir gelin gibiydi.
Mimarlık bürosunun patronu kendisini; çok eskiden köşk olan sonraları kimsesiz çocukların yuvası şimdilerde ise yenileme edilmeyi bekleyen bu yaşlı çınara gözlem yapmak için görevlendirdiğinde, hayatın tekerrürden ibaret olduğu kanısına varmıştı.
***
Genç adam yaşlı çınara seslendi.
_ Çok uzak yoldan geldim. Beni kabul edecek misin?
Yaşlı yuva kocaman ellerini açtı. Genç adama sarılmak için.
Cüneyt kocaman gülümseyerek, elindeki demir anahtarı emektar köşkün kilidine yerleştirdi. Burnuna gelen tozla karışık ahşap kokusunu gözleri kapalı içine çekti.
Ardında masum çocuk cıvıltılarını bırakarak…
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
SEVİLAY DİLBER
sevgi ve selamlarımla..
değerli yazarım..
Bazen yazıları okuduktan sonra müthiş bir lezzet kalır yüreğimizde...
İyi ki yazıyorsun değerli yazarım...
Tebrikler...
SEVİLAY DİLBER
güzel yorumun için sağol...
kocaman sevgilerimle..
Bugün okuduğum hatta uzun zamandır okuduğum en güzel çalışmalardan biriydi. Kurgu, serim düğüm sonuç hepsi bana göre çok şık ve başarılı.
Başarıların artarak devam etsin sevgili dostum.
Selamlar.
SEVİLAY DİLBER
tüm sevgilerim sana..
selamlar..
İnanılmaz güzeldi. Bir solukta bitti. Kutluyorum canım. Sevgilerimle.
SEVİLAY DİLBER
sevgilerimle..
SEVİLAY DİLBER
teşekkür ederim..
sevgiyle..