- 972 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK VE KİN (29)
’Gidip yatalım baba’ Dedi Selim, Ahmed Baba’nın yavaşça kollarından ayrılırken. Neslihana güldü bir yandanda.
’Ben teknenin merdivenine çıkayım elimi tutarsın deminki gibi’ Rüzgarla birlikte sallanmasını artıran merdivenin iplerini yavaş yavaş tutarak kendini sağlama alıp, sağ elini uzattığı genç kızın minik esmer elini tutar tutmaz beraberce kıyıya geçtiler.
’Hoşçakalın’ Diye Neslihan el salladı ’Yarın geç kalmayın’ Diye bağırırken bir yandan Ahmed Kaptan’da el salladı arkalarından..
Elini uzatan Selim’in sımsıkı kavradı elini genç kız . İki genç avuçları soğumadan tekrar birleştirip gülüşerek yürürlerken, gelecek günlerin onlara hayırmı şermi getireceğini bir tek Allah biliyordu işte o kadar...
Neslihan sabah uyandığında sokaktaki gülüşmeler, mırıltılar, odasına kadar geliyordu..Çarşafla beraber bembeyaz pikenin içinde esmer teniyle masum bir çiçek gibiydi sanki, ellerini açarak gerindi ’Ooohh Allah’ım ,ne güzel bir gün’ Deliksiz bir uykunun ardından kimileri gibi yatak sefası yapmayı sevmezdi, tez canlı bir insandı. Yataktan fırlayarak balkona açılan minik pencereden karşılara baktı. Sahil kenarı cıvıl cıvıldı yine çoğu yabancılar yatların önünde tur için anlaşıyor, kimileri el ele kıyılarda sabah yürüyüşü yapıyor. Karşılara dikti gözlerini sabah sabah ağaran bir deniz mavinin açık ve koyu tonları üzerinde gölgeler yaparken, açıkta balığa çıkmış tekneler gittikçe uzaklaşıyor, İri bir kotra ötelerde demir atmış sanki mavi tonlarının üzerine kalemle çizilmiş bir kaç beyaz kar taneciği.. İçini çekti farkında olmadan, yaratıcı Doğu’nun çorak iklimine karşın buralara epey bonkör davranmış, deniz, doğa, güzel olan herşey.. Zaho Ninesi geldi aklına nedense! ’Fani dünya evlat’ Derdi ’Balda yesen, yayvan ekmekte, çöldede yaşasan sulak bağlık tada götüreceğin iki metre kefen bezi’ ’’Öyle ama’’ Dedi kendi kendine ’İnsan yaşadığı sürece güzel yerlerde yaşamak kaliteli bir hayat sürmek istiyor’
Oda kapısında minik bir tıkırtı ’Kim o’?’ ’Benim hayatım’’ Diyen Selim’in sesi, görgü görenek ne güzel bir şey diye düşündü, bir kaç saniye içinde, kapıyı çalmasında bile terbiyeyle karışık bir asalet var.. ’Girebilirsin’ Dedi saçlarını düzeltirken. Selim’in üzerinde bu kez açık mavi bir tişört ve ona uygun olsun diye epey eskitilmiş açık tonda bir kot pantolon. ’Çok yakışıklı olmuşsun’ Dedi gözlerinin derinliğine bakarak, ’Senin için’ Genç kızın ellerini tutarak ’İnci tanesinin yanında sönük kalmamalıydım’ Oooo dedi Neslihan ’Sabah sabah bu ne iltifat’, ’Hayır’ Dedi gülerek ’Tamamen içimden geldiği gibi’ Ardından genç kızın kolları fırfırlı penbe geceliğine baktı ’Sen hala giyinmemişsin ama’’ ’’Daha erken değilmi Ahmed Kaptanla öğleye randevulaşmamışmıydık’?’ ’’Tamam Neslihancığım ama sabah kahvaltısı yapmıyacakmıyız? aşağıdaki kahvaltı sefası bitmek üzere,unutmayalımki burası bir otel, yemek yeme zamanları belli, yoksa dışarda yemek zorunda kalırız’’ ’’Ya öylemi’’? ’’Evet ama inan bana Neslihan burası dışardan daha iyi hizmet veriyor’’..
’Oooo Selim çok konuştun o zaman, çabuk çıkta giyineyim’’, ’’Peki ben salondayım’’ Diye zarif bir gülümseme Selimin dudaklarını kaplarken ’’Hı hı’’ Dedi Neslihan ’Olur’ Kapıyı çekip çıkan Selim’in ardından bavulunu açtı sabah, sabah, kararsız kalırsa zaman geçecekti biliyordu. ’Şunu’ Dedi zevkle güldü Selim’in kıyafetine uysun en azından, koyu mavi çiçekli maksi elbisesi kollarından tutup kaldırdı, minik çiçekler eteklerinde ve kol ağızlarında, elbisenin zemini ise turkuaz mavi. Hemen giyinip koşarcasına, makyaj çantasıyla banyoya girdi, yüzünü tonikleyp güneş kremini yanaklarına yedirirken, ’Hıh’ dedi ’Zaten esmerim, iyice kararıp zenci olmıyayımda’
Dudaklarını açık gül kurusu rujuyla belirginleştirip, az rimel gezdirdi kipriklerine, uzun kipriklerinin fazla rimele ihtiyacı yoktu onca..
Mavi boncuklarla kombine edilmiş taşlı terliklerini çıkardı, çantada kıyıya sıkıştırdığı torbadan, hafif dalgalı siyah saçlarını parmaklarıyla düzelterek, çantasını omuzuna astığı gibi hole çıkar çıkmaz yaşlı bir adamla karşılaştı, gülümseyen ihtiyara ne diyeceğini bilemedi bir an yabancı olduğu aşikardı, tebessüm etmeye çalışarak ’Hello’ dedi ’Hello misss’ Diyen ihtiyarla lafı kısa tutmak için hızla merdivenlerden inmeye başladı, yukarı katlar gibi aşağılardada halılara aynı renk tonu hakimdi, inerken köşede ayaklarını üst üste atmış gazete okuyan Selim’i gördü. Gül kokuyordu her taraf kokuyu ciğerlerine çekerken ’Demek otel personeli bu günkü tercihlerini gülden yana kullanmışlar bence hangi devirde olursa olsun hiç klasikleşmeyen bir koku’’. Duvardaki bakır işlemeli iri tepsilere baktı son indiği merdiven basamağında bir kaç saniye, ’Bunlar salona egzotik bir hava versin diye düşünülmüş anlaşılan,daha önce hiç dikkatimi çekmemişti, ama güzel olmuş’ Dedi içinden, ’’Fenada durmamış’’..
Selim onu görünce gülümseyerek ayağa kalktı, ’’Hemen kahvaltı salonuna girelim, zaten geç kaldık’’...
Salona girdiklerinde, klasik müziğin en ağır tonlarından biri çalıyordu yine. ’Biliyormusun Selim ’ Dedi ’Klasik müziği çok severim, hele böyle insanı dinlendiren tarzdakileri..
’Kahvaltı tabaklarını kendimiz arzu ettiğimiz şekilde dolduracağız’ Dedi Selim. ’Şuna açık büfe desene’ ’Aman canım’diye güldü Selim muzipçe, ’İşte o dediğinden’ Köşedeki iri tabaklardan birini alıp maşayla bir kaç poğaça, ardından değişik peynir çeşitleri, bal ve tereyağı, ’’Bu ne bolluk’’ dedi Neslihan kendi kendine. Bir an sinesi yandı, Maraş sokaklarında yürürken yırtık naylon ayakkabılı çocuklar görürdü, büyüme çağlarında, eşikte yol kenarlarında, ağızları yüzleri kirli toz toprak ellerinde kurutulmuş ve ıslatılmış pideler..
Göz evleri sulandı tabağına çeşit çeşit baharatlı baharatsız zeytinleri, ayrı, ayrı tulum ve kaşar peynirleri alırken, ha birde bal tereyağı, yetmez gibi reçelde üstelik.
’’Ömürlerinde görmüşlermidir acaba’’? diye baktı tabağa, iki tutam çeçil peynirini ekmeğe katık ederken ölürcesine sevinen bu toprağın yanık yüzlü çocukları..
Çocukken oynama bahanesine tahta küleğin içine yağlı peynir, birazda pide, hem pastırmada. Gözleri ağrıyan bir kız arkadaşı vardı Sevim toz topraktı o zaman yollar, arka sokakta eski harap bir evde otururlardı babası yokmuydu ne? konaklara temizliğe giden annesinden başka kimsesini görmemişti Sevimin. Ona götürür verirdi Berdan Amcası görmeden, ikide bir, tahta külekse onun hayır sandığı gibi odasında saklarken.
Annesi görsede ses etmezdi ama Berdan Amcası tok evin aç gözlü insanı.
Kızın hep ağrırdı gözleri belki yokluktan doktora götürmezdi hiç kimse, tek katlı yarı yıkık evin kapısında eşinirdi elinde küçük bir çomak ne zaman görse elinde hep o küçük çomak.
Selim’in ’Ne o Neslihan neden durgunlaştın’? Sesiyle kendine gelirken ’Yoooo’ Dedi ’Hiç bir şey yok canım’....
-------....RabiaBelgin....--------