- 652 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Ders almayı bilseydik? (Bu konu neyi hatırlatıyor size?)
Lozan günleriydi. İsmet Paşa ve Türk Heyeti 17 Kasım 1922 günü Lozan’a hareket etmişti.
İlahi adalet…
Aynı gün Sultan Vahdettin İngilizlere sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta’ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu.
Aradan birkaç gün geçmişti. Lozan’da müzakereler sürüyor, kıyamet kopuyordu. Bir gün, Vekiller Heyeti Reisi (Başbakan) Rauf Bey, Gazi’nin TBMM’deki başkanlık odasına gelerek O’nu, Refet (Bele) Paşa’nın Etlik’teki bağ evine akşam yemeğine davet etti.
Rauf Bey, o günlerde Moskova Büyükelçimiz olan ve şimdi Ankara’da bulunan müşterek arkadaşları Ali Fuat Cebesoy Paşa’nın da (Salacaklı Fuat) bu yemekte bulunması için Gazi’nin onayını aldı.
Gazi, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya geldiler.
Hatır sormalar henüz bitmiş, yemek bile daha başlamamıştı ki, Rauf Bey Gazi’ye döndü;
“Kemal” dedi, “ davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz. Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz.”
Hisleri O’nu yanıltmazdı. Bozuntuya vermedi.
“Buyurun, konuşalım !” dedi.
Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı:
“Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor,tüm şikâyetler başbakan olarak bana geliyor…”
Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı,
“ Neyimden korkuyorlarmış?” deyiverdi.
Rauf Bey konuya doğrudan girdi:
“ Senin cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!…”
Gazi donup kalmıştı. Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu.
Rauf Bey ise içini dökmeye başladı:
“Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik. Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre ‘emaneti sahibine’ iade etmenin zamanı geldi.”
Gazi yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı.
“Peki Rauf, Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?” diye sordu.
Rauf Bey’i dinleyelim:
“Kemal, benim babam padişahın baş mabeyinliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok. Üstelik, madem sordun, söyleyeyim.
Padişah bir İslam halifesi, ben de müslümanım. Dinî terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil. Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakıyet yönetimidir, cumhuriyet değil”.
Gazi’nin yüz hatları gerilmişti. Ev sahibi Refet Paşa’ya döndü;
“Sen ne düşünüyorsun Refet?” diye sordu.
“Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam!...” deyip kestirip attı Refet Paşa.
Gazi, masadaki Fuat Paşa’ya,
“ Senin görüşün Fuat?” diye sordu.
[Fuat Paşa Gazi’nin Harbiye’den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. Hukukları daha derindi. St. Joseph mezunuydu, yani askeri okuldan değil sivil liseden Harbiye’ye biraz da geç katılmıştı.
Okul Komutanı Mustafa Kemal’i odasına çağırtmış ve iki genci birbirine tanıştırmıştı: “Selanikli Mustafa Kemal, Salacaklı Fuat…” Ve Fuat’ı sınıfının çavuşu Mustafa Kemal’e emanet etmişti. Fuat’ın Fransızcası çok iyiydi, Mustafa Kemal’e
bu derste çok yardımı oldu. Giderek aralarında uzun yıllar sürecek bir dostluğun köprüleri atıldı ve Mustafa Kemal Harbiye yılları boyunca her hafta sonu Fuat’ın Salacak’taki köşküne “evci” çıktı. O nedenle aralarındaki hukuk daha derindi.]
Fuat; “Paşam”, dedi,
“biliyorsunuz uzun süredir Moskova’dayım, duruma muttali değilim, izin verin birkaç gün düşüneyim, yanıtımı sonra veririm!..”
Yani o bile, “Kemal, ben senin arkandayım!...” diyemedi.
Masada olmayan dördüncü kişi,
Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum’daydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu.
Beşinci kişiyse, kendisiydi.
Anadolu’ya çıkan ilk 5 komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu.
“Benden ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Gazi.
“Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!” diye yanıtladı Rauf Bey.
“Bana bir kâğıt verin…”
Bağ evinde gece yarısı kâğıt bulamadılar,
içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla yazdı:
“ Günü geldiğinde Padişahla ilgili kararı en yüce icraî organ olan TBMM verecektir.”
Yüksek sesle okudu ve sordu:
“ Bu sizi ve Meclisi tatmin eder mi?
Bunu yarın çıkıp okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?”
“Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku!...”, dedi Rauf Bey.
O Meclisten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı. Bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar rahatladılar.
Sofra, buz gibi olmuştu.
Ayrılırlarken, Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu.
O günden itibaren Gazi yollarını da bu arkadaşlarından ayırmak zorunda olduğunu görmüştü.
Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu.
Meclisle ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı.
Öyle de yaptı.
1921 Anayasasına göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak zorundaydı.
Meclis 23 Nisan 1920’de açıldığına göre,
seçimleri yenilemenin zamanı gelmişti. Doğal olarak da seçimlere gidildi.
Gazi, bu Meclis’ten kurtuluyor gibiydi.
Komutanlar yeniden endişeye düştüler:
“Ya, Kemalist bir Meclis gelirse!”
Bunun üzerine yeni bir plan kurdular.
Mustafa Kemal’i Meclis’e sokmamanın yolunu arayacaklardı.
Seçim Yasasını değiştirmeye karar verdiler.
Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin Bey, Mersin Milletvekili Albay emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge hazırladılar:
Buna göre:
“1. …bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri, Misak-ı Millî sınırları içinde olsun!..”
Selanik dışında kalmıştı.
2. …Milletvekili adayı adaylığını koyduğu yerde en az beş senedir oturuyor olsun!”
Mustafa Kemal o cephe, bu cephe hayatı boyu koşturmaktan ötürü değil beş yıl, hiçbir yerde sürekli beş ay oturamamıştı ki.
Hedef belliydi. Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmaktaydı. Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından.
Bu önerge verilince, kürsüye zorla çıktı ve avaz avaz:
“Doğum yerim Selanik Misak-ı Millî sınırları dışında kalırken, devlet Selaniği tek kurşun atmadan Yunan’a verirken, bu millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne’de savaşıyordum…
Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru.
Otursaydım, o zaman Bingazi’de, Derne’de, Sina’da, Filistin’de olamazdım.
Çanakkale’de, Kafkaslarda, Sakarya’da olamazdım.
Ama ben oralarda olamasaydım,
bu efendilerin de doğum yerleri,
Allah korusun, Misak-ı Millî sınırları dışında kalırdı…”
Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum.
Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor?...
Hayır, millet onlar gibi düşünmüyordu.
Çuvallar dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler,
önerge geri çekildi…ve Mustafa Kemal Ankara’nın Bâlâ ilçesinden milletvekili seçilerek Meclis’e girdi…Cumhuriyeti de kurdu.
Gazi bu olayı hiç unutmadı. NUTUK’ta da tüm ayrıntısıyla yazdı.
YORUMLAR
asıl önemli olan şudur:Atatürk bu arkadaşalrıyla daha sonraları yıllarca devlet işinde yanyana glmiştir.Bu önergeyi destekleyenler içinde Halide Edip ve eşi Adnana Adıvar da vardı.Liderlik gücü etkili şekilde kullanmaktan ileri gelir.O bu konuda çok becerikliydi.kendisiyle aynı fikirde olmayan güçleri bile etrefında toplayabiliyordu.
Bir yerlerde tarihi yanıltmak var , ama nerede bilemiyorum..!!
Yorumunuz için teşekkür ederken,
Tarihin yanıltılamayacağını, sadece yanlış aksettirilebileceğini söylemek isterim kıymetli arkadaşım.
Nutuk'ta bunların en doğru aktarımı olduğunu sanırım hepimiz biliyoruz(okuyanlar için!)
Saygılrımla.
"İlahi adalet…
Aynı gün Sultan Vahdettin İngilizlere sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta’ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu."
“ Senin cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!…”
"Anadolu’ya çıkan ilk 5 komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu."
"O Meclisten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı. Bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar rahatladılar."
Yukarıdaki alıntılar mevcut yazıdan..Bu sözlerin kaynağı kim bilemiyorum...
Hepsinin doğru olduğunu varsayarsak şöyle bir sonuç çıkıyor yazıdan bana göre;
Milli mücadele için Anadoluya çıkan beş önemli komutan ve TBMMeclisinden padişah aleyhine karar çıkmayacağı varsayımı, yani milli mücadeleyi yapmış kurtuluş şavaşını yapmış ilk meclis için "Padişah Aleyhine karar alamaz" iması var..
Bu durumda "Vahdettin" gerçekten hain miydi sorusu sormak aklımıza geliyor mu acaba?
Bugün," Padişah haindi" anlamında sözler söyleyenlerin aksine, o günleri yaşayan önemli komutanlar, kurtuluş savaşı sürdüren meclis niye aynı fikirde değildi?
Yakın tarih ile ilgili sorgulamamız gereken çok şey var sanırım...
Bir yerlerde tarihi yanıltmak var , ama nerede bilemiyorum..!!