- 919 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Buz sıcaklığı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bulmalıydım…
Alelacele giyiniyorum. Bir çift ayakkabıyı ele geçirip ayakkabılıktan, fırlıyorum sokağa. Gökyüzüne ilişiyor gözlerim uyku mahmurluğunda, martılar kümelenmiş uçuyorlar acelesi olan insanların üstünden. Doğancılar parkından geçip, dar bir sokağa yöneliyorum. Bir baston tıkırtısının eşliğinde, zar zor işitebildim besmele çeken ihtiyar teyzeyi. Vaktim olsa gidip yanağından öperdim; fakat acelem var. Yokuş aşağı hızlanmışken aceleme aldırmayan orta yaşlı bir amca elindeki karınca duasını elime tutuşturmaya çalışıyor.
- Kaç para amca?
- Ne verirsen kızım.
- Bir fiyatı yok mu bunun? Yine aynı cevap geliyor. Kızıyorum, fiyatsızlığına.
- Bir lira yeter mi?
- Olmaz!
- Karıncasız idare ederim bende.
Nahoş bir söz savurdu, ben utandım o utanmadı. Üzüldüm, çantamdan çıkardığım kulaklığı şehrin kulağına taktım, bugün beni dinlemesin, duymasın diye ama ezan sesi sızıyor yinede ince ince. Birkaç insan namaza yetişme çabasında. Duvarın içinden geçip kayboluyorlar, ezan bitiyor. Camii duvarının demirlerine takılmış bayat ekmek poşetleri, Osmanlı dönemindeki sadaka taşlarını anımsattı. O zaman para konurdu, ihtiyaç sahipleri lazım olduğu kadar alırdı. Para, yerini bayat ekmeğe bırakmış demek ki.
Sahile yaklaştıkça lodos rüzgârı okşuyor yüzümü efil efil. Şemsipaşa, kaygılarımın maktul olmayan paşası olmuş hafızamda. Ayrılıyorum hızlıca, yosun tutup bağlanmak istediğim yüzüğümün kabrinden.
Deniz de bugün dalgalı. Sandallar sağa sola yalpalarken anılarıma çarpıyorlar. Resimler yere düşüp, kırılırken çerçeveler, cam parçaları yayılıyor etrafa. Bende yayılıyorum, içimden bir iç daha çıkıyor. Batmasın kimsenin ayağına diye, alçak bir duvar örüyorum etrafınca. Bu şehre ilk geldiğimde insandan daha fazla duvar var, demiştim amcama. Madem görünmek istemiyorlar bir tane siyah gözlük aldım en yakın gözlükçüden. Taktım şehrin gözlerine, o da beni görmesin.
Üstü başı pejmürde bir çocuk, uzatmış ayaklarını yol kenarında iki kişilik mezarın yanında oturup, boşluğa doğru konuşuyor. Soğuktan morarmış dudakları kıpırtı halinde fakat; duyamıyorum ki sesini. Saçları kim bilir ne zamandır tarak yüzü görmemiş. Uzattığı eline bakıyorum, ne verecek bana diye. Eli boş, gözleri acı dolu. Acıyı istemeyip, çeviriyorum başımı. Mezarda yatanlara Fatiha okudum. Arkamı döndüğümde ardımdan onlarında bana Fatiha okuduklarını işittim. Şaşırıyorum, biraz da korkuyorum. Hızlanırken adımlarım, parke taşının arasından taze filizlenmiş bir ceviz ağacına takılıp düşüyorum. Demir soğukluğu değiyor başıma, çok üşüyorum. Buz sıcağı bu mu ? Bir yaprak düşüyor avucuma. Bir tarafı solmuş, kıvrılmış, diğer tarafı hâlâ yeşil. Ben acaba hangi tarafıyım yaprağın? Rüzgâr alıp savuruyor uzağıma, götürüyor başka diyara veda bile edemeden. Kararıyor etraf, gece mi oluyor? Ne çabuk!
Uykum geliyor, direniyorum tüm gücümle. Gözlerim kapanıyor.
Sol tarafa uzatıyorum elimi. Kaşları çatık, kıvırcık saçları iyice kabarmış, sert bakışlı adamın dudağına dokunuyorum. Aralayıp hafifçe, yana doğru çekiştiriyorum. Bir gülümseme beliriyor. Yüzündeki sert bakış yumuşarken, gökyüzüne mutluluk yayılıyor. Elinde tuttuğu pamuk helvayı şimdi daha bir neşeli alıyorum. Hopluyor, zıplıyor, yuvarlanıyorum pamuk yumakların üzerinde. Kızıyor mu diye bakıyorum, hâlâ tebessüm ediyor. Sevinip devam ediyorum oyunuma. Bir tepe çıkıyor ansızın önüme, o da yine beyaz. Korkmadan tırmanıyorum. Biliyorum, düşsem dizim kanamaz. Dilediğim yaramazlığı yapıyorum üç saattir, adam hiç kızmıyor. Hâlâ tebessümü dudaklarında sabit duruyor.
- Sayın yolcular, kemerlerinizi bağlayınız, inişe geçiyoruz.
Hostesin sesi uçakta yankılanınca, adamı öldürüyor . Mutluluk oyunumdan sıyırıyor, üzülüyorum. Oysa on yaşın verdiği enerjiyle daha saatlerce oynayabilirdim. Bulutlar, ayaklarımın altında seriliyken, ağacın dallarını vakitsiz budayan acemi bahçıvan oluyor. Bağın sahibi bahçıvana kızıyor, bende süslü hostese kızıyorum.
Büyük şehrin kalabalığında küçüldükçe küçülüyorum, karşı caddeye geçerken neredeyse rögar kapağından aşağıya düşeceğim. Kimse fark etmeyecek ve ilelebet orada kalacağım korkusu sarıyor birden beni, amcamın eline daha bir sıkı tutunuyorum.
- Çok kalabalık, diyorum çok korktum yerine.
- Alışırsın, diyor.
Gerekli gereksiz korna çalan şoförleri, yere tükürenleriyle, bildiğim tüm trafik kurallarının tersi yapılan bu şehir ürküttü. Sirkeciden bindiğimiz vapur Üsküdar sahilinde durdu, kalın ipler bağladılar demirden topaçlara.
- Sarı şapkalı dolmuşa bineceğiz, diyor amcam.
- Burada, arabalar da mı şapka takıyor?
Gülüyor amcam, kocaman bir kahkahayla. Başında sarığı, Göğsüne kadar inen beyaz sakalı bulutlarımı indiriyor yere. Neşeleniyorum yeniden, hostese kızgınlığımı unutarak.
Müsahipzade Celâl Sokak yazan tabelayı görününce iniyoruz şapkalı dolmuştan.
- Biraz sonra evdeyiz kızım, diyor.
Apartmanlar şaşırtıyor beni. Uzatsalar ellerini, karşı evin balkonunda kar beyazı çamaşırlarını asan komşunun ellerine dokunabilirler.
Sokak ancak bir araba geçebilecek genişlikte. Sağıma bakınca, duvarın ardında okuyamadığım yazılar işlenmiş dikili taşlar görüyorum. Hem, onların da şapkası var.
- Bunlar ne ?
- Burası mezarlık, diyor amcam.
- Siz ölülerle birlikte aynı mahallede mi yaşıyorsunuz ?
Yine o güzel kahkahasını atıyor, gökyüzüne mutluluk yayılıyor.
Üsküdar Amerikan kolejinde aşçıydı. Çok güzel yemek pişirirdi. En çok cevizli salatasını severdim. Esrarengiz bir yanı da vardı. Bazı günler eve gelmediğinde nerede kaldığını sorardım, cevap vermezdi. Kütüphanesinde çok kitap vardı. Onu özlediğimde, okuduklarını incelerdim. Mustafa Devâtî, Aziz Mahmud Hüdai’den bahseden kitaplar vardı. Anlamazdım, kaldırırdım yerine.
Bir kış gecesinde kan ter içinde geldi. Rengi solmuş, nefes nefeseydi. Zorlukla bir şeyler mırıldanıyordu.
-Neredeydin amca ?
- Buz sıcaklığı’nda, diye cevap verdi.
- Nerede burası?
-.....
Işık gözümü alıyor, sabah mı oldu yeniden. Gözkapaklarımı aralıyorum, beyazlar giymiş insanlar var başucumda.
- Kendine geldi, diyor bayan olanı.
- Geçmiş olsun, bir kaza geçirdiniz. Hastahanedesiniz meraklanmayın, dedi.
- Buz sıcaklığı’nı bulmadan geçmesin, diyorum usulca. Kimse duymuyor beni.
İsra Doğan
26.Ekim.2011