17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1249
Okunma
YAŞAMIN YEDİ RENGİ
Metalin soğuk demir ile öpüşmesi sonucu…
Büyük bir gürültü ile…
Kapı kapandı.
İç gıcıklayan tınsıyla birlikte…
Nefesi bir hamlede çıkıverdi.
Sabah ezanı okunuyordu.
Müezzinin yanık sesi ezan mısralarıyla buluştukça, içinin geçmişliği yüreğine tonlarca ağırlığı ile oturuverdi. Titrek parmaklarını gece lambasına doğru uzattı. Kapanan gece lambasının hemen ardından, odayı aydınlatan mor ışığın son cılız aydınlığı yerdeki halının üzerinde eriyip gitti. İmsak vaktinin ölgün aydınlığı odanın duvarlarında kendine yer edinmeye çalışırken, yorgun bedeniyle öne doğru kaykıldı. Adımlarını sürüklercesine evin küçük balkonuna doğru yöneldi. Zira günün en çok sevdiği anları tam da bu dakikalardı.
İnsanların, evlerin, ağaçların tüm şehrin uyuduğu anlar…
Küçük evde balkon sığındı ikinci bir ev gibiydi. Sadece bu dakikalarını geçirdiği anlarda; ikinci evin soğuk duvarına yaşlı başını yaslar evlerin çarpık çatılarından uzaklara dalar, yaşanmış koca bir hayatın hangi vakitlerde uçup gittiğini düşünürdü. Bulanık olan beyninin içinde bir o kadar bulanık olan geçmişinin izlerinde gezinip dolanırken, aynı anda mide sininde bulantıları başlardı. Ama bunu önemsemez derin bir nefes alıp vererek geçiştirmeye çalışırdı.
Gözlerini gece grisine çevirdi.
Geceden kalma son karartı; gökyüzünün açmak istediği beyazımsı mavi rengi ile mücadele ederken, sağ taraftan göz kırpmaya çalışan bir bulut parçasıyla karşılaşınca ürküp son siyahını da bırakıp usulca çekilmeye başladı. Sessiz ama bir o kadar da onurlu haliyle.
Yaşlı adam içine çekti. Ölgün ama bir o kadar da hayran bakışları gökyüzünde gezinirken, içinden rabbine şükretti.
Hayranıydı.
İşte tamda bu dakikaların hayranıydı. Bu sessizlik, sessizce günün ışımaya başlaması… Mistik duygular içerisinde huşu ile o anların tadına varmak. Ah ne kadar keyif vericiydi değil mi? Şu son günlerinde. Belki de saniyelerinde. Kim bilebilir ki?
Ne önemi var ki diye iç geçirdi.
Gezintisine devam etti.
Önemsemeden.
Çarpık küçük evlerin arasından sıyrılıp, kavak ağacı gibi uzanan şu binalarda olmasa diye düşündü. Nedense sevmiyordu o binaları. Samimiyetsiz geliyordu. Sevimsiz görünüyorlardı. İçinde yaşayanlar ile beraber, sanki bir başka şehirlerin yapılarıydılar. Bu küçük kasabaya, sonradan sürüye katılmış koyunlar gibi şaşkın ve bir o kadar da asi halleriyle kafa tutuyor gibiydiler.
Bir anda hüzün dolan mavi gözlerini, karşı evin çatısına çevirdi. Tuğla saksılardaki begonyalar ne de güzel açmışlardı. Güne gülümsemeye çalışan dudaklarının kıvrımlarından, geceden kalma son çiy taneleri de yuvarlanıp toprağına karıştı.
Kendide gülümser oldu.
İstemsizce.
Tek katlı evin merdiven başın yöneldi gözleri. Geceden kalma çöpleri yemekten semiren kediler uykunun en dip noktasında yuvarlanırken, etraflarında cirit atan fareler salınarak sürü halinde yokuş aşağı inmeye çoktan başlamışlardı bile. Bir orkestra şefi edasıyla en önden giden farenin ayağı sekiyor muydu ne? Gözlüğünü yanına almadığına hayıflandı.
Bir an kıvılcım saçan gözleri evlerin pencerelerine mıhlandı.
Sıkıca perdeleri kapalı olan evlerin pencerelerinde insan yansımaları aradı. Evlerin içinde yaşayan insanların siluetlerini… Hayal etmeye çalıştı. Elindeki fırçayla darbeler vurmaya başladı beyaz kâğıdın üzerine. Koca bir hiçlik çizdi.
Oldubitti merak ederdi bu yabancı evlerin içinde yaşanan gizemli yaşamları. Geceleri sıkıca kapanmış perdelerin ardından; ışık huzmeleriyle beraber dışarı aksi vuran insan siluetlerini ve birde sabahın aklığında mezar sessizliğinde duran perdelerin ardındakileri…
Kimsesiz kalalı yapacak pek bir şeyi kalmamıştı. Refikası Nur hanımı kaybedeli tam tamına üç yıl iki ay dört gün olmuştu. Yaşlı adam her geçen günü parmak hesabı ile sayıp defterine muntazam bir şekilde yazıp gününün ayinini böylece tamamlardı.
Nur hanım öleli gecesi gündüzüne karışmıştı. Geceleri gündüz gibi, gündüzleri gece gibi yaşar olmuştu. Tahammülü kalmamıştı.
İnsanlara.
Yaşamaya.
Kendisine.
Tahammül edebildiği sadece bu anlardı. Ruhu bu anlarda dinleniyordu. Bu anlar ona bir şeyleri hatırlatıyordu.
Hani o, gecenin kopkoyu anının gökyüzüyle beraber gri renge bulanıp bulutların gökte yüzmeye başladığı anlar var ya.
Ölümün tatlı huzuruna kavuşmayı özletiyordu.
Dingin ve sessizce...
Refikası nur hanıma kavuşmayı...
Ne çok özlemişti…
Ölmeyi…
Aşağı sokaktan gelen ses ile düşüncelerinden sıyrıldı.
Simitçi…
Her kes uyanmak üzereydi.
Kâinat uyanmak üzereydi.
Vakit gelmişti demek.
Bedenini kımıldatmaya çalıştı. Eskimiş bir kamyonet gibiydi. Son bir hamle ile ayağa kalktı. Balkon penceresinin perdesini sıkıca kapattı.
Ayaklarını sürüyerek yaşlı ve bıkkın bedeniyle yatak odasına doğru yöneldi.
Yaşam yedi renkti…
İlk altısı hep gri oldu…
Son zamanlarında…
Metal kapı ardından kapandı…
Özlediğine kavuştu…
Yedincisi simsiyahtı…
SEVİLAY DİLBER