- 1202 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRKİYE'Yİ YIKIM PLANI: AKP'NİN MİSYONU/ 1. BÖLÜM: YIKIM PLANININ BAŞLANGICI
TÜRKİYE’NİN YAKIN TARİHİ: AKP’NİN MİSYONU Ali Bektaş
1.BÖLÜM: HEDEFLENEN YIKIM PLANI
On senedir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne AKP hükümet etmektedir. Yaklaşık bir asır Tarihi olan Cumhuriyetimiz ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e, Atatürk ilke ve devrimlerine düşmanca, hıncahırs arkası kesilmeyen saldırılarla Cumhuriyeti yıkmak ve Atatürk ideolojisini yok etmek amacı aşikar olan bu siyasi parti ve yandaşları nereden, nasıl iktidar oldu? Soru bu olmalı. Necmettin Erbakan ve tayfasının başlattığı, İslam dinini kullanarak, İslam’a rağmen yaşam ve davranışları ile ortaya çıkartılan sözde Milli görüş safsatası ile başladı bu yolculuk. Milli Nizam partisi, Milli Selamet partisi, Fazilet partisi, refah partisi gibi isimlerle oryantal bir üslupla kendisini gösterdi. Başta Liaklik ilkesi olmak üzere bütün Atatürkçü düşünceyi silmek ve yok etmek şiarı, Türkiye’ye Şeriatı getirme provaları sık sık denendi. Başta Amerika olmak üzere bütün emperyalist ülkeler Türkiye’nin varlığında ve staratejik öneminden huzursuz güçler de bunları alenen destekledi. Arap Dünyasının petrolden gelen zenginliği ve bunu da emperyalistlere peşkeş çekmesi yanında bu siyasi yapıya destekte sağladılar zaman içerisinde. Arapların hesapları ise bir başkaydı elbette; Türkiye’nin İslam ülkelerine lider olması korkusu! BU kargaşada ve bazı karanlık güçlerin bölücü desteği ile her zaman bu vatana ihanet edecek birileri hemen bulundu. Çünkü söz konusu iktidar ve paraydı... İnsanları cezbeden iki büyük satın alma aracı. Özellikle din konusunda kendilerini çok ileride görenler, öyle sananlar dinleri kendi çıkarları için kulandıkları dinler tarihi kadar eski ve süregelen bir sömürü düzeni oluşturmuştur. Din sömürüsü aslında cahil ve bilinçsiz kitlelerce benimsendiğinde zaman zaman etkili bir silaha dönüştürüldüğüde vaakadır. Necmettin Erbakan da kendi üslubu ve yaratttığı mizanselle geniş kitlelere ulaşmayı başarmış kişilerden birisi. Kendilerine milli görüşçü dedikleri bir grubu ortaya çıkardı. Ancak İslam’ın sömürülerek kullanılması sadece Erbakan ile sınırlı değildi. Sayısı onları bulan cemaatler vardı. Onlarda Türkiye’deki din bilgisi kıt ve kullanılmaya müsait kitlelerden pay almak için yarışıyorlardı. Türkiye’deki sağ partiler ise iktidar olma yolunu bu çıkarcı olduklarını bildikleri cemaatlere yanaşıyorlar, akıl almaz tavizler veriyorlardı. İktidar olamnın yolunu İslam’a rağmen olduklarını nı bildikleri sözde cemaatlerde gördüler. Bu göz yumma, şımartma, tavizler aslında din ile ilgisi olmayan bu cemaatlerin ekmeğine yağ sürüyor, fakir halkın çocuklarını eğiterek birer militan olarak yetiştiriyorlardı. Hedef ise belliydi:” Türkiye Cumhuriyetini yıkılması, şeriata dayalı bir devlet kurulması”... Bunu yapmaları için başta Türk ordusunun imha edilmesi yada en azında güçsüz duruma düşürülmesi gerekliydi. Buna cesaret edemediler zaman içerisinde ama hep tetikte ve fırsat kolladılar. Bir gerçeği gördüler, sabırlı ve alttan yavaş yavaş...
Yavaş ve derinden Emperyalist uşakları Yürkiye’yi içten içe yerken; Kemalistler, sosyal Demokratlar ve Milliyetçiler birbirlerini yiyorlar, ülkede terör estiriyorlardı. Kardeş kardeşi vuruyor ve ihtilale uygun zemin hazırlanıyordu. Aslında asker niyetini ortaya koymuş, ihtilal yapacağını kesin bir şekilde ifade etmişti. Siyasiler bunu fark edememişler, sokaklar hala çatışmalar ve kavgalarla gün sayıyordu. Dönemin Siyasi liderleri, Ecevit, Demirel ve Türkeş karşılıklı birbirlerini suçluyor ve ateşe körükle gidiyorlardı. Bir de Erbakan vardı elbette ama o bir ihtilalin kendisi ve grubuna , yetiştirdiği din teröristlerine zarar gelmeyeceğini biliyordu, anlaşmanın bir tarafı ve parçasıydı. Ve 12 Eylül 1980... O bilinen ve Türkiye’yi uçuruma sürükleyen Askeri darbe! Türkiye’de terör birden kesiliyordu, 11 Eylülde asker yok, 12 Eylül sabahı asker olmuşçasına. Bahane belliydi: 1. Ülkedeki terör ve 2. TBMM’nin Cumhurbaşkanını seçememesi... Ülkede törör yoktu, sadece kışkırtılan ve ayrı da olsa , farklı dillerle de ifade etseler ülkesi için bir şeyler yapmak, ülkenin gidişatından memnun olmayan gençlerin bazı provakasyonlarla çatışmaları vardı. O dönemde iki taftanda öldürülen gençler kimler tarafında öldürüldüğü hala mualktadır. Gözden kaçan iki şey vardı bahanelerin dışında: 1. Kıbrıs çıkartmasında NATO’ya sinirlenen ve çıkan Yunanistan tekrar Nato’ya girmek istiyor, ancak, Türkiye bunu her seferinde “veto” ediyordu. 2. Bülent Ecevit’in Başbakanlığı esnasında Başbakan SSCB’ne Amerika ve Nato’ya inat ziyarette bulunuyor ve bu Nato ülkeleri ile başta ABD’yi rahatsız ediyordu. ABD tehditvari bir açıklama ile bu ziyareti tasvip etmediğini beyan ettiğinde ise Başbakan Ecevit resti çekiyordu: “ Bir de duvarın öbür tarafı var, ileri gitmeyin, o tarafa geçeriz...” İşte bu ABD’yi rahatsız etmiyor, korkutuyordu. Türkiye’nin Varşova paktına üye olması Nato ve ABD’ye çok ağır bir darbe vuracak, Varşova Paktı büyük bir kazanım elde edecekti soğuk savaşta. Bunalr yaşanırken ABD, Türkiye’deki faaliyetlerini yoğunlaştırıyor, Sözde Dinci örgütleri pohpohluyor ve maddi manevi her türlü desteği sağlarken, marksist-leninist bir düşünce olan Apo’cular denilen küçük bir grubuda Kürt Milliyetçiliği için örgütlüyordu. Çünkü Türkiye birlik ve beraberlik içerisinde, rahat bir ortamda olursa ileride Emperyalistlerin başını ağrıtacak gibi duruş sergiliyordu. Öte yandan Generalleri darbeye hazırlıyor ve en uygun zemini yaratmaya atını daha rahat koşturmaya başlaması gerekiyordu. Olaylar tam istediği gibi olmuştu: 12 Eylül 1980 yılında Genel kurmay Başkanı ve Kuvvet komutanları bir konsey kurarak ülkede yönetime el koyduklarını duyurmuşlardı. Türkiye sus pus olmuş, sükunet had safadaydı. Maşalar hazırdı, kuklalar eğitimdeydi. Alel acele Kendileri için yakın gördükleri Turgut Özal’ı yetiştirmeye ve ahzırlamaya başladılar. Din eğilimi ve cemaat tarafını bildikleri Özal hızla eğitildi. Asker zaten Mason ve Emperyalistlerin emri altına girmiş istediklerini yapıyorlardı. 12 Eylül darbesinde sağ ve sol kesimde insanlara işkenceler yaılırken, zulümler had safhadaiken ve hatta idam sephaları kurulurken İslamcı dedikleri kesim en ufak zarar görmeden bu kaosu atlatacaktı. Oysa Atatürkçülük ve Cumhuriyeti korumak , Laiklik için yönetimine el koduklarını her seferde ifade eden cuntacı konsey, nasıl olduysa Şeriat özlemcisi, laiklik düşmanlarını görmedi. Çünkü ipler onların elinde değil, onlar birer kuklaydı sadece. Onları kullanana güçler istediklerini yaptırdılar ve el altında İslami cemaatleşmeyi serbest bırakarak, ortaya Faşist bir yaklaşımla bölücü bir örgüt olan Pkk’yı eğitim örgütlemeye koyuldular. Cemaatçiler için önce Nur cemmati düşünüldü ama kurucusu Saidi Kürdi faşizan derecede kürt miliyetçisiydi aynı zamanda. İki kürt örgütü çatıştırmak ve ölmüş bir adamın adını ortaya koymak etkili olmayabilirdi. Hatta ters etki yapabilir, kürtleri ikiye bölüp kendi aralarında savaşmalarına neden olabilirdi. Bu onların işine gelmezdi. Hazırladıkları, eğittikleri Turgut Özal ise kendi cemaati olan Nakşibendileri işaret ediyor salık veriyordu. Amerikan ajanları araştırmalarında bu yeterli olmaz kanaati ile ağlaması ile meşhur, duygu sömürmeyi pek ala iyi bilen Fetullah Güleni tesbit edip sınamaya ve eğitimine başladılar. İslam dinini çok iyi kullanan ama islama uzak birisi lazımdı, istenildiğinde her türlü ve her şeyi satacak bir zihniyet... Aradıkları adam buydu. İsrail mossad’ı, Amerikan CIA’sı ve hatta Vatikan ajanları ile sıkı bir eğitime tabii tutulan Gülen, eğitim sürecini tamamladıktan sonra Amerikan ajanları destekli faaliyetlerine başladı. BU arada cuntacı generallerin bütün cılız karşı koymalarına rağmen Turgut Özal Başbakan seçtirilmişti. Abdullah Öcalan ve ekibi Yunanistan kamplarında ve İsrail’de sıkı bir eğitime tabii tutulmaya başlanmıştı.
Turgut Özal ve ekibi ise Amerikanın emirlerinde çıkmıyor ve adım adım bütün yıkıcılık, bölücülük faaliyetlerini derinden aa alenen sürdürüyordu. Yine bir emirle Turgut Özal ortaya Kürdistan gibi bir deyim ile özerklik, kürt halkı, Türkiye halkları gibi bazı bölücü denemelere başlamıştı bile... Fetullah Gülen İslam Dinini, Abdullah Öcalan Kürt kimliği üzerinde faşizmi Özal’ın destaeği ile sürdürüyordu. Gülen cammati ise hızla yelpazesini genişletiyor ve palazlanıyordu. Bu arada Türk Milliyetçileri mi ne yapıyordu, Sosyal Demokratlar mı ne yapıyordu, Atatürkçüler mi ne yapıyordu?.. Yine, yeniden derin bir uyku ve rehavet içerisinde , birazda şaşkın seyrediyorlardı olan biteni!
Turgut Özal’a bir emir daha geldi, derhal Cumhurbaşkanı ol! Çünkü, Atatürkçü bir Cumhurbaşkanı yada bir Asker bu oyunu bozabilirdi. Öyle de oldu... İşte bu planla ABD bir zaafiyet gösterdi. İşler bayağı ilerlemişken Anap yıkılmaya, çatırdamaya başlamıştı. Zaten masonluğu ile övünen Demirel koşa koşa, paşa paşa iktidar yapıldı. Ancak, Cumhurbaşkanlığı makamı oyunu bozuyordu, Özal ise ölmüştü. Demirel’e bir talimatla yerine bir adam bul Cumhurbaşkanı ol mesajı verildi. Olmadı, yine olmadı, bir defa daha ABD’nin senaryosu sil baştan oldu. Seçili kişi değil Tansu Çiller olmuştu Başbakan... Olsundu, Tansu Çiller yabancı mı, O da ABD’nin eğittiği Emperyalist teröristti ama plan değişkliği gerekiyordu. Bu değişiklikler ABD ve İsrailin işine gelmiyordu, oyunları gecikiyordu, aceleleri vardı. Her nedense birden bire Tansu Çiller Amerika’nın emirlerinden çıkmaya başlamıştı, milliyetçi ve aşırı ırkçı söylem ve icraatler başgösterdi. Ve hemen güvenmeselerde Erbakan’ı devreye soktular ki bu arada İstanbul büyük şehir belediye başkanı olan RTE hazırlanıyor , eğitm sürecini tamamlıyordu. ABD’nin yine beklemediği bir şey oldu, MHP-DSP-ANAP hükümet kurmak zorunda kaldı. Şimdi bu da nereden çıkmıştı? Yine mi Ecevit?.. Ecevit’e söz geçiremeyeceklerini biliyorlardı. Bu durumda CIA ajanları ve destekçileri tekrar devreye sokuldu, RTE’nın devreye sokulması gerekiyordu. Bir şiir de bahane edilerek, ABD mihraklı Türkiye bazı basın organlarını da ymnlendirerek; Türk halkının hassasiyet ve yumuşak karnını göz önüne alarak, RTE haksızlığa uğramış bir mağdur olarak kısa bir süre cezaevine konuldu. Bazı Amerikancı gazeteler ABD emriyle bunu boy boy haber yaptılar. Bazı asaklıklar olsada plan tıkır tıkır işliyordu. RTE cezaevinden salıverilmesinden sonra hiç görülmemiş şekilde ABD’ye çağrıldı ve ABD başkanı ile görüştürüldü ki bunu tarih yazmaz: ABD Başkanları başkan, Başbakan, Cumhurbaşkanları dışında kimseyle görüşmezler. Talimatlar, planlar-projeler, yıkım ve Cumhuriyeti imha ile Türkiye’nin bölünmesi stratejisi anlatıldı. Taraflar anlaştı. Erdoğan, masum ve madur rolü ile Fetullah hocsından da icazet ve yıkım planlarını alarak, AKP’yi kurdu. Türkiye için sonun başlangıcı başlamıştı. 27/10/2011 Ankara Ali Bektaş
Birinci Bölümün sonu.
YORUMLAR
Râzı.
bu arada tarih dediğiniz şey bakan lişinin ideolojisine göre şekillenen şey mi
ya da resmi tarih mi
uydurulan tarih mi
gerçekler mi
kendi bakış açısıyla toplanan haberlerden bir tarih çalışması yapsak tarih sayılır mı
aynı dolmaları yutmaktan bıkmamak nasıl bir psikolji
tezahürat cümleleri ideolojiyi haklı çıkarır mı
babam bu kadar güzel pasta yapmayı nereden biliyor
ya da
hangisi açık sarı sagdaki mi soldaki mi...ortada önüne geleni hainlikle suçlayan mı
geçiniz efendim
ağlak yazılar yazacağınıza saçma sapan gazete tv haberlerinden komple teorilerinden tarih çıkaracağınıza ellerinizi kullanın cumhuriyet cümle kurmakla ne yıkılır ne de savunulur...
Râzı.
gün gelir sahteler ayrılır da gerçekten kim seviyor Atayı ortaya çıkar...
yetmez mi Atayı ideolojisini haklı göstermek için kullanma çabaları Atadan da mı utanmıyor insanlar...