- 1939 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
YALNIZLIK PORTRESİ
Hikmet, boş bir sandalyenin masa üstünde kalmış sırtlığını karşısına almış, bir başkasına da yaslanmış oturuyordu. Arada bir ise boşluğa doğru kaldırdığı kadehiyle yudum yudum yalnızlığını paylaşıyordu.
İri yarı, orta yaşlı, kıyafetinin arasına siyah ve beyaztan başka hiçbir renk karışmamış, gecelerden usanmış bir ifadeyi yüzünde, artık görmekten usandığı alkolü ise tepsisinde taşıyan garson Muzaffer ise gözlerini Hikmet’e dikmiş yanındaki arkadaşına “İşimiz var bu herifle!” diyordu yüzünü buruşturarak.
Kuruladığı son kadehi de rafa kaldırdıktan sonra kaşlarını çatarak duvar kenarındaki iki kişilik masaya doğru yürüdü.
Hikmet’in kulağına doğru eğildi ve “Kapatıyoruz efendim!” dedi net bir şekilde.
Hikmet, alkolün iyice ağırlaşırdığı başını ve boş kadehini zar zor kaldırdı.
“Bitmiş bu yahu! Doldur hadi dostum! Hiç bakmıyorsun bana!”
Dili, ağzının içinde git gide büyüyen Hikmet’in ne söylediği anlaşılamıyordu bile.
Muzaffer, az önceki sözünü yineledi ama Hikmet oralı bile olmuyordu. Hikmet, karşısındaki boş sandalyeyi işaret etti.
“Hadi otur da dertleşelim. İçim yanıyor benim! “
“Senin için alkolden yanıyor! Hadi uğraştırma da çık git!”
“Gitmiyorum işte! Otur iki laf edelim şurada!”
Muzaffer dinlememekte, Hikmet gitmemekte ısrarlı olunca korumalar devreye girmekte gecikmediler. Hikmet, bir anda kendini kapı dışında buluvermişti. Bir yandan yakasını paçasını düzeltmeye çalışıyor bir yandan da söyleniyordu.
Hikmet’in siyah gözleri gibi adımları da bir sağa bir sola kayıp duruyordu. Sık sık arkasını dönüp sövüyordu Muzaffer’e bir de kendi gelmişine geçmişine.
Duvar kenarlarına tutuna tutana yol almaya çalıştı. Ama ne yazıkki evler arasında, insanlar arasında var olduğu gibi boşluklar vardı. Destek alacağı bir duvar kalmayınca da olduğu yere yığılıverdi.
Gözlerini açtığında gün ışımıştı. Yanı başından geçen sokak kedileriyle göz göze geldi ve utandı. Sanki onlar da bu halini yadırgamış gibilerdi.
“Oğlum zaten kazayla doğmuşsun sen! Kazara da yaşıyorsun!” diyordu kendi kendine ayağa kalkmaya çalışırken.
Hemen bir sokak alttaki parkın buz kesmiş banklarından birine oturdu usulca. Sıra sıra ağaçlar, yan yana dizilmiş banklar, sürü halinde uçup sürü halinde yere konan güvercinlere baktı. Sonra gözüne kestirdiği iki ağacın arasına dikilip bir süre ağaç taklidi yaptı. Uzunca bir süre öylece durdu. Bekçinin kendisine doğru geldiğini fark edince kısa süre de olsa
karıştığı ağaç topluluğundan ayrılmak zorunda kaldı.
“Ağaç kesen baş keser” derler ne kadar doğru! Peki ya “Ali kıran baş kesenler” dedi dudak bükerek. Hayatına o kadar çok hükmetmeye çalışmıştı ki böyleleri, onları yad etmeden geçemiyordu.
Bekçi, hızlı adımlarla Hikmet’in yanına yaklaştı.
“Evin barkın yok mu senin! Çöreklendin iyice buraya. Dün söylemedim mi sana toz ol diye! Hadi bakalım başka kapıya!”
Etrafına şöyle bir göz gezdirdi. Kafasını salladı iki yana.
“Tövbe tövbe! Kapısı olmayan bir yerden nasıl çıkabilirim ki? Yaşam alanı değil mi burası! Ben de burada yaşamaya karar vermiş olamaz mıyım? Parkta oturmak için kontrat mı gerekiyor? Varsa öyle bir sözleşme getir imzalayayım.” dedi sözcüklerini yaya yaya.
Bekçi, Hikmet’in kolunu yavaşça tuttu ve “Hadi kardeşim! Uğraştırma beni de çık git! Allah muhafaza, bir kazaya kurban gitmeyesin!”
“Beni tehdit ediyorsun ha! Bunun suç olduğunu bilmiyor musun?”
“Ediyorum lan çapulcu! Bir itirazın mı var? Hadi bas git!”
Hikmet, bulundukları sokağa dönen polis arabasını görünce bekçinin yanından hemen uzaklaştı ve gözden kayboldu.
Issız sokakların arasından yol boyunca pek çok vitrinin albenisiyle süslenmiş ana caddeye geçti. Gözden kaybolmasına kayboluyordu ama adım başı bütün yollar yine kendisine çıkıyordu. İnsanın kendini bulması teorikte hiç de zor değildi. Oysa uygulamada bu; ne kadar da güç bir işti.
Sessizliği bölen tek ses karnının gurultusuydu. Cebinden cüzdanını çıkardı. İçinden bir simitlik para çıkardı. Kokusunu henüz burnunda hissedemediği simitlerin tezgahına bir an önce ulaşmak için adımlarını hızlandırdı.
Üzeri iyice pembeleşmiş bir simit seçti kendine ve parayı uzatırken dişlerini simite iştahla geçirdi.
“Allah bereket versin. İşin rast gitsin ağabey!”
Simiti ağzının içinde çevirdi durdu ama bir türlü yutamadı. Bereketlenecek bir parası, rast gidecek bir işi olmamasına rağmen karnıyla birlikte yüreğini de doyurmuştu bu on iki on üç yaşlarındaki simitçi. Hayat mücadelesine bu saatte başladığına göre yükü sadece simitler değil diye düşündü.
“Teşekkür ederim çocuk!” dedi gözleri nemli nemli. Tezgahın üzerine birkaç damla gözyaşı bahşiş bırakarak uzaklaştı Hikmet.
Az ilerideki koca bir ağacın dibine oturuverdi. Gökyüzü ve toprak arasında gidip geliyordu siyah gözleri. “Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık. En iyisi öbür dünyaya gitmek!” diye söylendi.
“Gökyüzündeki bulut, bastığın toprak kara diye mi söylüyorsun bu sözü! Ayıp ayıp! Hiç mavisini göstermedi mi sana gökyüzü! Üstündeki çimeni döktü, çiçeği soldu diye toprağa sitem edilir mi? Özür dile çabuk!”
Hikmet, sesin geldiği tarafa döndü. Başında bir tel bile saç kalmamış, dişleri dökülmüş, kamburunu zor taşıyan dedeye biraz şaşkın biraz mahçup bir ifadeyle baktı.
“Ben içimden konuşuyordum ama siz nasıl duydunuz beni?” diye sordu hayret dolu gözlerle bakarak.
“Oğlum bu ağaca sık sık gelir sırtımı yaslar Allah’ıma şükrederim ben. Yaşadığım sürece gözlerim hep yüreğimden baktı olaylara. Mantığımın duygularıma torpil geçmesine izin vermedim. Yaşamaktan, umut etmekten hiç vazgeçmedim. Senin gözlerinde ömür değil ölüm gördüm. Her ne ise sorunun, bunu çözeceğim diyerek üstüne sıkı sıkı bas geç! Hayat, her nerede kalmışsan eğer aynı yerden oyuna geri alır seni unutma! Yeterki sen silkelen. Anlatırsan dinlerim, yok diyorsan kendin bilirsin! Ama aşağısı ve yukarısı bereket kaynıyor yeter ki yüreğinde bunu hisset. Yak içindeki umut lambanı. Özürünü içinden de dileyebilirsin o seni her zaman duyar!”
Hikmet, yüreğini boşaltacak kadar büyük bir yürek bulmuştu ama içindeki duygular o kadar karışıktı ki bir anda cümlelerini hizaya sokamadı. Yaşlı adam bir anda uzaklaştı. Hikmet “Özür dilerim Allah’ım” dedi, yaşlı adam ise bunu yüreğinde hissetti ve gülümsedi.
Aysel AKSÜMER
YORUMLAR
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
umut veren bir yazıydı kaybolduğunu düşündüğün an yeniden içinde duyulan. kutlarım cnım sevgileirmle..
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel Hanım, çok güzel bir öyküydü..bir solukta okudum..
"Parasını kaybeden..hiçbir şeyini, sağlığını kaybeden.. çok şeyini, ümidini kaybeden..herşeyini, kaybedermiş.."
güzel bir paylaşımdı..
Sevgilerimle
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Sevgili Aksümer yine yapmışsınız yapacağınızı.
Gün doğmadan neler doğar bilinmez sözüne mukabil bir öykü yazmışsınız.Okurken bana dokunanın Hikmet'in çaresizliği mi yoksa garsonu, ağaçları kendine yaren etmeye çalışacak kadar yalnız oluşumuydu bilemedim.
Ama her yokuşun bir inişi, her kara gecenin bir sabahı olduğu bilinciyle her yalnızlığında bir sonu olabileceği inancı içerisindeyim.Rabbim kimseye aciz bir yalnızlık reva görmesin.
Yüce Mevla sizi de hep böyle sevdiklerinizle beraber eylesin.Hayırlı Cumalar...
Aysel AKSÜMER
Hayalgücün ve kalemin çok şlerledi Ayselciğim. Yine bir solukta bitti. Tebrikler arkadaşım. Sevgiyle
Aysel AKSÜMER
Kahramanın adının Hikmet olması da ne güzel bir rastlantı olmuş. Böyle öyküleri sık sık yazın ya da biz dönüğp dönüp okuyalım zira hayat ümit ve ümitsizlik arasında sarkaç gibi sallanmakla geçiyor ne yazık ki.
Ellerinize sağlık.
Aysel AKSÜMER
Sokakta nice insanlar gelir geçer yanımızdan, ne dertleri vardır kim bilir, aşamamaktan korktukları!
Her birey ayrı birer dünya, hepsinin ayrı çözümsüzlükleri.
Yazınız bunlardan birini irdelemiş, final çok güzel bağlanmış.
Tebrikler, selam ve sevgiler.
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
58 yıllık ömrümde, biraz da mesleğimden dolayı olsa gerek, o kadar çok insana '' silkelen biraz '' demişimdir ki haddi hesabı yok. Ama aynı zamanda o kadar çok insandan duymuşumdur ki bu '' Silkelen biraz'ı onun da haddi hesabı yok. Çok güzel bir yazıydı. Bir solukta okudum. Kutlarım.
Aysel AKSÜMER
Bir solukta okudum. İnsan başına ne gelirse gelsin hiç umudunu kaybetmemeli... O ışık her daim yanmalı
Sevgiyle kal arkadaşım sabah sabah güzel bir öyküyle karşılandım...
Aysel AKSÜMER
ne engin bir limandır O...
nice fırtına mağduru gemiyi ve yüreği barındırır içinde...
bi solukta okudum
okudum mu bi nefes gibi soludum sanki bu kıssadan hikayeyi
yüreğine kalemine sağlık canım arkadaşım...
sevgimle daima...