- 739 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
2. sözün Devamı
.... İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor. Her tarafta bir
sürur , bir şehr-âyin, bir cezbe ve neş’e içinde zikirhâneler.. herkes ona dost ve akrabâ
görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisat-ı umumiye şenliği
görüyor. Hem, tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi
işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemi ile müteellim olmasına bedel;
şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruru ile mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce
bir ticaret eline geçer. Allah’a şükreder. Sonra döner, öteki adama rastgelir. Halini anlar.
Ona der: "Yâhu sen divâne olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler, zâhirine aksetmiş olmalı ki;
gülmeyi ağlamak, terhisatı, soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al.
Kalbini temizle.
Tâ, şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikatı görebilesin. Zira, nihayet
derecede âdil, merhametkâr, raiyet-perver, muktedir, intizam-perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir
memleket, senin vehminin gösterdiği Sûrette olamaz." Sonra o bedbahtın aklı başına gelir. nedâmet eder. "Evet, ben işretten dîvâne olmuştum. Allah senden razı olsun ki, Cehennemî
bir hâletten beni kurtardın." der.
Ey nefsim! Bil ki: Evvelki adam kâfirdir. Veya fasık gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir mâtemhâne-i umumiyyedir. Bütün zîhayat, firak ve zeval sillesiyle ağlayan yetimlerdir.
Hayvan ve insan ise; ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcûdât, ruhsuz, müdhiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi
çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş’et edip, onu mânen ta’zip eder. Diğer adam ise; mü’mindir. Cenâb-ı Hâlikı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu
dünya, bir zikirhane-i Rahman, bir talimgah-ı beşer ve hayvan ve meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyat-ı hayvâniye ve insanîye ise; terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler,
bu dâr-ı faniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler. Ta yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdat-ı hayvaniye ve insaniyye ise;
ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakkim memnun memurlardır. Bütün sadalar ise, ya vazife başlamasındaki
zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş’esinden neş’et eden nağamâttır. Bütün mevcûdât, o mü’minin nazarında, Seyyid-i Kerim’inin ve Mâlik-i
Rahim’inin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok latif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatlar, îmanından tecelli eder, tezâhür eder.
Demek îman, bir mânevî Tûba-yi Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir Zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor. Demek selâmet ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve
îmandadır. Öyle ise, biz daima:
اَلْحَمْدُ ِللّهِ عَلَى دِينِ اْلاِسْلاَمِ وَ كَمَالِ اْلاِيمَانِ demeliyiz...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.