- 1655 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İki Kişilik Bir Umuttur Aşk
Suskunun mor şafaklarına gün doğmuş, sensizliğin kalabalık salonlarında aşk kanıyor
Alkışlarla büyümüyor sevda, yangınlarla çatlamış duvarlarıma özlem yağmuru yağıyor
Yamalı yaşanmışlıkların yoksul bağrında mevsim güz, artçı depremlerin yüreğimi sallıyor
Zılgıt maviler üşüyor göğsümde, umarsız bir düşünüşün yatağında coşkularım seni arıyor
Bir kadının gözlerine bakmak ve içmek o an/da tüm denizleri, aşk gibi. Bir aşık gibi sarhoş, bir serseri gibi sefil ve bir seven gibi asil olabilmek. Hayat, içli bir keman yayından dökülen o tılsımlı tını ve ruhumuzun artçı dalgalarıyla bizi uzaklara götüren hazin tutku, o yamalı coşku. Zılgıt bir renktir mavi. Bu yüzden tanımaz diğerlerini ve susar gecenin katran karasında yudumlarken gönlümüzün derinindeki heceleri. Yoksul bir gülümseyiştir bu yüzden yaşamak, hicaz anlatılarla yumruklarken aşkı, kanar yüreğimiz, sessizce süzeriz o alkış umduğumuz kalabalık salondakileri.
Susku ekip mutluluk hasat etmeyi düşündüğümüz bu yaşamak ovasında bir gülüşün kahkahasına tutunarak yüzyıllar aşmak, kendi çatlamamış kabuğumuzun meridyenlerine iç sesimizi sızdırarak yangınlarla donatılı gönlümüze rüzgâr ummak. Hangi çığlığın rengi hüzündür kim bilebilir, hangi ırmak bir gün tersine akacaktır ve aka aka bize dönebilir. Bu bilinmezlerle örülü yaşam surlarına aşkın resimlerini yapar sevgililer, düşlerin yırtık cebinde umut hep iki kişiliktir.
Aşkın içindeki o yangın meydanı olmasa, gövdemizi sarsan muhteşemliği sarılışla kutsanmasa ve gönlümüzdeki işveli sarsılışla can bulmasa neye yarar sevmek. Gökyüzüne bak şimdi, avuçlarındaki çizgilere bir renk indir oradan. Sen mavi ararken o sonsuzlukta gri bir iç geçiriş sokulacak bağrına ve sığınacaksın bir yaşamak türküsüyle yine kendine. Çaldığın sadece umuttur unutma, sen renklerin albenisiyle avunurken bir koltukta, rüzgâr girip saçlarını okşayacak, o seni de, beni de, aşkı da saran mucizevî kalabalıkta.
Mor bakışlı bir gecenin içinden yüzümü gündüzlere sürerek yine sana geldim. Yar bakışlarını, yangın sarılışlarını, yasak sularını içmek için ruhumu da, yüzümü de sana döndüm. Seni en çok özlediğim saatler hangisi bilmiyorum. Günün en alaca şafağı ne zaman uykulardan beni uyandırarak sana koşturursa o sanırım. Belki de, ansız bir sarsılışla, gülüşlerinin o şuh, o iç geçirten kadın kokuna uyandığım an. Hangisinin olduğunun ne önemi var sevdiğim, seni en çok içimde hissettiğim an, şu an. Öyleyse, ne önemi var daha öncekilerin, çünkü ben bencil bir yakarıyla seni isterim son nefeste, seni yaşadığım anlara şükürler ederim acılarla, işkencelerle donatılmış bir kafeste.
Kapısına elem astığımız o yalnızlık mahkemelerinde hangi mübaşir çağırır bizi aşkın duruşmasına bilemeyiz ve hangi kahırlı öfkeyi taşır uzaklardan yüreğimize rüzgâr, hissedemeyiz. Göz açıp kapanıncaya kadar oluşur dostluklar ve her dosyada ertelenmiş bir burukluk saklar raflar. Gözaltlarımızdaki o vebal halkalarıyla ve gövdemizdeki çocukluktan kalma mutluluk yanıklarıyla ne yana dönsek ebe, ne tarafa koşsak sobeleniriz işte böyle.
Biliyor musun sevda bakışlım, hayat hoyrat bir ıslık sesiymiş. Ne zaman yapayalnızlığıma isyanlar etsem aynı ıslıkla kendime döner, bu çelişkili gezegende sevmekten sonrasının hayal olduğuna, boş bir rulet olduğuna inanırım. Nereye çevrilsen, ne kadar çevrilsen hep kendine dönen, hep kendi uzantısına devrilen ve hep kendi gölgesiyle dans eden bir hayal gölgesi yaşamak. Kırık ikindilerde sırtını güneşe dönerek düşünen insanlardan olmayacağım seni sevdikçe. Yüreğimin gümbürtüsüne kulak vererek, gönlümün selleriyle hep sana sürüklenerek, yalnız seni düşleyerek nefes alacak, bir tek senin cennetinde nefes aldığımı hissedeceğim.
Şimdi sen gelişime adaklar bağlayarak, gün çiçeklerimi ellerine vereceğim anları düşleyerek beni bekliyorsundur, ben kırmızı bir yürek atışıyla sana ’canım sevdiğim geldim işte’ demeden önce bir çoban armağanı işlerken bembeyaz kâğıtlara. Hep kendine çevrilen gövdemdeki yalnızlık kirmeniyle, hep kendini saran o aşkın ilmeklerini sevda yumağına sarıp, kendi düşlerini buluşmalara erteleyen bir sevgi adamıyım. Ne yazsam, ne kadar senin ruhunu okşasam yetmeyecektir biliyorum. Yetmeyecektir işte nafile sözcüklerim, seni yüreğime bastırmadan, alevini tenime yaymadan ve kokunu ruhuma boca etmeden hiç bir şey bu yüreğe yetmeyecektir.
Söyle hangi şarkının nakaratı anlatır seni. Hangi türkünün iç sesi doldurur gönlümün el değmemiş hoyrat bağlarını. Hangi iklim susuzluğuma yağmur olur ansızın yağar, hangi mevsim gövdemin sevi başaklarını uğruna sürgünlere uğurlar. Hangi kent karşılar beni sebepsiz, hangi bahçede çiçeğim açar böyle sensiz. Sür kokunu dallarıma, ver ellerini insan narıma ve tut aşkın ellerinden, götür beni istersen aşkın en viran dağlarına.
Hep o masal ülkelerinin zebanileriyle boğuşuruz düşlerimizde, avuç içlerimizdeki kader çizgilerinin kırık uzantılarını yâre uzatarak. Hep o onulmaz çelişkilerin yer yatağında açarız gönlümüzü aşka, gövdemizdeki yaşam dövmeleriyle yaşama gösteri sunmak için. Biz kendi masalımızın kahramanı, biz kendi iç dünyamızın feryadı figanı ve biz umudun ölümsüz seferlerine çıkan mutluluk havarileriyiz. Masalımızdaki hüzünle, yüreğimizdeki sözümüzle her dinlence gönül rotamızdır ve her düşünüş onurlu bakışımızın karşılığıdır.
Sen hep o masal gezgini adamın sevdalısı, ben hep o mor bakışlı dağlarda aşkı arayan o kadının sevgilisi. Sevda ve sevgi kol kola yaşama gülümseyen, yürek yüreğe aşka yürüyen iki sevgili olur bir gün. Bir gün dağlarımızdaki karlar toprağa iner, sularımız gövdemizi terk ederek birbirine gider. Bu aşk gezegeninde gülüm senli düşlerin satır aralarından ölümsüz bir yazıt oluruz ve işte o gün bizi bu birlikteliğin gömütlüklerine yan yana, el ele gömerler.
Hikâyesi: Bizler, yani yaşamın içerisindeki o aşka yürüyen değerler, hep o yangın iklimlerinde bağdaş kurarak yaşamı izlemez miyiz böyle sevgiyle? Bizler, iç ağrımız olan şiirlerle, o sözlerin içindeki ninnilerle ve ruhumuzu tarumar eden, dalgalı denizlere iten o muhteşem sevilerle yaşamaktan sanık değil miyiz bu çelişkilerle dolu yalan devirde? Bizler, o mutluluk sandallarıyla, sevda sarmaşıkları bırakıp aşkın denizlerine ağlar çekmiyor muyuz umut diye? Yaşamak, gölgesine sığındığımız bir çardak ve mutluluğu yudumladığımız o yaşam nakışlı bardak...
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Sevilen her zaman ozlenir,, düşsel de olsa,,özlem ask olmasaydı yazıların bır etkisi olmazdı kanaatindeyim.özlem ask sevgi
Hayal bır açlık gibi bizleri perişan eder.isteklerimiz gerçekleştiği sürece mutluyuzdur,,huzurluyuzdur.Derin bır özlem vardı
Yazınızda destansi bır sevgi ,, biraz da ümitsiz bır sevdanın sayfaya düşen hüznünü yasadım sanki.
Hüzünler satırlarda kalsın sevgiler hep olsun ..
Kutluyorum Labirent hocam,,yürekten sevgilerimi sunuyorum..JANET KOHEN.
O düşsel yanıyla yürekteki aşkı yazıyorsunuz.Büyük bir sabı ve maharetle.
Bir şiirin dizelerinde doaşıyoruz sanki.aşk ii kişilikken diğer insanlara da bulaşabiliyor..
hiçte kimseyi sevmek ,aşık olmak bile istemezken,aşkın güzelliğini anlatyorsunuz ama bir
ama var işte ..Sadece tensel değildir aşk,vermektir de.Biraz da böylesi aşkları okusak..
gerçek olan budur.Buhar olup kaybolmayan..
Güzel yazınızı kutluyorum,selam ve saygılarımla..