YARIM KALAN ŞARKI
Yaşlı gözlerle kapıyı çekerken son bir kez çevresine bakındı. Bir zamanlar kendisine yuva olan bu cumbalı ahşap evi son görüşüydü. Oysa ne umutlar, ne hayallerle başlamıştı evliliği. Birlikte yaşlanacaklar, iyi günde kötü günde her sevinci her acıyı paylaşacaklardı. Dört yıl önce evlendiklerinde çevresindeki tüm genç kızlar ona ne kadar şanslı olduğunu söylüyor hatta içten içe kıskanıyorlardı. Gerçekten de birlikte yaşadıkları dört yıl boyunca eşine olan sevgisi kat be kat artmış, ne kayınvalidesinin aşağılamalarını, ne de kendisini çekemeyenlerin söylediklerini dert etmişti. Değilmi ki eşi onu tercih etmiş, ailesini dahi karşısına alıp onunla evlenmişti, gerisi teferruattı.
Evliliklerinin birinci yılında Allah bu yuvaya nur topu gibi bir erkek evlat vererek ödüllendirmişti onları. Oğullarının aileye katılması mutluluklarını katmerlendirmişti. Onu okutacak büyük adam olması için her şeyi yapacaklardı. O babası gibi eğitimini yarım bırakmayacak, gittiği yere kadar devam edecekti. Bu uğurda gerekirse sırtında taş taşımaya hazırdı babası. Zaten ekmeğini taştan çıkarmıyor muydu? Sabahtan akşama kadar işporta tezgâhında bir şeyler satıp gül gibi geçindiriyordu ailesini. Göçmen bir ailenin, zor şartlarda babasız büyütülmüş eşi, annesinin evinde göremediği bu bolluğa şükrediyor, eşinin sağlığı için her fırsatta duacı oluyordu.
O yıllarda Almanya işçi alıyordu. Kendi aralarında bir karar vermeleri gerekiyordu. Çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için onlarda gitmeyi deneyeceklerdi. Bu karar boğazına bir yumru gibi oturmuştu. Kocasının hasretine bir gün bile dayanamazken uzun bir süre ayrı kalma fikri içinde tarifi imkânsız fırtınalar koparıyordu. Önce kocası gidecek, düzeni kurduktan sonra onları yanına alacaktı. Sistem böyle işliyordu.
Nereden bilebilirdi ki zamansız bir ölümün henüz 30 yaşındaki eşini sonsuza kadar ondan koparıp alacağını. Şimdi hayatta olsa ve yıllarca onu arayıp sormasa yine razıydı. Yeter ki nefes aldığını bilsin…
Bu düşünceler içinde kapıyı kilitlerken ona doğru neşeyle yaklaşan postacıyı fark etmemişti bile.
- Bacım gözünüz aydın!
- ????
- Savaş TAMER’in evraklarını getirdim. Almanya’ya gidiyorsunuz!
Genellikle bu haberi alanların sevinç çığlıklarına alışmış olan postacı genç kadının hıçkırıklarla ağlamasına bir anlam verememişti. Durumu öğrendiği zamansa kendi gözlerinden süzülen birkaç damla yaşa hâkim olamamıştı.
Bu acı tesadüf acısına tuz ekmiş, daha bi acıtmıştı içini. Kendini koca dünya da yapayalnız hissediyordu. Telli duvaklı çıktığı anasının evine kucağında üç yaşına henüz girmiş oğluyla dönüyordu. Çok zor günlerin onu beklediğini biliyordu ama ne olursa olsun mücadele edecek, birlikte büyütmeyi planladıkları biricik oğlunu tek başına adam edecekti. Takdir-i ilahi böyle uygun görmüştü. Yarım kalmıştı şarkıları…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.