yaşamak
Son, fosforlu ışıklarıyla göz kırpıyorken , parmaklarım kıyım dilini nasıl kullanacağını şaşırıyor. Yaşamak diyor şair; “yürekten gülerekten yaşamak”… İşte o an, o şaire tüm uzuvlarımla gülüyorum. Yaşamak tutkusu, içimizdeki yaşam değil, ölüm ritminin bir sonucudur diyorum. Ölüm nasıl güler şair, nasıl güler?
Her geçen gün, ağzımdan çıkan her bir sözcüğün can verişine tanık oluyorum. En önce “inanmak” ölüyor; ardından “affetmek”…
Bunca kıyımın ortasında kafamı tek bir şeye takıyorum; ya bir gün kekelerse karşıma çıkan Azrail. Ya hep hatırlamak zorunda kalacak denli uzun yaşarsam bu kadar ölünün içinde…
Bunca zaman hep bekledim beni koparacak olanı. Kim çıktıysa karşıma hepsi “çiçekler dalında güzel”ciydi. Sonunda köklerim bir duvara denk geldi. Günlerdir sesim o duvarda kırkayak.
Tek başına etkinim . Var mı peki bunun bir anlamı, ölüm tutkusu dinamoyken yapraklarımda. Bırakın düşmanlarımı, bırakın eski aşklarımı şu an celladımla bile medenice el sıkışabilirim. Ona nasılsın, diyebilirim. Henüz yaşarken sözcüklerim kanımı emen her neyse, kimse onu ölmeden önce affedebilmeliyim.
Keşke şu an, şu gecenin ortasında bir güneş doğsa ve ben vücudumun derisini ters çevirip uzansam boylu boyunca o güneşin altında. Yaşamak denen şey 100 faktörlü bir güneş kremi olsa, sürünsem. Her şeye rağmen ölümün içimdeki o yakıcı etkisini hafifletebilir miyim?
JİR-fhrn