"""GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİ ANALİZİ"""
KUR’AN-I KERİM’in Enam sûresinin 42-45’inci ayetlerinin meali, farklı üslup ve ifadelerle de olsa bütün güvenilir tercüme ve tefsirlerde hemen hemen aynıdır.
Bu ayetlerin Türkçe manaları şöyledir:
"And olsun ki, senden önce birtakım ümmetlere peygamberler gönderdik.
(Onlar bu peygamberleri dinlemeyince)
Biz de onları, Bize yalvarsınlar diye darlık ve sıkıntıya uğrattık.
Hiç olmazsa böyle onları sıktığımız (azabımız geldiği zaman) yalvarsaydılar.
Fakat onların kalpleri katılaştı. Şeytan her ne yapıyorlarsa onlara süslü gösterdi.
Ne zaman ki, yapılan uyarıları unuttular.
(İndirdiğimiz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin (bütün dünya nimetlerinin) kapılarını açıverdik.
Sonra, kendilerine verilen (bolluk ve nimetler yüzünden) şımardıkları zaman onları ansızın yakalayıverdik.
O zaman bir anda bütün ümitlerini yitirdiler ve yıkıldılar.
Böylece zulm eden kavmin kökü kesildi."
Bu ayetlerde anlatılanlar muteber tefsir kitaplarında şöyle açıklanıyor:
1. Allahü Teala hazretleri, bizim Peygamberimizden (Salat ve selam olsun ona) önce, birtakım toplumlara peygamberler göndermiş, onlar halkı müjdelemiş ve uyarmışlar, imana ibadete itaate, iyi olmaya çağırmışlar.
2. Bu kavimler Allah’ın gönderdiği elçileri ve habercileri dinlememişler, onlara kulak asmamışlar.
3. Bunun üzerine Allahü Teala, bunların başına yoksulluk, afetler, sıkıntılar, şiddetler, hastalıklar, afetler, geçim sıkıntısı indirmiş, ta ki, zavallılıklarını ve zilletlerini anlayıp Allah’a ve imana yönelsinler, tevbe etsinler diye.
4. Onlar bu azaplara rağmen yine Elçileri dinlememişler, Allah’a yönelmemişler, tevbe etmemişler, kendilerini ıslah etmemişler, gaflet ve dalâletlerinde devam etmişler.
5. Kalpleri gittikçe katılaşmış, uyanma yeteneklerini yitirmişler.
6. Şeytan yapmakta olduklarını onlara allayıp pullayıp süslü (iyi, doğru, güzel) göstermiş. Şerri hayr, günahı sevap olarak görmüşler. Viccdanları donmuş, akılları tutulmuş, azıttıkça azıtmışlar.
7. Bunun üzerine, onlar kendilerine haber verilenleri, hatırlatılanları unutunca Allahü Teala onlara her şeyin, bütün dünya nimetlerinin kapısını açmış. O sıkıntılardan sonra Allah onlara geniş bir hürriyet ve refah vermiş. Önlerindeki bütün maddî ve mânevî engelleri kaldırmış... Elmalılı Hamdi Efendi tefsirinde şöyle yazıyor: "İyi kötü her şey kendilerine bol bol açık bulunuyordu. Her türlü rahatlar, sıhhatler, zaferler, muvaffakıyetler (başarılar), zevkler sefalar, önlerinde âmade (hazır) idi. Ne arzu etseler bulacak, ne isteseler yapabilecek bir hale geldiler. Kendilerine kendi iradelerinden başka men ve takyid edecek (engel olacak, sınırlayacak) hiçbir şey görünmüyordu. Öyle serbest bir imtihana kondular ve öyle istidracları arttı ki (.....) tuttukları yolun iyi olduğuna ve bütün bunların kendi istihkakları olduğuna (bunları hakkettiklerine) ve her bir mes’uliyetten (sorumluluktan) âzade olduklarına hükm ettiler (sandılar). Hiçbir kayıt, hiçbir kaygı duymaz oldular. Her şey kendilerininmiş, Allah ve âhiret yokmuş gibi zevk u safaya daldılar, keyiflerini çattılar. Tam böyle farahlandıkları, gel keyfim gel dedikleri sırada, kendilerini birdenbire bastırıp yakalayıverdik. O saat İblis gibi bütün ümitleri kesildi. Yeis ve hirman-ı mutlak (.....) içinde dona kaldılar." (Elmalı Tefsiri, ilk baskı cilt 3, 1927-30)
8. Onlar, kendilerine verilenlere sevinmişler, iyice şımarmışlar.
9. Sonra Allah onları ansızın yakalamış.
10. Bütün ümitlerini yitirmişler, yıkılmışlar.
11. Böylece zalim bir kavmin kökü kurumuş...
1980’li yılların başındaydı. Bir gün Cerrahî şeyhi merhum Muzaffer efendiye gitmiştim. Sohbet ederken, hocaefendi "Dün gece Elmalı tefsirini okurken Enam suresinin 42-45’inci ayetlerinin açıklamasını okudum, dehşet içinde kaldım" demişti.
Benim tefsir yapmaya ehliyetim yok. Sadece bazı bildiklerimi ve gördüklerimi anlatacağım.
Yakın tarihte bu millet çok sıkıntılar çekti. Amansız bir diktatörlüğün pençeleri ve ayakları altında ezildi.
Hastalıklar, fakirlik, zaruretler, çeşit çeşit sıkıntılar oldu.
Nice din alimi, fakih, tekke şeyhi idam edildi, zindanlara atıldı.
Sonra çoğulcu demokrasi geldi, biraz serbestlik ve ferahlık başladı.
Nihayet halkın bir kısmı çok zenginleşti.
Zenginleşenlerin bir kısmı dinden, dinî sınırlardan ve kayıtlardan uzaklaştı.
İslam’ın, Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın, İslam ahlakının emir ve yasaklarını unuttular.
Lüks, israf, sefahat aldı yürüdü.
Memleket çapında bina ve zina furyası ve çılgınlığı başladı.
İş o hale geldi ki, Ceza Kanunu’ndan zina suçu maddesi çıkartıldı.
İçki, kumar, fuhuş yayıldı.
Beş vakit namaz terk edildi, milyonlarca halk çeşit çeşit fuhşiyata ve şehvetlere daldı.
Riba yaygın hale geldi.
Nemrud’un ve Firavun’un bile şaşacağı müzeyyen ve lüks meskenler yapıldı.
Lük hayat, lüks dekorasyon, lüks binitler, lüks giyim kuşam, lüks yeme içme aldı yürüdü.
Ellerine para geçenler, beş yıldızlı otelleri beğenmediler, yedi yıldızlılarda konaklamaya başladılar.
Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmaz oldu.
Sabah namazlarında camiler boş kaldı.
Ramazan’da büyük şehirlerde alenen ve mütecâhiren oruç yendi.
Birtakım dinsizler İslam’a, Kur’ana, Resulullaha, mukaddesata açıkça ve küstahça saldırmaya başladı.
Uyuşturucu kullanımı yayıldı, on yaşındaki öğrenciler bile beyaz zehirle tanıştı.
Dinde bid’atler, itikatta bozukluklar ve sapıklıklar yaygın hale geldi.
Müslüman kadın ve kızlar açıldı saçıldı.
Şer’î tesettüre paralel şeytanî tesettür çıktı.
Din ve mukaddesat ticarete alet edilir oldu.
Muazzam miktarda kara, kirli, necis, haram para birikimi oldu.
Rüşvet yaygınlaştı.
Bütçeler hortumlandı.
Haram komisyonlar alındı.
Halkın bir kısmı sefalet ve sıkıntı içinde yaşarken haram-horlar azdıkça azdı.
Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın emirleri terk ve ihmal edildi; yasakları açıkça, küstahça, mütecâhiren ve mütecâsiren işlenir oldu. Allah’ın ve Resulünün koyduğu hudutlar fütursuzca aşıldı, çiğnendi.
Gıybet, nemime, tecessüs yoğunlaştı.
Bu hengâme içinde 1924’ten beri başsız kalan Müslümanlar tek bir Ümmet olmaktan çıktı, darmadağın bir cemaatler, hizipler, fırkalar, gruplar yığınına ve sürüsüne döndü.
Birtakım sahtekarlar dini, imanı, Kur’anı, tüm mukaddesatı ticaret v e kazanç metaı ve kaynağı haline getirdi, din sömürüsü korkunç boyutlara ulaştı.
Emanetlere ihanet edildi.
Emanetler ehil olanlara verilmedi.
Benlik şehveti zirveye çıktı.
Para en büyük değer haline geldi.
Bazı bozuklar zekatlara bile göz dikti, zekat paralarını ve mallarını Kur’anın, Sünnetin, fıkhın, Şeriatın emr ettiği şekilde toplayıp harcamadı.
Tok Müslümanlar aç Müslümanların yardımına gereği gibi ve yeteri şekilde koşmadı.
Toplum hedonist bir toplum oldu.
İslam’ın temeli nasihat olduğu halde halka ve topluma gereği gibi, yeteri kadar, etkili nasihat edilmedi.
Müzeyyen camiler inşa edildi ama ezanlar okununca o camilere cemm-i gafir halinde gidilip Haliq’a ibadet edilmedi.
Cami imamları namaz kıldırma memuru haline düşürüldü. Ülkede dehşetli ve genel bir irtidat, nifak, küfür cereyanı başladı.
Özde değil, sözde Müslümanlar mübarek Ramazanlarda bile kadın erkek karışık etkinlikler, şenlikler, eğlenceler yaptılar.
Nice gafiller ve cahiller, bunca günahın ve isyanın lüks ve beş yıldızlı bir umre yapılarak silineceğini sandı.
Allah’tan, Kur’andan, dinden, Şeriattan uzaklaşanlara Şeytan bütün bu olup bitenleri süslü ve iyi gösterdi.
Gafiller zenginliği, bolluğu, lüksü, konforu, aşırı tüketimi, gel keyfim gel, oh kekâh hayatı, lüks meskenleri, lüks otomobilleri, lüks giysileri, lüks yemekleri, bütün bu bunları keramet, ilerleme, kalkınma sandılar.
İstidrac olduğunu idrak etmediler.
Yaman bir imtihan olduğunu anlamadılar.
Vur patlasın, çal oynasın, gel keyfim gel, oh kekâh devri başladı.
Her birinin parası ile işyerleri, dükkanlar, atölyeler açılıp işsiz vatandaşların oralarda çalıştırılıp ekmek ve geçim parası kazanabileceği lüks, şaşaalı, ihtişamlı, nemrudî otomobillerin sahibi sözde dindarlar, günahlarına biraz kefaret olmak için o binitlerle ayda bir kere bile sabah namazına camiye gitmediler.
Kur’ana, Sünnete, hikmete aykırı lüks ziyafet sofralarına bir tek temiz fakir bile davet edilmedi.
YORUMLAR
Her şeyi çok güzel anlatmışsınız da 1924 ten ne istiyorsunuz? Atatürk gerçek hak yolunda hocalara bir şey yapmadı.
O tarihte benim dedem de müftüymüş. Dedemi de çağırmışlar Ankara'ya .Dedem zaten Ankara'nın bir kazasında müf-
tüymüş. Atatürk'ün huzuruna çıkmış,ne sordularsa bir şey çıkmamış.Dedem tekrar gelmiş ve görevine devam etmiş.
Yalancı softalarla gerçek din adamlarını lütfen karıştırmayalım.
Sizi kutluyorum..
şairselo
glenay
gerçek tarih diye Saidi Nursi'yi gösteriyorsanız size söyleyecek sözüm
olamaz..