11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1464
Okunma
Sıcak...Çok sıcak...Nefes almakta zorlanıyorum...Her nefes alışımda, sanki alev topu ciğerlerime doluyor..Güneş, o kadar yakıyor ki..Çıldıracağım..Tanrım..!Bir yudum su, senden istediğim..Sadece, bir yudum su..Zaman mı durdu..? Yoksa, güneş, hiç hareket etmiyor mu..? Yoksa, ben, öldüm de cehennemde miyim..? Hayatım, gözlerimin önünden, bir film şeridinden kesitler halinde, gökyüzünden kayan yıldızlar gibi, akıp..gidiyor..
----
Adım, Mimuna..Somali’de Hargeisa kenti yakınlarında, göçebe hayatı yaşayan, bir ailenin, sekiz çocuğundan biri olarak, çölde dünyaya geldim. Düşünmüşümdür, hep...keşke adım, Waris olsaydı, diye..Waris, bizim buralarda, "çöl çiçeği" anlamına gelir. Çöl deyince, aklımıza, canlıların, yaşaması için zor ortam gelir..Halbuki, "çöl çiçekleri" bu zor ortamda, yaşamayı becerip, ayakta kalabilen, aşırı sıcağa ve zor yaşam koşullarına karşı savunma mekanizmaları olan canlılardır..Oysa ben, hiçbir şeye karşı koyacak güce ve savunmaya sahip değildim..Her şeye boyun eğdim..
Buralarda çöl sıcakları ve kuraklık her gün, yüzlerce insanın, daha çok çocukların ölümüne neden olur..Susuzluk, açlık ve hastalık artık bizim için yaşamın bir parçası olmuştur..
Çocukluğumdan aklımda kalan sadece açlık, sinekler, sıcak ve bizleri korkutmayan ölümdü..Zaten, altı yedi yaşlarında yaşadığım acı, bana çocukluğumu, açlığımı ve sinekleri unutturmuştu..
Bir gece, sabaha karşı, annem, ablalarım ve halam beni sarsarak uyandırdılar..Ne olduğunu anlamadan, gözlerim yarı açık, yarı kapalı sürüklenerek halamın çadırına götürüldüm..Direnmek istediğimde, annemden şiddetli bir tokatla savruldum..tam doğrulduğum sırada bir çingene kadın ile burun buruna geldim..Kadının elinde kör, paslı bir traş bıçağı vardı..Ablam gözlerimi tülbentle bağladı..Avazım çıktığı kadar bağırmaya ve ağlamaya başladım..Beni zapdedemiyorlardı..İki kişi ayaklarımdan, iki kişi kollarımdan tutarak yere yatırdılar..Biri ağzıma kuru bir tahta parçası koydu ve ısırmamı haykırdı..Yeni çıkmış dişlerimle, hırsla tahta parçasını ısırarak aklımca intikam alıyordum ki, ağzımın iki yanından kan sızdığını farkettim..Hiç uyuşturulmadan, ilkel bir operasyonla, kadınlığımın benden alındığını çok sonraları öğrenecektim..Onbir yaşlarında ben de, annemin zorlaması ile, küçük kardeşimin gözlerini ağlayarak bağladığımda, kesiğin, hayvan kılı ile dikildiğini görerek, dehşet içinde orayı terk ettiğimi hatırlıyorum..Korkunç bir acı ile korku, öfke ile yalnızlık, hepsi birbirine karışmıştı..
Acı ile bayılmışım, kendime geldiğimde sadece ızdırap değildi hissettiklerim.. yalnızlık, korku ve boş bir çuval gibi olduğu yerde bırakılmış bir çocuğun yaşadığı travmaydı.. Ayaklarım bilekten bağlanmış, bacaklarımdan akan kan kurumuş ve binlerce sinek bana eşlik ediyordu..O gün, sinekleri, benim acıma ortak olan melekler olarak kabul ettim..Aylarca ateş içinde kıvrandığım süre içinde annem ve ablam sırayla yüzüme bile bakmadan bir tas çorba ve bir kuru ekmek getirip bırakıyorlardı.. Geleneğimizde, evliliği hak etmek, gerçek bir kadın olarak saygı görmek için bu acıyı, çocuklarına çektirmek anneler için onurdu..O gün yemin etmiştim..eğer bir kızım olursa, onu doğar doğmaz kendi ellerimle boğacaktım..yeter ki, bu zulmü ona yaşatmayayım..
Eğer ben, çöl çiçeği olsaydım..bu duruma karşı hemen mucizevi bir şekilde önlem alırdım..dayanıklı dikenlerimi karşımdakine saplardım..Gözlerimi kapatım, bedenimde yüzlerce diken olduğu düşünerek hayale daldım..ve.. bu zorlu, acılı ve hastalıklı halimi böyle atlatabildim..Hayalimde binlerce diken, oka dönüştü ve içimde aileme karşı duyduğum sevgiye, binlerce ok saplandı...
Artık onbeş yaşındaydım..Hayat, çöl de olsa kimi zaman gülerek, kimi zaman eğlenerek zamandan çalıp akarak gidiyordu..Kendi yaşıtım delikanlılar tarafından beğenilmeye başlamıştım ve bu da çok hoşuma gidiyordu..
Bir gün, en sevdiğim yer olan Hargeysa caddesindeki, her şeyi satan bir dükkanın önünde, yine her zamanki gibi, camdan içeriye bakıyordum. İçeride benim için büyülü bir dünya vardı..Tozlu rafların üzerinde kullanılmış eski eşyalar, gezgincilerin satıp paraya çevirdiği küçük cüzdanlar, korsanların satılsın diye bıraktığı eşyalar ve bütün bunların arasında benim için özel bir porselen biblo..Her gelişimde ne kadar zaman geçiririm, o küçük kız biblonun önünde, bilmiyorum..Fırfırlı bir elbisesi olan biblonun, elinde küçük bir beyaz köpek, kolunda sepet, başında çok güzel bir şapka vardı..O kız olabilmek için neler vermezdim neler..olsun cansız olsun..benden daha mutlu olduğu kesindi..Hayalden gerçeğe döndüğümde, camda benden ve biblodan başka bir gölge daha vardı..Hiç konuşmadan gözlerimiz camda kitlenmişti..Ne kadar öyle konuşmadan durduk bilmiyorum...ama bildiğim bir şey vardı ki, bir daha asla kendimi böyle mutlu hissetmeyecektim...
Ben hep hayal ve gerçek arasında bir köprüde sıkışmış yaşamayı sürdürdüm..Mutsuz olduğumda, çöl çiçekleri..mutlu olduğumda, porselen kız olarak, dünyayı seyrettim..
----
Bu çölde yarı baygın, yarı uyanık kaç gündür yatıyorum acaba? Çok şükür..güneş batmış..ama hala hava çok sıcak ve bunaltıcı..Herhalde kaburgamda kırık var hiç kımıldatamıyorum.. nefes alırken canım çok acıyor..Doğrulmaya çalıştıkça içimde bir bıçak, daha derinlere saplanıyor..Gökyüzünde, akbabalar, tepemde dönüp dolanıyor, öldüğümden emin olana dek buradan ayrılmayacaklar..Yine geçmişe kaydım..bu ıssızlıkta düşünecek başka ne var ki...
--
Porselen kızdan ve camdaki delikanlıdan ayrılıp eve dödüğümde, babamın bir misafiri vardı...
Devam edecek...