- 411 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cennet Algısı 9
9-]Toplum ve toplumun otoritesi olurla toplumu tek elden yöneten toplum beyini; birden oluşmamıştır. Girişen, değişken olan, stabil (kararlı) olmayan; oturmuş olmayan, sorumlulukları denetlemeyi dahi bilmeyen girişmeler içinde çıkmıştı. İttifakı dönemler sonrası otorite; tam anlamıyla bunlara muktedir olmanın meşrulaşmasını; o şeyin neden öyle olması gerektiği olum lamasını, ilk başlarda tek elden yapamıyordu.
Otorite, toplumsa alan içinde önce, her bir eylemse oldukları alanlar da, ilahların işi ve düzenlemesi olacakla belirdiler. Bu nedenle, tuğla ilahı, dericilik ilahı, ticaret ilahı, adalet ilahi, çiftçi (tarımcı) ilahi, maden ilahi, su ilahı gibi bu alanların nedense söz hâkimiyeti olurlarıyla, belirdiler.
Böylece adeta bildikleri, müdahil oldukları, parça başı işler için o işin parça başı yönetilmelerine dek; parça başı yönetilme niceleyim tutumlarını edindiler. Bu alanlar denetimi, totemi yapı ve inançların müdahalesi ile dolduruyordular. Sürecin olgunlaşmasıyla, seçicilersen belirmeler, inançların da girişen tecrübeleri ile iyice pekişmeye başlamıştı.
Not: Totem put demek değildir. Totem öyle bir kelime ile açıklanır bir tarihsel süredurum da değildir. Put kavramını kendi tarihselliği içinde hiç bilmemektir. Sosyal birliklerin hemen yanı başında oluşmuş bir kültür müktesebattı, aitti kimlik unsurudur. Yaratan değil düzenleyendir. Tapınmaktan ortaya konmamıştır. Tapınaktan önce ortaya çıkmıştır. Sonradan tapıncak olmuştur. Bk. tabu ve totem; tabu, totem ve put yazı dizim ve diğerler yazılarımdaki içerik atıf göndermeler.
İnsanlık, bu kabil nesnel ve tinsel pekişmelerden stabil olanlarını, bir yanda toplumun uhdesine aktarmağa başlamıştı. Bir yandan da, kendi çelişmeleri üzerinde uğraşılan işlerle birlikte, yeni tabu ve totemlerini oluşturuyorlardı. Diğer yandan da, yeni tip iş alanlarına dek girişmeleri de, oluşuyordu. Bu yeni tip iş alanların düzenlenmesini toplumlar, hemen üzerlerine alamıyordular. Bu yeni girişmelerin düzenlenmesini toplumlar, hemen üzerlerine alamıyordular. Yaşam içindeki bu tip ilişkiler, zamanla; kararlı yapılar ve kararlı ilişkiler haline geldikçe ancak, kırpılma ve seçme ayıklamalarıyladır ki, olup bitenleri, toplumlar kendi denetlemeleri üzerine alacaktılar.
Biz verili davranıyoruz. Vücut kimyamızla veriliyiz, duygularımızla veriliyiz. Zorunlu gereksinmelerle veriliyiz. Hasta olmakla veriliyiz. Önce tüm bunlar bizi, kendisine yükümlereler. Biz bu yüklemlerle davranırız. Bunlar giderilmeden, kendi başımıza, özne oluşla pek pek davranamıyoruz. Toplumsal yapı ve sosyal yapılar, bu yükümse kaygıların giderilmesini, kolektifçe üzerlerine aldıklarında ancak bizler sosyo toplumsa özne olarak yetkinleşmiş birey özne olacakla kendi başımıza, özel davranabilmekteyiz.
Kaygılarımız giderilip, sırtımız ısınıp, karnımız doyduktan sonra; sosyal olmayı öğreniyoruz. Biraz sonra toplumsal yapı eli ile giderilecek olduğunu bildiğimiz kaygılarımız; düzenli giderildikleri sürece, artık bizde sürecek olan bencil bir güdü etkileri olmayacaktı. Böylece, sosyal davranmamamız için hemen hemen hiç bir neden kalmayacaktı.
Ama sürekli sağlasan olan ihtiyaçlarınızın, düzenli ve güvenceli bir şekilde olmayacak denli rast gele olur karşılanmaları vardı. Bu düzensiz ve güvencesiz olan sağlanmaların, organizma içindeki kaynak salınımlarının; endişe ve kaygı verir durumları da, gereksinimlerin eşiklerini yükseltirler. Böylelikle de eşikleri yükselmiş içti durumların kontrolü, insanın sosyal öğrenmeleri ve insanların sosyaldi aşamaları itibarıyla oldukça gerilerler.
Bu verili oluşlar, cennetin; ortaklayımdır sağlasan düzenliliği ile mutlu ve rahattı. Cennetten çıkmanın, şimdiki mal edinme ve köle olma durumlarıyla; eski komünse rahat sağlananlar şimdiki sınıflı yapının zahmetine, değişilmişti. İnsan bir kere köle emeğini tatmıştı. İstenilse de bu yapı içinde çıkılamıyordu.
Üstelik yeni durumun güvencedeki sağlananlarının çekiciliği vardı. Ve süreç içinde köleci durumların düzeltileceğini vaat etmesi gibi olası mücadele ilişkileriyle bir iyice cazip durum oluyordu. Şimdi sınıflı yapı içinde hırs, tamah ve efendiler yönünden yeniden tek benci bencilleşen kişiler; cennet dışı yaşamın zorlu ve çetin koşullarına değin etki tepki girişmelerini yaşayacaktılar.
Yeni sistem, efendi bağlamında bizi tek benci tutum almağa, tek benci öznel oluşmağa zorluyordular. Bu kabil öznel oluşların rastlantısal tepki tutumları, tüm zamanlara ilişkin kullanımdı tepki tutumları birikiyordu. Örneğin; kendiliğinden bir mülklü-mülksüz olma, ya da efendi köle olma yoğunlaşmasının kendi içlerindeki dayanışmaları ortaya çıkıyordu.
Acıkınca yiyorsunuz. Uykunuz gelince uyuyordunuz vs. İnsanlar, bu gibi anlamalı olmayı bir zorunluluk olacaktan bilip, sezip, anlayıp; ortak davranışın çekim merkezi yapışlarla; meşrulaşıyorlardı. Bu kabil meşrulaşma bir totem buyurmasıydı. Acıkınca neden yemesi gerektiğini meşrulaştırıp olum anmıştı. Ama neden bir başkası için çalışıyordu? Herkesin olan meyve, şimdi neden bir başkasınındı? Meyve neden buna yasak olmuştu? Neden belli yerler efendilerin olmuş, kendisi de karın tokluğuna çalışır olmuştu? Vs.
İnsanlık girişmeleri içinde, nedenli davranamıyorsa; hiç değilse şimdilik totemi kutsal oluşların imajdı meşruiyet ligi ile davranamaz mıydı? Böyle davranılması gerektiğini, totem kutsallık söyleyemez miydi sanki? Neden sel olmanın yerini bilip anlayamadığı; ama nedense eğimine göre de akmak zorunda olduğu sürecin, nesnel zorunluluğu yaşamında yer almıştı. Hem öznel oluşun egemen sel belirlemesi zorunluluğu da bu sürecin yanında yer almıştı.
11-]Bu iki alan; nesnel ve öznel alan; kutsal totemi olanın buyurması ile meşru olmuştu. İşte tüm gelecek zamanın insan anlamalı, seçme ayıklama bağıntısı; toplumsa ve sosyal genelin tutum laması olacaklar bu kutsal totemi izah ve buyurmalardan ortaya çıkacaktı. Ezen ezilen ikizleşmesinin, olup bitecek tüm süreçlerinin sindirtilmesi, bu kutsal totemi belirtmelerle olacaktı. İnsanlık bu kabil medarı (Bir şeyin, bir şeye göre döneceği yer; etrafında hareket edilen nokta) gerekten olmanın inanmaları; giderekten dini sistem olgularına dönüşmek zorundaydılar.
Bir yandan cennettin huzur veren yaşanmış anıları, bir yandan kan ter ve zorlukların hemcinsine başat olur egemen eşmesinin cazibesi vardı. Yine diğer yandan da sonraki kuşaklara bunların tasımsa olurla aktarımları vardı. Cennet, eşitsiz yaşamın; insan bağrındaki eşitse özlemi, tutuşması olacaktı. Geçmiş imleşileşmeleriyle, artık yaradancı dinler, bu iki çelişik yaşamın ve şimdiki süren yaşamın açıklamasını yapacak ve şimdiki durumun neden sindirilir olduğunun uzlaşısını ortaya koyacaktı.
Yeni olan, bir cennet dışı yaşam demekti. Yepyeni bir düşünme tarzı ve yapılaşmaydı. İnsanın kendi gözünün açılmasıydı. İnsanın yaşamını bilmesiydi. Yasakla ve yasak olmayanların sınırları içinde, insan egemenliğinin belirmesiydi. Düşünmeleriniz de bu yapı ilişkilerine göre (cennet dışı yaşamınıza) doğru veya eğri olacaktı.
Saltık doğru düşünce yoktu, nasıl bir üretim ilişkisi içindeyseniz; ahlakınız da dininiz imanınız da öyle olacaktı. Yani saltık bir din iman da yoktu. Sonraki gelişmelerimiz, deneyden önce, bu kabil soyut totemi anlayış; olayları bunlarla kıyaslayıp anlar olmamız; bizde ilk anlama mantık kalıpları yapılmıştı. Erki elinde bulundurmakla, gücü görmüş olmanın samimiyetiyle Napolyon; bu öznel durumları şu güzel sözü ile bizlere çok iyi özetlemektedir.
“Devlet sürekli ve sağlam desteği ancak dinden sağlayabilir! Servet eşitsizlikleri olmadan, bir toplum var olamaz. Servet eşitsizliklerini de siz, ancak din ile yapar ve insanlara sindirtirsiniz.
Tıka basa yemekten şişmiş birinin yanında; aç olarak öleni açıklayıp sindirten:
- Tanrı böyle istedi, kimin zengin, kimin fakir olacağını Tanrı önceden diledi. Ancak öte dünyada iş başka olacaktır diyen, bir otorite (devlet) olmalıdır” der Napolyon Bonapart.
Yalınız şunu da belirteyim dini olgular deyince dini Yahudilikle, Hristiyanlıkla veya Müslümanlıkla veya yeryüzündeki hiçbir inancı tanımlıkla eşitlemeyiniz lütfen. Elbet bunlar da dinden bir yan taşırlar. Ve din olacakla dini hayatımıza katkındırlar. Ama bunlar, özel zamanların donmuş kalmış filim kareleri olma gibi bir zaman zemin belirlenimlerini de içerir olmalarıyla, üzerlerine eklenmedikçe büyümezler.
Oysa sizin süreklilik içinde çevresel olan her yeni etkin ilişkiyi girişmek için, seçme ayıklama; ölçme ve değerlendirme yaparsınız. Böylece biriktirmeleriniz içinde tepki tutumlarınız vardır. Biriktirmelerinizin sosyo toplumsa yapı içinde genelleşir tutum olmasının süreçti, sürekliliğiniz vardır. Siz: olan bitenle ve olmakta olanla ve olacak olan iliş kinliklerin alanındaydınız.
İliş kinlikler alanı: kendi şebeke ağ tipi iletilmeyle; tutumsa enformasyonlarını; periyodik ya da a periyodik olurla; sürekli bir belirme ve oluşmanın içindeydi. Bunun karşılığı olacak tepki belirmesi de sürekli oluşma içinde olmak zorundaydı. Oysa oluşmalar kutsal totemce önceden takdirle hep olmaktadır. Ama karşı tepkisi sınav edilmeniz nedeniyle, bir katlanmanın sabredişi olurla övülmüştü.
Yeryüzüne dek cennet algınız, sosyal ortaklaşa özgeciliğin ekmek elden su gölden oluşuydu. Bu kabil ortaklaşa olanın bir kişi-kişiler sağlayışlarıydı. Bağıl yaşam organizesiyle geride kalmış olanın eşitlikti anlayış özlemiydi. Ama cennet yaşamı hiç gelişme vermeyen, güdük bir yaşamdı. Gelişme verdiğinde de bu gelişmesi içinde her düşüşünüzde, gelişme öncesini özlem edeceğiniz bir fetişti duygunun hep geride kalacak olan bir özlemiydi.
Bu fetiş imge, bir kez insan gelişmesinin eşitsiz, haksız oluşlar karşısında; sığınılır bir liman, örnek gösterilir bir hedef olması, insan tahayyülüne yapışmıştı. İnsanın gelecekteki organize girişmelerini de güdüleyecek bir imleç algıydı. Sürer de olan, öznel inanmalarında temeline bu imleç algı konacaktı. Bu cennet imleci, giderek yeni katkılarıyla; insanların insani eşmesinde ve mülkiyetçi ilişkilerin hem kişisel, hem sosyal ve hem de toplumsal vicdanı olmak zorundaydı. Her değişme ve gelişme vicdani kanaatleri (sağduyu, altıncı duyu) yeniden ve yeniden biçimleyişlerle, sorumlulukların bir muhasebesi olan inançların, şekillenip yansıdığı bir doğru zemindi.
Her sosyal ve toplumsal gelişme organizesi, kendi altıncı duyu yansımasını bir özellik olacakla ortaya koymaktaydı. Yine sosyal birlikti ortaklaşa yaşam özgeciliğiyle; ittifaklar dönemi sonrasının mülkiyetçi girişen yaşam ilişkileri; tarihi bir kırılma noktasıydı. Bu tarihi kırılma noktası öncesiyle sonrasının bir kıyası kabil olan karşılaştırılmasıydı. Bu karşılaştırma içinde, burası tam bir sıfır nokta ölçmeli, mihenk değer alanıydı. Baştaki ortaklaşa olan sosyal özgeciliğin referanslısından doğmuş bir denetlenme ve devinme zemini oluşun; bize yansıyan inançtı kat kınlıklarıydı.
Zaten başlanışta, kişiye dek mana algıları, sosyal yapıya dek cennetti birlik gücü mana algıları, üzerine bir inşaydı. Şimdiki süren sosyo toplumsa yapının, girişilen mana algıları vardı. Kişilere dek tekil mana algıları; sosyal birlikti mana algıları ve ittifak sonrasının sosyo toplumsa yaşam mana algıları da, birbiri üzerine binmesi ile insani düşünme uygarlığının da temeli, inançsal anlamalarla da denetilir olmuştu. Bağıntı çok yönlü idi. Çünkü yaşam çok yönlüydü.
Evet, cennet geride kalmıştı ve hep geride kalacaktı. Daima cennet olacaktı ve cennet hep özlemimizi tutuşturacaktı. Ve cennet; umudun, umutsuzluğa düştüğü yerde, bu yapının bir alternatifliği olacakla var kalacaktı. Hem de insan olmanın, insani yanını tartacaktı.
06.10.2011
06.10.2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.