KÜLTÜR MANTARI
Bugün günlük hayatta kullandığımız ya da bir şekilde duyduğumuz kalıplaşmış sözler, söz grupları ile ilgili olarak hasbihal edeceğiz. İlkini hemencecik yazalım.
“Ayran iç güzelleş !”
Gel vatandaş gel !Ayrana gel .
Ayraaann! Buz gibi, köpüklü, tuzlu.. Çiğköftenin yanında, güvecin, kızartmanın ..
Tansiyona iyi gelir, hele tuzluysa.. Susamışlığa yeter. Biraz içerseniz keser susuzluğunuzu.
Biraz ekşimsi olursa ohh değmeyin keyfime. Beyaz kola der biri .. Siyah kolaya inat. Renk savaşını kazanan beyaz kola. Ayran iç güzelleş! Sloganı bulduk.
Şu sloganın doğallığına ve güzelliğine bakın. Duruşuna, boyuna, endamına, serv-i kametine.. Daha uzatayım mı? Hayır. Coca Cola bile böyle slogan bulamaz. Bulsa dahi pazarlayamaz. Köpüklü, yarı tuzlu, bembeyaz mis gibi soğuk bir ayranın tadını hiçbir içecek veremez diye düşünüyorum. Neredesiniz ayran severler? İlçem süt mamülleri üreticileri: “Alın size bir slogan. Yapıştırın Yesrib‘in altına. Türkiye markası olma yolunda ilerleyin.”Ayran iç güzelleş. (Çaktırmadan söyleyeyim güzelliğimi ayrana borçluyum.) “Gel vatandaş gel, ayrana gel, ayraaannn ben sana hayraaaan!”
Geyik muhabbeti değil bu. Hercai çiçekler gibi rayihalarla gönülleri mest eden kelimelerdir. Anlamlı bir cümle, çağrışımı bol bir kelime ya da bir nokta yeri geldi mi konan. İçeceğinden yiyeceğine, yiyeceğinden giyeceğine dek anlatılmalı Karakoçan.Yüksek rakımlı yüreklere sahip memleket evlatlarımızı bir nevi çala kalemde olsa onore etmeliyiz. O hiçbir şeyin tatmin etmediği, edemediği egomuzu birazcık da olsa ağza çalınan bal misali tatlandırmalıyız. Bu bir yazıyla,yeri geldi mi bir anıyla, rast geldi mi bir objeyle, denk geldi mi bir selam ile de olsa ilçem insanının gönlünü şad etmeliyiz. Çünkü insanımız bunu hak ediyor.
“Kalıbının adamı ol !” dedi adam .Ya bu kalıpçı mı, marangoz mu, demirci mi nedir diye sorguladım şaşkın şaşkın? Ama tuttum bu sözü. “Kalıbının adamı ol.” Bir kalıp sabun gibi köpürmeden, erimeden. Harbiliği ifade ediyor, delikanlılığı ki ilçede had safhada delikanlı fazlalığı var zannımca. Pat dediğimizde ödü kopan ama sırf hava olsun diye racon kesmeye kalkan. O zaman demezler mi adama :“Kalıbının adamı ol !” diye. Kalıpçılık güzel meslek. Bu zamanda para eder. Her yüze karşı farklı bir yüzle çıkıyoruz. Sıkı bir kalıba ihtiyacımız var. Kalıplar ki cilde iyi gelir. Sivilceleri patlatır, cildi sıkılaştırır. “Kalıbının adamı ol” dedi biri. Ben de:” He olurum abi, sen kızma yeter ki!”diyerek çocukça bir gülümsemeyle yola çıktım. Size tavsiyem bulaşmayın insanlara. Cinnet geçiren geçirene..
Rodin, Dante‘yi ifade etmiş Düşünen Adam Heykeli’nde. Dante’de ömrünün yarısında Cahit Sıtkı‘nın kaleminde özünü bulmuş ilahi kanallarda. Kalıbının adamı olmuş yani. Necip Fazıl, Büyük Doğu İdeali’ni nefsinde yaşamış, bir davanın adamı olmuş. Mahatma Gandhi, Hint Özgürlüğü’nün yarı çıplak, yarı zayıf, yarı siyah bir temsilcisi olarak kalıbının bil hakkın adamı olmuştur. İncili Çavuş, İran Şahı‘nın karşısında Pembe İncili Kaftan’ını -bir kalemde silerek- yere serip üzerinde bağdaş kurup oturarak fedakar bir kalıp adamı olmuştur. Malcolm X, siyahilerin hakları için mücadele etmiştir. Kalıbının adamı olmuştur. Kalıbının adamı olamayanlar da vardır lakin onları burada ifade etmek zamanı heba etmektir, sayfayı ziyan etmektir.
Fakirleri giydiren birisi, yediren açları; sahipsizleri himaye eden, güçsüzleri kollayan, ağlayanları teskin eden; geçmişine küfretmeyen, değerlerini alaşağı etmeyen; insanları seven, nebatatı koruyan, hayvanatı katletmeyen birisi. İşte kalıbının adamı. Aranan bulunmuştur. Başka lügata gerek yok. Bizim lügatımızda buna: “Adam gibi adam” derler. Diyojen otursun yerine de elindeki fenerle artık karanlıklarda adam arasın. Gündüz gözü ile fenerin ışığını yakıp sonra feneri insanların gözünün orta yerine dikip: ”Adam arıyorum adam” diye haykırmasın bir zahmet. Geçmişe gönderme yapıyoruz. Filozoflara taş atıyoruz. Kalıbının adamı olamayanlar dikkat! Kalıplarımız tükenmek üzeredir. Kalıpsız kalmamanız dileğiyle. Bir kalıp yeşilinden sabun tertemiz eder insanı boydan boya. Sanırsınız ki Kevser Suyu’yla yıkanmışsınızdır.
“Dermişim” gibi ucube bir sözcük dilden dile dolaştı memlekette. Der misin, demez misin?Yer misin, yemez misin? Hem derim, hem yerim kime ne? Neyi derim, neyi yerim bilmem. Ancak bir cümlenin sonunda veya evvelinde dermişim gibi doğuştan sakat, anlamda kopuk bir güncel aforozik kelimenin gölgesi altında serinlemem mümkün değil –dermişim- sevgili okuyucu? Nasıl ama? İğreti durmadı, eğreti durdu. Her cümlenin bitişinde yarı lakayt, yarı şaka bir halde -dermişim- gibi gıcık bir kelime; Aralık kadar soğuk, bir katil kadar hissiz. Dermişim canlar. Şaka şaka demem bir daha. Nasıl da bulurlar ve de nasıl da dilden dile yayarlar anlamak mümkün değildir? Kontrol mekanizması yok mudur memlekette, takip eden, uyaran? Dildeki bozulma topluma direk sirayet eder, hemen akseder. Bizden hatırlatması. Sonra kalkıp da; “ne oluyor bu gençlere” diye hariçten gazel okumayın. Yanlışları, memleketin her yerinde genel kabul görürse, yazılı ve görsel medyada uluorta yazılırsa, konuşulursa netice bu olur. İlkin dil bozuldu. Sonrası çorap söküğü gibi geldi.
“Af buyur!” Kelimenin ağırlığına bakın. Hangi lisan bu kadar ağır bir sözü tasarlar, söze dönüştürür ve okkalı bir şekilde muhattabının kulağına yapıştırır. Konuşuyorsunuz tam deminizi bulmuşsunuz. Çarıklı erkandan olan birisi ansızın demez mi: “Af buyur!” Bir de buradan yakın. Ya da bir şeyler anlatmaya çalışırken iki cümlede bir: ”Af buyur” u kullanır. Af buyura buyura; af buyur, gaf buyur olur. Pos bıyıklı, Zeki Müren göbekli, kara kaşlı, kara gözlü bir simadan ve kulakları hırpalayan bir sesten çıkan “Af buyur” sözcüğünü düşünün. İşte bir kelimenin telaffuzunu hakkıyla verecek olan muhteşem bir uyum abidesi. Aşağıdaki diyalog buna güzel bir örnek teşkil edecek.
“Gazanfer, tatlım Gazanfer! Hu hu..”derse nazik bir hatun:
“Af buyur abla, beni mi ikrar ettin.” diye cevaplarsa bizimkisi..Sonuç ne olur?
“Ayol ne affı? İktidarda artık başkaları var.Af kolay değil. Sadece seslendim de…”
“Af buyur abla, bu bir virüs gibi dolandı da dilime ondan.”
“Ya ne af buyuru be, deli mi ne?
“Af buyur abla, kızma lütfen.”
“Ya ben af buyur abla değilim, Nezaket’im Nezaket. Manyak mı ne ayol?”
“Yine de af buyur abla.” kadıncağız bu diyalogdan sonra fıtık ameliyatı olur.
İlçem insanını beyin yönünden fıtık edecek başka bir kelime de:“Anladın mı?” Dile bir kene gibi yapışıp kalan ve her cümlenin ağızdaki ikametinde kendine yer bulan sözcük. Emin olun bunu söyleyende farkında değildir.
“Anladın mı?”
“He anladım.”
“Neyi?”
“Senin anladığını.”
“Sus, edepsiz.” şeklindeki espritüel bir diyalog anlama sorunu yaşayanlara ayrı bir dert olur. Vaziyeti çakan cin gözler, hin oğlu hinler ise çaktırmadan kikirdemektedirler.
Bir de anladın mı hastalığına tutulanlar var. Doktorların reçeteleri yetmez bu illete, ilaçlar ne çare. Adam hayatında ilk defa sağlıklı bir cümle kurmaya kalkıyor kaç senenin verdiği mahcubiyetle ve eğitimle(?) Bu cümlenin açılışına bir kurdela kesme merasimi havasında merakla, ağzı açık bir vaziyette katılan cemaat tam alkış diyecekken; bizimkisi başlar ANLADIN MI ‘ya..Hem anladın mı der, hem de parmağıyla sizi dürter. Bir yandan kulağınız anladın mı sözcüğünüm gıcık cehennem ateşiyle yanarken, gözleriniz öfkeden kızarmaya, burnunuz solumaya başlarken; öte yandan da adamın cadılarınkine benzeyen uzun ve can acıtıcı parmağı kolunuzu ya da karnınızı dürter, sinir yollarınızı tahribata uğratır. Mutlaka bir otopsi yapmanız şarttır bu dakikadan sonra.
“Anladın mı ha! Anladın mı ?” diye kulağınızı bed sesiyle rahatsız edip, tırnağıyla dürterse yan boşluğunuzu:”Neyi?” diye anlamaya çalışıp “Zıkkımın kökünü.” diye sinirden ibaret bir karşılık verebilirsiniz, sevap derecesindedir. Yeter gayri, yetti gayri. Anladık efendi anladık.Adam kurduğu cümleyi bitirmeden ya da zihninde kurduğu cümleyi nihayete erdirmeden o melun lafız ağzın “a” şeklini alması, düz ve geniş bir şekilde açılmasıyla sizi şaşırtır ve etkiler. Artık La Havle mi çekersiniz, oranızı buranızı mı mıncıklarsınız bilmem.
“Kültür Mantarı.”Basık rutubetli ve loş mekanların nebatı. Mantar gibi türedi sözüne mazhar. Çabuk büyür ve çoğalır. Karlıdır. Bir de etrafımızda ki iki ayaklı kültür mantarları. Bunlar karlı değildir. Biz nebat olan mantardan dem vuruyoruz. Gerçi bu bitki belli bir terbiyeden geçtikten sonra kültür gibi ehemmiyetli bir tamlayanı alıyor biz ise kolayca kültür mantarını yapıştırıveriyoruz insanlara. Mantarın kültürlüsü makbulken, kabul görürken insanın kültürlüsü neden makbul değildir? Ya da birisine:”Seni gidi kültür mantarı seni” dersek dalga geçmiş olmayız mı? “Gel buraya bakiyim mantar kafa, hem de kültür mantarı.” diye sevsek bir afacanı. İnşallah mantargiller kızmaz bize kendilerini insana teşbih ettiğimiz için ve başımıza mantar hastalığını illet etmezler. Hikaye bu ya:”Derler ki mantarlar insanlara kızdıkları için, insanları kah zehirlerler kah onlara deri hastalığı olarak musallat olurlar. İnsanlar da bunun farkında olmadan kah zehirlenirler kah mantarlanıp giderler yaşam boyunca. İki tarafta birbirinin ayırdın da değildir.”
Bir başka meşhur lafzımızda; “Efendime söyleyeyim”dir.
“Efendine ne söyleyeceksen söyle de gidelim kardeş diyeceğiniz gelir. Köle misin mübarek. Robinson’ un Cuma’sı.” Tarzında çıkışsak bu köle zihniyetine karşı ne güzel olur. Sokrates’in Savunması hazırdır: “Yok o manada değül canım. Lafın gelişi.”
“Bu lafın gelişi de pek sakat doğrusu. Hep ters anlama geliyor da! Efendine ne söyleyeceksen söyle. İçindekileri dök ve git. Hala efendi köle anlayışı var. Seni kınıyorum, protesto ediyorum, sana nota veriyorum.” şeklinde tavır koysak süper olur.
“Efendime söyleyeyim.” bu hafta da bu kadar.kalıbının adamı olması için bu toplumun çok okuması çok yazması gerekir. Ayran içip yüzümüzü güzelleştirebiliriz, mantar yiyip midemizi doyurabiliriz.Asıl güzelleşmenin ruhta başladığını, asıl kültürlenmenin de olgun bir insan olmak da nihayet bulacağını söylemek istedim.
“ANLADINIZ MI ?” neyi desem?
“Af buyurun” duyamadım.
“Dermişim.” Şaka şaka ablası.