- 823 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk Denen Küçük Çılgın Şey
Uzun saçlarını hatırlıyorum. Gecenin güne dönüştüğü vakitlerde, rengi hala karanlığın bir tonu iken, saçlarının odada dolaşmasını seyrederdim. Dışarıdan sızan ışıkla belirginleşen çıplaklığı bile gölgeleyemezdi onları. Sanki hiç uyku mahmurluğu çekmezmiş gibi odada gezinir, kapıları açık gardıropla pencere arasında gider gelirdi. Ben ise bu hipnozite edici harekete fazla dayanamaz, kaldığım yerden uyumaya devam ederdim. İki saat sonra, çalarsaatim beni dürttüğünde o gitmiş olurdu.
...
Elimdeki bira şişesine baktım. Aradaki bağlantıyı kuramadım ama şişeyi elime aldığımda aklıma birden o gelivermişti. Halbuki beraber içtiğimiz bir anımız yoktu. Gerçi bira bir kadının adını taşıyordu ama onu Stella diye çağırdığımı hatırlamıyordum. Onu herhangi bir şekilde çağırdığımı da hatırlamıyordum. İstediği zaman gelir, istediğinde de giderdi.
“Onu mu düşünüyorsun?” diye sordu Josh.
Dalıp gidip gözlerimi tekrar Josh’a dikebildiğim vakit, onun kilolu ve neşeli yüzünü gülümser bir halde buldum. Gözlükleri hafifçe burnunun üzerinde kaymış, bir eli barın üzerinde duran kupasındaydı.
“Aklıma geldi birden.”
“Nereden geldiyse...” dedi manidar bir şekilde.
Haklıydı. Onu hatırlamak için bira şişesine ihtiyacım yoktu. Bir şekilde ortaya çıkıveriyordu: Kimi zaman bir dipnotta, kimi zaman parkta yürürken, hatta kuşkonmaz yerken.
“Bak” dedi Josh, “Yaşadıkların gayet normal. Biliyorum da söylüyorum, çünkü benim işim bu.”
Karşımda, bar taburesinin üzerindeki adama baktım. Otuzlarındaydı. Kilolu, yuvarlak hatlı bir vücudu vardı. Hiç bir zaman yakışıklı olmamıştı. Bulunduğum noktadan kadınların onun iş tanımının içinde yeraldığı düşünmek zordu.
“İnanmıyorsun, değil mi?”
Sessizliğimden istediği cevabı aldı.
“Tamam, dil döküp seni ikna etmeye çalışmayacağım. Onun yerine gel benimle, sana bir şey göstereceğim.”
Taburesinden kalktı, ceketini giydi. Bardan çıkmaya hazırlanıyordu.
“Dışarıya mı? Daha biramı bitirmedim.”
“Sonra ben sana ısmarlarım. Kimbilir, belki de sen bana ısmarlarsın.”
İsteksizce yerimden kalktım. Dışarı çıktığımızda Ekim ayında olduğumuzu hatırlatan bir rüzgar ikimizi de yokladı.
“Böylesi daha iyi, çabuk ayılırsın.”
“Sarhoş olmadım ki. Doğrudürüst içirmedin bile.”
“Biradan değil, ondan bahsediyorum.”
Yürümeye başladık. Bir süre onu takip ettim. Eski New York’un düzensiz sokakları arasında dolaşıyorduk. Epey sonra bir kilisenin önünde durduk.
“Burayı biliyor musun?”
“Son Hollanda valisinin yaptırdığı kilise değil mi?”
“Onunkinin yerine yapılan kilise.”
“İyi, peki?”
“Göstermek istediğim yer burası değil.”
“Ha ha, çok komik.”
Ben değildim ama Josh sarhoştu galiba. Belli ki Ekim soğuğunda bir yürüyüş bile onu kendine getirmemişti.
Sonunda üç katlı bir binanın önünde durduk. Bitişik nizamda benzer binaların arasındaydı.
“Buraya daha önce geldin mi?”
Etrafıma bakındım. Bu sokaktan geçmiş olabilirdim.
“Belki. Ama konumuz burası da değilse uzatma.”
Gülümsedi.
“Yok, gelmek istediğim yer burasıydı. Biraz önceki kilise de bu evle ilgili aslında.”
Sırtını binayı çevreleyen demir parmaklıklara dayadı.
“Bu evi yaptıran kişi, sözünü ettiğimiz son valinin de akrabası. İkisi de aynı dertten muzdarip.”
“Neymiş o dert?”
Sıkılmıştım ve dikkatim dağılmıştı. Josh ne anlatacaksa bir an önce başlayıp bitirsin ve ben de birama geri döneyim istiyordum. Belki bu soğuktan sonra Stella’yı bir ale ile değiştirirdim.
Josh sıkıntımı farketmemişcesine devam etti:
“Vali Stuyvesant, ruhu şad olsun, yaptığı kilisenin bahçesine gömüldükten sonra pek rahat durmamış. Onu ilkin civarda, yol yapımında çalışan işçiler görmüş. Zincirlerini sürükleyerek sokağın bir ucundan gözüküp kilisenin bahçesine kadar gelmiş.”
“Nasıl yani, vali zincire vuruluyken mi gömülmüş?”
“İlgisi yok. Adamın tahta bir bacağı var ama refah ve zenginlik içinde ölmüş. O dönemin hayaletleri genelde zincirlere vurulmuş şekilde ortaya çıkıyorlar; valinin de bu kurula uyması normal.”
“Her neyse...”
“Sonrasında da vali çeşitli kereler civarda belirmiş. Yeni kilise binası yapıldığında da ortadan kaybolmamış. Bugün bile ara ara görülüyor.”
“Seni valiyi gördün mü peki?”
“Hayır.”
“O zaman?”
“Ama hayaletini gördüm.”
Ya Josh’un aklı farklı şekilde çalışıyordu, ya da alkol beynini terketmemişti. Tüm merakıma rağmen hayaleti ne zaman, hangi koşullarda gördüğünü sormadım. Rüzgar beni titretmeye başlamıştı ve ben bir an önce bu gezinin bitmesini istiyordum. Bu arada ale’den vazgeçmiştim, kahve içecektim.
“Bu evin sahibi olan valinin torunlarına gelince...”
“Onlar da mı mezarlarında rahat durmamışlar?”
“Onların sorunları ölmeden önce başlamış.”
“Ya?” dedim, ilgili görünmeye çalışarak.
“Evin düzenli olarak bir ziyaretçisi varmış. Genç bir kadın.”
“Adamın metresi mi?”
“Keşke olsa. Kadını kimse tanımıyor. Gecenin bir vakti beliriyor. Kendisine ev halkından birisinin odasını seçip sabaha kadar orada kalıyor. Ağaran günle beraber de gidiyor.”
“Kimse kadına dönüp sormamış mı, sen kimsin diye?”
“Sormuşlar tabi. Her biri teker teker denemiş. Olmayınca medyum çağırmışlar. O da başarısız olunca bir başka medyum gelmiş. Çok uğraşmışlar ama sonuç yok.”
“Niye medyum çağırıyorlar ki? Yoksa?”
“Evet, kadın bir hayalet.”
“Oh!”
Böyle olacağını tahmin etmeliydim ama rüzgar beynimi uyuşturmuştu.
“Peki, sen nereden biliyorsun bunları?”
“Ben bu işin turlarını düzenliyorum.”
“Hangi işin?”
“Hayalet turizmi. New York’un ünlü ecinli mekanlarını gezdiriyorum. Bir yandan da hayalet öyküleri yazıyorum.”
Durumu yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. Ekim ayında, buz gibi rüzgar altında, gecenin bir vakti bir hayalet turları rehberiyle beraberdim ve burada olduğumu da kimse bilmiyordu. Sokak boştu. Eh, tabi, millet aptal mı? Şimdi sıcacık evlerinde oturmuş, paşa paşa ale’lerini içiyor olmalılardı. Josh ise devam ediyordu.
“Dediğim gibi, senin durumunu biliyorum çünkü benim işim bu.”
“Benim durumumun bu anlatıklarınla ne ilgisi var?’
“Ne demek ne ilgisi var?” Geriye dönüp binayı gösterdi.
“Valinin torunları artık burada yaşamıyor. Onlar ölünce de o genç kadın gözükmez oldu. Ta ki sana gelene kadar.”
“Ne?”
Ne demek istediği ortadaydı ama bir o kadar da deli saçmasıydı.
“Dostum, sen New York’un en ünlü hayaletlerinden biriyle ilişkiye girmişsin.”
Canım sıkılmıştı.
“Bu kadar yeter, ben gidiyorum.”
Artık bana bira ısmarlamasını da istemiyordum. Yürümeye başladım.
“Son bir şey!” diye arkamdan seslendi. Durdum, ona döndüm.
“Onunla hiç seviştin mi?”
Sevişmişim gibi geliyordu ama düşününce herhangi bir sefer aklıma gelmedi.
“Peki ona hiç dokundun mu?”
Dokunmamış mıydım?
“Adını biliyor musun peki?”
Dudak büktüm. Stella?
“Hiç konuştunuz mu?”
Hatırlamıyordum.
Yanıma geldi, anlarım halinden tarzında omzuma dokundu.
“Dostum, senin ideal bir ilişkin olmuş.”
YORUMLAR
İdeal ilişki! Bir hayal insanla kurulan ilişki daha nasıl olabilirki! Kendi hayaletine kendin inan:))İdeal ilişkini kendin yarat:))
Güzel öykü...Yüreginize saglık.Saygılarımla...
İlhan Kemal
Hayallerimle kavga ettim dün gece. Küsüş o küsüş; bir daha rüya görmedim.
sıkça kullandığımız cümlelerden biri değil.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
:)
İdeal ilişkiden kasıt şu mu oluyor yani.
Var, ama istediğin zaman, gelip gidecek. Gerek olmadığında yok olacak.
Tebrikler
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Sabahı gülümseten .
Sanırım ilişkiler böyle olmalı;sessiz aynı bir hayal gibi ya da hayalaet ama belki bir süre sonra sıkıcı olabilir...
Uzun süreden sonra keyifli bir yazıyla geri geldiniz, sevgilerimle...
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Teşekkür ederim.